Sağ kolundan çok derin bir kesik almasına rağmen ayakta kalmayı başardı. Kan kaybediyordu ama rakibi ondan daha kötü durumdaydı.
Hayatın basit, değersiz ve önemsiz olduğu zamanın bu kesitinde, yaşamla ölüm arasındaki çizginin bir kağıttan daha ince olduğu bu mekanda, o yaşama tutunan taraftaydı. Rakibi ise bu hayat döngüsündeki son birkaç nefesini alıp verdi ve sonra göğsü kaskatı kesildi. Kazanmıştı… Rakibine galip gelmişti... Onu ölümün kucağına atarken, kendisi ölümü bir kez daha yenmişti.
Korkutucu görünümlü ağır delikli miğferini çıkardı. Esmer sakallı yüzü ortaya çıkmıştı. 29 yaşındaydı ama 50 yaşındaki bir insan kadar yaşlı ve yorgun gözüküyordu. Miğferi sağlam olan koluyla havaya kaldırdı.
Yirmi bin kişi, tek bir ağızdan onun adını haykırıyordu: FLAMMA! FLAMMA! FLAMMA!
Gurur ve mutluluk karışımı bir hisle gülümsedi. Ama bunun son gülümsemesi olduğunu bilmiyordu…
Nitekim kısa süre sonra yeniden arenaya çıkacaktı ve sakatlanan sağ kolu, yaşamla ölüm arasındaki kağıt kadar ince olan o tanıdık çizgide bu defa çizginin diğer tarafında kalmasına neden olacaktı.
***
Antik dönemde spor, ölümüne yapılırdı. Gladyatörler de ölümle dans eden dönemin sporcularıydı.
Bugün futbol stadyumları ya da basketbol sahalarına genelde arena diyoruz. Nedenini biliyor muyuz?
Arena Latince kum demektir. Amfitiyatroların zeminini kaplayan kum anlamında kullanılmıştır. Nitekim, bugünkü arenalarımıza da adını veren bu kum, gladyatör dövüşlerinde veya hayvan gösterilerinde kanı ve sıvıları emmek için zemine serilirdi. Zamanla ‘seyirlik mücadele alanı’ anlamına evrildi.
Roma’nın bitmek bilmeyen fetihlerinden geriye binlerce savaş esiri kalırdı. Bu tutsaklar, zaferin ganimeti sayılır ve büyük Roma şehirlerine götürülürdü. Orada onları arenaların kumlu zeminleri beklerdi. Kılıçların gölgesinde, kalabalıkların alkışları arasında hayatta kalmak için dövüşürlerdi. Ancak çoğu, daha ilk karşılaşmalarında hayatını kaybederdi.
İlk müsabakalarında hayatta kalacak kadar şanslı olanlar ‘ludus’lara (gladyatör okullarına) kabul edilir ve bu okullarda dövüşmeyi öğrenirlerdi. Yine çoğunlukla hayatlarını kaybetmeden önce en fazla beş ya da altı müsabakaya çıktıklarını biliyoruz. On civarında müsabakaya çıkmış olanlar Roma halkı arasında efsane olurdu. Roma toplumu içinde hiçbir umudu olmayan kölelerin ve fakir halkın idolü olurlardı.
Flamma, işte tam bu noktada tarih boyunca gelmiş geçmiş diğer tüm gladyatörlerden ayrılıyordu.
Aslen Suriyeliydi ve bir savaş esiriydi. Hadrian (MS 117–138) döneminde arenaya çıktığı bilinir. Flamma’nın yaşadığı bu dönemde, İmparator Hadrian’ın Bet Amikdaş’ın yerine Jüpiter Tapınağı yaptırmak istemesi üzerine, Simon Bar Kochba önderliğindeki Yahudiler Judea’da Roma’ya karşı çok kanlı bir isyan başlatmışlardı. Bu mücadelede 500 binden fazla Yahudi hayatını kaybetmişti.
Flamma, secutor (ya da ‘sçektör’ olarak okunabilir) tipinde bir gladyatördü. Tam olarak 34 dövüş müsabakasına çıktı. Bu sayı, mesleğinde en iyi sayılabilecek olan diğer gladyatörlerin muhtemelen üç katıydı. Bu 34 dövüş müsabakasında tam 21 galibiyet ve dokuz beraberlik aldı. Ayrıca dört mağlubiyet aldığını da biliyoruz. Muhtemelen bu mağlubiyetlerden sonra imparator tarafından hayatı bağışlandı.
Ama sadece bunun için ona insanlık tarihinin belki de en büyük spor yıldızlarından biri demiyoruz.
Nitekim aktif olduğu dönem boyunca otorite tarafından Flamma’ya tam dört kez özgürlük sembolü olan ‘rudis’ yani tahta kılıç verildi. ‘Rudis’ kelimesi özgür yaşama hakkı ya da emeklilik hakkı olarak da dilimize çevrilebilir.
Ancak buna rağmen, Flamma’nın dört kez kendisine verilen rudis’i kabul etmediğini ve her defasında yeniden arenaya döndüğünü biliyoruz.
Flamma adına, Roma’nın farklı şehirlerinde onu seven hayranları tarafından duvarlara grafitiler yapıldı; adı şarkılarda ve şiirlerde anıldı.
Ancak ne gariptir ki, bugün gladyatörleri konuşurken Flamma’nın adını pek anmayız.
Spartacus’ü, Crixus’u biliriz; hatta biraz çılgın ruhuyla arenaya çıkan imparator-gladyatör Commodus’u bile duymuşuzdur.
Peki ya Flamma?
Aslında o, bugün bildiğimiz tüm bu kahramanların tam içindedir — biraz efsane, biraz gerçek, biraz da unutulmuş bir hikâyenin sessiz kahramanıdır.…
Gladyatör filmini izleyenler, Maximus Decimus Meridius karakterinin içerisinde bol bol Flamma bulacaklardır. Sanat tarihine meraklı olanlar Jean Leon Gerome’un ‘Pollice Verso’ adlı tablosunda aslında Flamma’yı göreceklerdir. Ya da Spartacus dizisini izleyenler, Crixus karakterinin hayat mücadelesinde aslında Flamma’yı izleyeceklerdir.
Flamma, son müsabakasına 30 yaşında Sicilya’da çıktı ve hayatını bu şehrin büyük arenasında kaybetti. Ölümünden sonra Roma’da soylulara bile çok az layık görülen bir mezar taşı yapıldı onun için.
Taşın üzerinde şöyle yazıyordu:
“Flamma, bir secutordu. 30 yıl yaşadı, 34 kez dövüştü, 21 kez kazandı, 9 kez berabere kaldı, 4 kez affedilerek yaşama hakkı kazandı, Suriye kökenlidir. Bu mezar taşını, hak ettiği için sevenleri ve silah arkadaşları onun için yaptırdı.”
Ne olursak olalım, hangi işi yaparsak yapalım, Flamma gibi en iyisi olmaya çalışalım...