Erkek egemen Japonya’da, 1200 yıl sonra yeniden bir kadın çıktı sahneye.
Motosiklet tutkunu, ağır metal sever, Thatcher hayranı ve yıllardır erkeklerin yönettiği siyaset arenasında dimdik yürüyen bir kadın: Sanae Takaichi. 64 yaşındaki Takaichi, geçen haftalarda Liberal Demokrat Parti’nin (LDP) başkanlığını devralarak Japonya’nın ilk kadın başbakanı olmaya hak kazandı.
Takaichi’nin yükselişi, Japonya’nın toplumsal tarihine bakınca neredeyse bir mucize gibi. Bugün Japonya’nın başına geçen bu kadın, aslında ülkesinin son 1200 yıllık kadim tarihine meydan okuyan bir simge.
Bu ülke, bir zamanlar kadınların yönetiminde bir uygarlıktı. Japon mitolojisinin kurucu tanrısı Amaterasu, bir Güneş Tanrıçasıydı. Antik çağlarda kadınlar imparatoriçe bile olabiliyordu. Ancak Çin’den gelen Konfüçyüsçülük ve ardından Bushido (savaşçı ahlakı) anlayışıyla toplumun omurgası değişti. Kadının rolü ‘itaat, sadakat, sessizlik’ olarak tanımlandı.
Bu ataerkil düzen 20. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Kadınlar yüzyıllar boyunca görünmez kaldı, ta ki savaş sonrası Anayasası sahneyi yeniden açana kadar. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin hazırladığı 1947 Anayasası, kadınlara oy kullanma, eğitim ve mülkiyet hakkı getirdi. Ancak yasalar değişse de toplumun zihniyeti kolay değişmedi. Bugün hâlâ Japonya’da iş dünyasının yüzde 90’ından fazlası erkekler tarafından yönetiliyor, siyasette kadınların oranı ise yalnızca yüzde 10 civarında. “Erkek geçindirir, kadın destek olur” anlayışı, hâlâ güçlü bir toplumsal refleks olarak varlığını sürdürüyor.
İşte böyle bir kültürel mirasın içinde Takaichi’nin yükselişi, yalnızca politik bir başarı değil, kişisel bir meydan okuma anlamına geliyor. Takaichi kendisini hep ‘çalışkan’ olarak tanımladı. Parti liderliğini alırken ‘‘iş-yaşam dengesi kavramından vazgeçeceğim, çalışacağım, çalışacağım ve çalışacağım’’ dedi. Yakın çevresine göre onun özel yeteneği uykusuz yaşamak. Bu yönüyle Margaret Thatcher’a benzetiliyor.
Gençliğinde ağır metal müzikle ilgilenmiş, davul çalmış, motosiklet sürmüş. Bir yandan karaokeye meraklı bir punk sever, diğer yandan Amerikan Kongresi’nde deneyim kazanmış bir politikacı. 1987’de ABD’de Demokrat vekil Patricia Schroeder’in yanında çalışırken güçlü kadın liderliğini tanıdı. 1993’te bağımsız milletvekili olarak meclise girdi, üç yıl sonra LDP’ye katıldı. Tam 29 yıl sonra bugün, artık Japonya’yı yönetiyor.
Siyasi çizgisinde Thatcher kadar Shinzo Abe etkisi de belirgin. Takaichi, 2022’de suikasta kurban giden Abe’nin en yakın isimlerinden biriydi. Hatta birçok gözlemciye göre Abe’den bile daha sağcı. İmparatorluk hanedanlığını korumak, anayasayı sertleştirmek ve göçü sınırlamak gibi konularda net bir duruşu var.
Takaichi, 2024’te ilk kez liderlik yarışına girdiğinde, ABD yönetimi onun başbakan olmasını istememişti. Güney Koreli politikacılar da onunla çalışmak zor olur diyordu. Ancak bu yıl tablo değişti. Washington’da Biden ekibinin yerini Trump’ın kadrosu aldı ve Trump, Abe’ye duyduğu sempati nedeniyle Takaichi’ye de sıcak bakar hale geldi..
Onun göçmenlere karşı tutumu, Trump çizgisine oldukça yakın. Ancak bu politika Japonya’nın büyüyen yabancı nüfusu için rahatsız edici bir tablo oluşturuyor. Japonya’da yabancı doğumlu nüfus sadece yüzde 3 olsa da hızla artıyor. Takaichi bu artışı kültürel uyum tehdidi olarak görüyor ve özellikle Çinlilerin arazi alımlarına sınırlama getirmek istiyor.
Japonya’nın en büyük paradoksu burada yatıyor. Ekonomisi, yaşlanan nüfus nedeniyle artık yabancı iş gücü olmadan çöker. Takaichi, nüfusu her yıl yaklaşık 1 milyon azalan ve verimliliği G7’nin en düşük ülkesi olan Japonya’yı yönetecek. Takaichi’nin izinden gitmesi beklenen politikalar arasında gevşek para politikası, yapay zekâ ve nükleer enerjiye yatırım öne çıkıyor.
Takaichi’nin etkisi yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmayacak. Onun politik vizyonu Japonya’nın Asya’daki konumunu da yeniden tanımlayabilir. ABD ile sıkı ittifak, Çin’e karşı stratejik temkin, Kuzey Kore’ye karşı caydırıcılık. Milliyetçi çizgisi ise Washington’da kabul görebilir ama Pekin’de tedirginlik yaratacaktır. Bu durum, Japonya’yı Asya’nın jeopolitik gerilim hattında daha da belirgin bir aktör haline getirebilir.
Japonya belki de ilk kez bu kadar güçlü ve tartışmalı bir liderle yüzleşiyor. Takaichi’nin hikâyesi, yalnızca bir kadının yükselişi değil, bir toplumun kendi geçmişiyle hesaplaşması. Abenomiks’ten sonra Takanomiks, Japonya’nın kadınlarla, geçmişiyle ve geleceğiyle yeniden tanımlanmasını simgeleyen bir kavram haline gelebilir.
Belki de Japonya’nın asıl devrimi, bu kez ekonomide değil, kadının gücünde yaşanacak.