15 yıl kadar önce İngilizce bir kitap yayınlama hevesine kapıldım. Bazı yazılardan paragrafları İngilizceye çevirdim, az ve zayıf gelince, İngilizcemi zorlama kararı alıp İngilizce yeni metinler ürettim (Chatgpt öncesi dönem!). Arkadaşım Hannah Leckman İngilizce metinleri epey bir elden geçirdi. Kitabı oluşturan yazılar ve çizgilerde, ülkemize, halkımıza özgü olduğunu yaygın olarak düşündüğümüz davranışlardan söz ederken bunları duygu/düşünce ikileminde kurcalamış, Türkiye’yi merak edenlerin okuyacağı bir kitap yapmaya çalışmıştım. Boyut Yayınları büyükçe boyda güzel bir sayfa düzeni ile çizgilerimi vb ekleyerek basmıştı (2012). Şimdi (2025) kitabın Türkçesi normal boyutta, yeni bir tasarımla ve ‘Aşk Bir Hastalık mı?’ adıyla İnkılap Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabın İngilizce baskısı hakkında vaktiyle (2013) The Guide’da Yeşim Yemni tarafından yapılmış bir röportajın ChatGPT tarafından yapılmış, üzerinden geçip kısalttığım Türkçe çevirisini burada yayınlıyorum. Kendi kitabımı kendim tanıtmış gibi olacağım, ama, yapacak bir şey yok.
KUTU OLSUN
Aşk Bir Hastalık mı? dan kısaca söz edeyim. Karikatürler ve yazı-cıklar çeşitli soruları ele alıyor... Kitap için yazılmış tanıtım notunu koyayım önce: “YY İstanbul’daki günlük kaygıları ve sıradan yaşam ikilemlerini bir kendini keşfetme aracına dönüştürüyor; mutluluk, aşk, bellek, risk ve belirsizlik gibi her zaman ilgi uyandıran kavramlara ilişkin, beyin ve davranış bilimlerinden ödünç alınmış ‘sırlar’ anlatıyor. Ancak bununla da yetinmiyor; trafikte çaresizlik içinde şerit değiştirdiğimizde, âşık olduğumuzda, bir yerden başka bir yere taşındığımızda ya da Türk kahvesi yudumladığımızda, beynimizin ve zihnimizin nasıl farklı çalıştığını da yazıyor. Değişim için mucizevi bir reçete sunmasa da, 'bu kitabı' okuma deneyimi kendinizi ve yaşama biçiminizi anlamak için yeni bir bakış açısı kazandırabilir. Kitaptaki neşe ve sürpriz duygusu, büyük ölçüde yazarın kendi çizdiği illüstrasyonlar ve karikatürlerden de kaynaklanıyor. Bu kitap, bilgiye dayalı bir içsel keşif arayışında olan okurlar için...”
Kitabın başlığındaki sorunun cevabi sorusunu da ben buradan vereyim: Hastalıktır, desek, ilacı vardır, desek, iyileşmek isteyecek bir kimse tanıyor musunuz? :)) Kitabın alternatif adı ‘Kimse Aşktan İyileşmek İstemez ki’, olacaktı, ama fazla uzun geldi.
“İstanbul, hem sakinlerinde hem de ziyaretçilerinde güçlü duygular uyandıran bir şehir. Onu sevin ya da nefret edin, ondan kaçmak isteyin ya da onsuz yaşayamıyor olun, bir gerçek var: Bu şehir kimseyi kayıtsız bırakmaz. Yine de en tutkulu İstanbulsever bile, zaman zaman çaresizlik anları yaşar; kimi zaman o meşhur trafiğe, kimi zaman da Türk kültürünü anlamanın zorluklarına yenik düşer.
Psikiyatrist Yankı Yazgan’ın yazıp resimlediği (bugün, 2025’te Aşk Bir Hastalık mı? adıyla basılmış olan) Feelings Run Faster: A Mind/Brain Perspective on Living in Istanbul adlı kitabı, bu büyüleyici ve çetrefilli kaosa anlam kazandırmaya çalışıyor. Kitap, ‘gündelik yaşamı bilişsel sinirbilim ve psikoloji bakış açısından anlamaya’ çalışan bir deneme; İstanbul’u ise bu yaklaşımın örnek alanı olarak ele alıyor. Yazgan’la Feelings Run Faster üzerine konuşma fırsatım oldu. İlk sorum, neden bu kitabı İngilizce yazmayı tercih ettiğiydi. Türkçe yazsaydı, özellikle Türkiye’deki bilinirliği düşünüldüğünde, çok daha geniş bir kitleye ulaşabilirdi. Yazgan bu kararı birkaç nedene dayandırıyor. Bunlardan biri, daha farklı ve uluslararası bir okur kitlesine ulaşmak, onlardan geri bildirim almak isteği. Diğeri ise kendisini sınamak arzusu. Çünkü bir yazar ve çizer olarak Türkiye dışında neredeyse hiç tanınmıyor; bu kitap onun için adeta yeniden başlamanın bir yolu olmuş.
Yazgan, önceki çalışmalarında da görüldüğü üzere, bilimi ve düşünme yöntemlerini halka anlatma ve bunları gündelik hayata uyarlama konusunda büyük bir ilgiye sahip. Yazılarını ve çizimlerini, sinirbilim bilgisini günlük yaşama nasıl aktarabileceğimizi anlatmak için bir araç olarak kullanıyor. Ayrıca bir Türk tarafından, Türkiye üzerine İngilizce yazılmış kitapların azlığını fark etmiş. Bu kitabı hem Türkiye’de yaşayan veya sık sık ziyaret eden yabancılara, hem Türkiye’ye ilgi duyanlara, hem de psikoloji ve nörobilimle ilgilenen okurlara hitap edecek biçimde kaleme almış.
Yazgan, kitabın örneğin ‘Türk beyni’ hakkında olmadığının altını çiziyor. Asıl mesele, beynin farklı bağlamlarda nasıl işlediği. Kitapta anlattığı şeylerin çoğu Türkiye’ye özgü değil; fakat bunların İstanbul’da kesişme biçimi Türkiye’yi benzersiz kılıyor. “Kitap İstanbul’un kendisiyle değil İstanbul’da yaşamakla ilgili,” diyor Yazgan. “İstanbul’da biriken deneyimlerden ilham aldı, ama bu deneyimlerin sınırı İstanbul’la çizili değil. İstanbul hâlâ yerel ve çevresel bir şehir olsa da, deneyimlerimizin evrenselliğini görmeliyiz.” Yazgan’a göre kitap, günlük Türk yaşamının sırlarını da açıklamıyor; ama şehirde yaşadıklarımızı anlamlandırmamıza yardım edecek yeni bakış açıları sunuyor.
Kitap beş bölümden oluşuyor: Türk Kahvesi, Mutluluk, Ötekiler, Aşk ve Zaman ve Mekân. Her bölüm, günlük yaşamdan örneklerle dolu. Yazgan’ın eğlenceli çizimleri kitaba renk ve mizah katıyor; bu çizimler kitabın en özgün yönlerinden biri. Yazgan, kitabı ‘her isteği doyuracak bir menü gibi’ düzenlediğini söylüyor; özelden genele doğru bir yol izliyor. Kitabın başı ve sonu, en ilgi çekici ve Türkiye’ye özgü kısımlar; ortadaki bölümler ise bilimsel açıklamalara odaklanıyor, ama dili herkesin anlayacağı kadar sade. Kitap, popüler kültür göndermeleriyle de dolu. Bunların bir kısmı Türkiye’ye özgü, özellikle de Yazgan’ın gençliğine ait referanslar. Ancak küreselleşen dünyada birçok unsur Batılı okura da tanıdık gelecektir. Atwood ve Marquez romanlarından HBO’nun In Treatment dizisine kadar pek çok örnek yer alıyor. Yazgan’a göre popüler kültür, artık sadece medyanın yönlendirdiği bir şey değil; bizim de katkıda bulunduğumuz, hayatımızın doğal bir parçası. Kitapta kendi hayatından da pek çok örnek veriyor ; çocukluk sünnet fotoğrafı, askerlikte yaptığı karikatürler gibi. Yazgan, kendi yaşam deneyimlerinden yola çıkarak düşüncelerini somutlaştırıyor.
İzmirli olması, ona hem içeriden hem dışarıdan bir göz kazandırıyor. Türkiye’nin son on yıllarda yaşadığı hızlı ekonomik ve kültürel dönüşüm, onun ilgisini özellikle çekiyor. Yazgan’a göre günümüz (2012) Türkiyesi’nde insanlar hayattan keyif almak istiyor ama bu keyfin yolları geçmişe göre daha karmaşık. “Bugün elimizde çok şey var, ama sahip olmak tek başına yetmiyor,” diyor. Bu durumu ‘bolluğun paradoksu’ olarak tanımlıyor: daha fazla imkân, ama daha az doyum.
Yazgan, Türkiye’yi Batı’dan ayıran temel farkın, değişimin hızında yattığını söylüyor. Kısa sürede yaşanan bu dönüşüm, toplumda yeni gerilimler yaratmış. Çocuklarla çalışan bir psikiyatrist olarak, bu değişimlerin yeni kuşaklar üzerindeki etkilerini yakından gözlemliyor. Bugünün çocuklarından erken yaşta hedef belirlemeleri bekleniyor; oysa 1960’larda bu tür beklentiler yoktu. Seçeneklerin artması iyi bir şey gibi görünse de, aynı zamanda belirsizlik ve kaygıyı da artırıyor.
Yazgan’a göre İstanbul’da yaşayan birçok insan için kaygı, neredeyse sürekli bir hal almış durumda. Bitmeyen trafik, kuyruklar, ertelemeler… Bu şehirde belirsizlik, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası. “Belirsizlik ve muğlaklık, İstanbul’un günlük yaşamında ve iletişim biçiminde çok belirgin,” diyor Yazgan. “Muhtemelen Türkiye’nin diğer şehirlerinden daha fazla, çünkü burada zaman baskısı ve mesafeler çok daha büyük.”
Yabancıların sık sık merak ettiği bir konuya da değiniyor: Neden Türkler genelde geç kalır ve her cümlenin sonuna ‘inşallah’ ekler? Yazgan’a göre bu, inançlarımızın gereğinin ötesinde, herkes için ortak bir ‘belirsizlikle başa çıkma yolu’ olabilir. Bir şeyin gerçekten gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden emin olmadığımız, belki de hayatın kendimiz dışındaki etkenleri üzerindeki birey olarak kontrolumuzun zayıf olduğuna inandığımız ölçüde, son ana, hedeflenen olay gerçekleşene kadar bekleriz; bir tür içgüdüsel temkin.
Yazgan, kitabının İngilizce ilk denemesi olduğunu ve bazı hataları özellikle koruduğunu söylüyor. Çünkü ona göre kusurlar, tıpkı İstanbul’un kendisi gibi, ilginçtir. “Okurun kitabı bitirdiğinde net bir sonuçla değil, biraz belirsizlikle ayrılmasını istiyorum,” diyor. “Tıpkı İstanbul’un bıraktığı his gibi.”
İstanbul’un özelinde hayatın karmaşasına psikolojik ve nörobilimsel bir gözle bakan; hem kişisel hem düşünsel bir eser. Ne tam akademik ne tamamen edebi; daha çok İstanbul’un ruhuna benzeyen bir kitap: düzensiz ama canlı, yorucu ama büyüleyici, kusurlu ama unutulmaz.”