Kuşaklar arasında genellenebilir farklar bulunduğu söylenebilir mi?
Bu konuda farklı bilim alanlarının paradigmaları arasında önemli farklar var. Kuşak kavramını kullanırken, Z ya da Alfa, Beta gibi tanımlamaların sosyal ve ekonomik değişkenleri yeterince hesaba katmadığını, sınıfsal etkenleri azımsadığını öne süren ciddi eleştirileri unutmaksızın, kuşakları ayıran temel farkları, dünyaya geldikleri andan itibaren içinde buldukları 'ekosistem' olarak tanımlayabiliriz. Bu tür sınıflandırmalar, keskin çizgilerle ayrılmış kompartımanlar gibi değil, daha çok belirli dönemlerin ruhunu ve o dönemde yetişen bireylerin ortak deneyimlerini anlamaya yarayan birer çerçeve olarak kullanılmalı. Aynı kuşaktan olmayı, aynı zaman diliminde dünyaya gelmenin getirdiği ortak teknolojik, sosyal ve kültürel bağlam olarak görelim.
Özellikle Z kuşağı ve sonrasındakiler, dijital teknolojinin hayatın her alanına nüfuz ettiği, bilginin anında erişilebilir olduğu, küresel olayların yerel yaşamları doğrudan etkilediği bir dünyaya doğdular. Bu durum, önceki nesillerin daha analog, daha yavaş ve belki daha öngörülebilir dünyasından köklü bir biçimde ayrışıyor. Bu sadece teknoloji kullanımı değil; belirsizlikle başa çıkma biçimleri, beklentileri, ilişki kurma tarzları ve hatta belki 'düşe kalka büyüme' süreçlerinin niteliği bile bu farklı ekosistemden etkileniyor. Önceki nesillerin belki daha korunaklı veya farklı türden zorluklarla sınandığı bir gelişim süreci varken, yeni kuşaklar sürekli bir değişim, akışkanlık ve küresel ölçekli krizlerle (iklim, pandemi, ekonomik dalgalanmalar vb.) çok erken yaşta tanışıyorlar.
Teknoloji kullanımı yaşam alışkanlıklarını nasıl değiştiriyor?
Teknoloji açısından bakıldığında, ‘dijital yerli’ tanımını tam anlamıyla karşılayan şimdiki zamanın gençleri için teknoloji onlar için bir araçtan öte, varoluşlarının doğal bir uzantısı. Bu durum, bilgiye ulaşma, öğrenme ve işleme biçimlerini de etkiliyor. Görsel ve etkileşimli içeriklere, hızlı ve anlık geri bildirime daha yatkınlar. Geleneksel, tek yönlü bilgi aktarımına dayalı eğitim modelleri bu nedenle onlara yetersiz gelebiliyor. İletişim alışkanlıkları da büyük ölçüde dijital platformlar üzerinden şekilleniyor; daha kısa, daha görsel ve eş zamanlı olmayan (asenkron) iletişimi tercih edebiliyorlar. Ancak bu, derinlikli iletişim kuramadıkları anlamına gelmez; sadece kanalları ve biçimleri farklılaşıyor. Burada Mischel'in marşmelov deneyine yaptığım atıfı hatırlayabiliriz: Belki 'yeti' var, kendini kontrol edebilir, dürtüsünün tatminini erteleyebilir; ama kullanma biçimi veya motivasyonu farklılaşıyor. Değer bulduğu durumlar mı azalıyor? Teknolojinin sunduğu anlık tatmin, hızlı ve sürekli ‘yeni’ ihtiyacı, sabır ve derinlemesine odaklanma gibi becerilerin kullanımını farklılaştırıyor. Büyük olasılıkla giderek zayıflatıyor. Tabii, önceki kuşaklarda bu yetiler vardı da nasıl kullandılar, şu halimize bakın derseniz, yanlış olmaz.
Yeni kuşakların toplumsal bağlara bakış açısı nasıl?
Genelleme yapmak her zaman riskli olsa da yeni kuşakların daha esnek, daha çeşitli aile yapılarına (tek ebeveynli, geniş aileler, ebeveynlerin cinsiyet rollerinin daha esnek olduğu yapılar vb.) daha açık olduklarını gözlemleyebiliriz. Geleneksel otorite figürlerine veya sorgulanamaz kabul edilen toplumsal değerlere karşı daha eleştirel bir duruş sergileyebiliyorlar. Bireysellik, kendini ifade etme özgürlüğü, çeşitlilik ve kapsayıcılık gibi değerler ön plana çıkıyor. Ancak bu, aile bağlarının veya toplumsal aidiyetin önemsizleştiği anlamına gelmiyor; daha çok bu kavramların yeniden tanımlandığı, daha eşitlikçi ve bireyin özerkliğine saygılı bir çerçevede ele alındığı söylenebilir. Önemli olan, ailenin veya toplumun bireye sağladığı ‘güvenlik’ ve ‘destek’ işlevinin nasıl yerine getirildiğidir.
Toplumsal sorunlara yaklaşımları nasıl?
Bu kuşaklar, özellikle hakkında daha fazla inceleme olan Z kuşağı başlığı altındaki gençler, küresel sorunlara (iklim değişikliği, sosyal adalet, eşitsizlikler, insan hakları vb.) karşı oldukça duyarlı ve seslerini yükseltmekten çekinmiyorlar. Dijital araçları aktivizm için etkin bir şekilde kullanıyorlar. Bu ilgi, sadece farkındalık düzeyinde kalmayıp, somut eylemlere ve tüketim alışkanlıklarını değiştirme gibi davranışlara da yansıyabiliyor. Belki de sürekli bir kriz ve belirsizlik ortamında büyümüş olmaları, onları çözümün bir parçası olma konusunda daha motive ediyor. ‘Krizi fırsata dönüştürme ahlaksızlığı’ndan uzak duran bu kuşakların aktivizmi daha çok kolektif bir sorumluluk ve daha adil bir dünya talebi üzerinden şekilleniyor gibi görünüyor; bireysel çıkar yerine toplumsal faydayı gözeten bir duyarlılıkları var.
Z sonrası kuşakların hayatında dijital dünya ne kadar belirleyici?
Sosyal medya ve dijital dünya, giderek daha fazla, adeta ‘içinde yaşanılan’ bir gerçeklik olmakta; bu nasıl sürer bilemiyorum. Henüz gelişimlerinin çok erken evrelerindeler ancak bu platformlar kimlik oluşumu, sosyal ilişkiler, öğrenme süreçleri ve dünya algıları üzerinde muazzam derecede belirleyici olacak gibi duruyor. Bu durum, hem büyük fırsatlar (bilgiye erişim, küresel bağlantılar) hem de ciddi riskler (siber zorbalık, mahremiyetin aşınması, gerçeklik algısının bozulması, ‘toksik stres’e maruz kalma) barındırıyor. Onların ‘dayanıklılık’ inşası, büyük ölçüde bu dijital dünyada kendilerini nasıl koruyabildikleri, eleştirel düşünme becerilerini nasıl geliştirebildikleri ve anlamlı çevrimdışı ilişkiler kurabilmeleriyle bağlantılı olacak. Bu noktada ebeveynlerin, eğitimcilerin ve toplumun rolü kritik önem taşıyor.
Okul ortamları bu kuşaklara ne kadar uyum sağlamakta?
Mevcut okul ortamları ve müfredatlarının, bu kuşakların öğrenme biçimlerine, ilgi alanlarına ve ihtiyaçlarına tam olarak uyum sağladığını söylemek zor. Hâlâ büyük ölçüde standartlaştırılmış, endüstri çağı paradigmasına dayalı eğitim sistemleri, dijital çağın çocuklarının beklentilerini karşılamakta yetersiz kalabiliyor. Daha kişiselleştirilmiş, proje tabanlı, iş birliğine dayalı, eleştirel düşünmeyi ve problem çözmeyi teşvik eden, teknolojiyi etkin bir şekilde entegre eden ve en önemlisi ‘psikolojik güvenliği’ sağlayan, ‘barışçı ilişkiler’ kurmayı öğreten ortamlara ihtiyaçları var. Okulların, sadece bilgi aktaran yerler değil, aynı zamanda dayanıklılığı, sosyal ve duygusal becerileri geliştiren, toplumun 'yapma araçları' olarak yeniden tasarlanması gerekiyor.
Z kuşağı için ideal iş ortamı tanımlayabilir misiniz?
Z kuşağı için ideal iş ortamı, sadece iyi bir maaştan ibaret değil (çoğu okurumuz dudak büküyor olabilir, ama özellikle beyaz yaka dünyasında araştırma yapanların görüşü bu). Anlam buldukları, değerleriyle örtüşen, gelişimlerine olanak tanıyan, esneklik sunan (çalışma saatleri, mekân vb.), geri bildirime açık, çeşitliliğe ve kapsayıcılığa değer veren bir ortam arıyorlar. Yaptıkları işin bir amaca hizmet ettiğini görmek istiyorlar. Ayrıca, adil, şeffaf ve destekleyici bir yönetim anlayışı bekliyorlar. Bunu 'örgütsel barış' ve 'örgütsel demokrasi' olarak tanımlayabiliriz. Çalışanların kendilerini güvende hissettikleri, söz hakkına sahip oldukları ve katkılarının değerli görüldüğü bir 'işyeri iklimi' talebi.
Aynı bakışla, katı, tepeden inmeci hiyerarşik yapılara karşı genellikle mesafeli durdukları üzerine çokça yazılıp çiziliyor. Bu zora gelememe ile mi ilişkili, yoksa sahiden daha yatay, işbirliğine dayalı, iletişime açık ve erişilebilir liderlik modellerini tercih ettiklerinden mi? Otoriteye saygısızlık olarak da görülen, ama bence liyakate, yetkinliğe ve adil yaklaşıma değer veren yanları ön planda. Fikirlerinin dinlenmesini, karar süreçlerine dâhil edilmeyi bekliyorlar. Bu, bir isyan olarak değil, daha çok verimliliği, yaratıcılığı ve aidiyeti artıracağına inandıkları daha demokratik ve katılımcı bir çalışma kültürü arzusu olarak yorumlanmalı. En azından başlangıçta…
Ruh sağlığı sorunları ve kaygı düzeyleri şimdiki kuşaklarda farklı mı?
Yeni kuşaklarda (özellikle araştırmalarda daha çok yer almış Z kuşağında) kaygı, depresyon gibi ruh sağlığı sorunlarının ve genel stres düzeylerinin önceki nesillere göre daha yaygın olduğuna işaret ediyor. Ancak burada hemen ‘Bu kuşak daha dayanıksız’ yaftasını yapıştırmak yerine, resmin bütününe bakmak lazım. Bu artışın nedenleri karmaşık: Ruh sağlığı konusundaki farkındalığın artması ve yardım arama davranışının daha normalleşmesi bir etken olabilir. Diğer yandan, akademik ve kariyer baskısı, ekonomik belirsizlikler, sosyal medyanın yarattığı sürekli karşılaştırma ve mükemmeliyetçilik baskısı, küresel sorunlara (iklim krizi, savaşlar vb.) dair artan farkındalık ve maruziyet gibi faktörler de bu artışta önemli rol oynuyor olabilir. Yani mesele sadece bireysel bir 'zayıflık' değil, içinde yaşanılan koşulların ve sistemik baskıların bir yansımasıdır. Toplumun ve yapıların, bu gençlere yeterli 'koruyucu' ve 'destekleyici' mekanizmaları sunup sunmadığını sorgulamamız gerekir.
Siyasette, kültürel hayatta nasıl bir rol üstlenebilirler?
Bu kuşakların, teknolojiye hâkimiyetleri, küresel farkındalıkları, çeşitliliğe ve kapsayıcılığa verdikleri önem, adalet ve sürdürülebilirlik arayışları ile siyaset, ekonomi ve kültürel hayatta dönüştürücü bir rol üstlenmeleri beklenebilir. Bu cevabımı okurken geleceğe ilişkin kestirimlerin daha ziyade bir zihin egzersizi olduğunu hatırlamak iyi olur. Daha katılımcı ve şeffaf yönetim biçimlerini, daha adil ekonomik modelleri, daha kapsayıcı kültürel ifadeleri talep edebilir ve şekillendirebilirler. Ancak bu potansiyelin ne ölçüde gerçekleşeceği, onların seslerine ne kadar kulak verileceğine, karar alma süreçlerine ne kadar dâhil edileceklerine ve en önemlisi, içinde yaşayacakları toplumların onlara ne tür fırsatlar ve destekler sunacağına bağlı olacaktır. Onların 'dayanıklılığı' sadece bireysel değil, aynı zamanda onlara alan açan, onları destekleyen ve potansiyellerini gerçekleştirmelerine olanak tanıyan sistemlerin varlığıyla da şekillenecektir. Bu çok sayıda belirsizlik içeren geleceğin zorlayıcılığına dayanabilmek çok yönlü bir hazır oluş gerektirmekte, klasik ve modern becerileri vazgeçilmez kılmakta…