İnsan; hayatın içinde bazı ayrıntıları biriktirerek büyür ve bunları biriktirdiğinin, alıp bir yerlere koyduğunun farkında bile değildir. Bu ayrıntıların en önemlileri; kokular, tatlar ve şarkılar bana göre… En azından benim biriktirdiklerim onlarmış, yaşım ilerledikçe fark ettim. Her gün başka bir tanesiyle hayatımın farklı bir zamanına yolculuk eder gibiyim.
Geçen gün Kilyos tarafında bir dondurmacıda, kızım bir top dondurma istedi, şekerli çiklet tadında. Merak edip kaşığın ucuyla dondurmanın tadına baktım. Dondurma dilime, damağıma değer değmez tam elli sene öncesinin Yugoslavya’sına gittim! O zaman Türkiye’de her şey bulunmuyordu. Değişik olan ne varsa oradan alıp getirmek, bizim için âdet olmuştu sanki. İşte, tadı bu dondurmanın tadıyla aynı olan, sigara şeklinde tasarlanmış sakızlar; aynı bu tattaydı! Bire bir, bu tatta! İçimdeki dört yaşında kalmış kız çocuğunu alıp elinden tutarak bugüne getirdi bir anda… Aynı mutluluk, aynı sonsuz heyecan, aynı sınırsız beklenti ve aynı şımarık halle kendime de aynı dondurmadan aldım, içimde yarattığı o şahane duygular biraz daha devam etsin diye… Size de olmaz mı? Bir yerlerde yemek yersiniz, öyle bir yemeğe denk gelirsiniz ki bir okul dönüşünüze, bir bayram öğle yemeğine, bir akşam ziyafetine yolculuğa çıkarsınız aniden… Anne köftesi, teyze lokması, hala pudingi, babaanne poğaçası gibi adlar vererek kendinizin yaptığınız tatlar vardır ya, bir başka zamanda hiç ummadığınız bir yerde, zamanda ve sofrada karşınıza çıktığında şaşırır, kalırsınız.
Kokular da öyle değil mi?
Bazı mekânlar geçmiş, bazıları gelecek kokar… Gelecek kokanların içinde yaşarken geçmişi hatırlatanların peşine düştüğünüzü fark edersiniz. Mesela, hiçbir okul ilkokul kadar okul kokmaz. Orada tebeşir tozu, kokulu silgi esansı ve kapağı yeni açılmış kitabın kağıt kokusu bambaşka bir hava yaratır. Bu hava, çocuk terinin masumiyetine karışır. Okul okul kokar her yer…
Seneler önce moda olmuş, uzun süre kullandığınız bir koku da aynı etkiyi yaratmıyor mu, bir düşünün… Ya çok güzel ayrıntılar saklar, çok özel kişileri anımsatır size ya da tamamen silmek istediğiniz insanları yaratır zihninizde. Mesela benim kullandığım ama şimdi üretilmeyen bir parfüm var, bulsam o kokuda uyurum çünkü üniversiteye hazırlandığım sene kullanmıştım. Sonucumu öğrenmeye çıkarken de onu sıkmıştım, sonra da belki de sırf bu sebeple senelerce kullandım. Bana hep başarıyı hatırlattı ama o ilk ve bizim nesiller için çok önemli olan başarıyı… Ya da hiç hoşlanmadığım birinin parfümüne bugün denk geldiğimde gözümün önünde canlanan kadını hâlâ hiç sevmediğimi fark etmek beni nasıl şaşırttı, anlatamam. Hatta o kadar ki çok sevdiğim biri bir sebeple bana bu parfümü hediye ettiğinde onu karşıma çıkan ilk kişiye verdiğimi hatırlıyorum. Bir daha o sıkıntıyı kendime yaşatmamak için en doğru yoldu bu. Çok sevdiğim sosyal bilgiler dersi öğretmenim Ferda Hanım’ın adını hâlâ bilmediğim pudrası burnuma ne zaman değse o günlere, o anlara yolculuk başlar. Limon kolonyasını hiç sevemedim. Bana her zaman hastane odalarını, babamı kaybettiğim zamanı anımsatır çünkü. Limon kolonyası benim için çaresizlik, çözümsüzlük, kayıp demek hâlâ…
Ve biber kızartması, rakı, deniz kokusu birbirine karışmışsa eğer, Saros Körfezinde geçen şahane yazlar gelir aklıma… Herkesin hayatta ve genç ve olduğu, kalabalık sofraların kurulduğu şahane akşamüstleri… Yemek bir an önce bitsin de dışarı çıkayım acelesiyle keşke hiç bitmese duygusunun itiştiği akşamlar… Annemin saç spreyi, düğünümde sıktığım ve on beş senedir kullanmaktan hiç vazgeçmediğim parfümüm, kızımın ilk pişik kremi, yağmurun yağdıktan sonra geride bıraktığı ıslak koku… Hâlâ hep mutluluk benim için…
Bir de şarkılar tabii.
Taş plaklara yetişmiş, kaset ve CD dönemlerini geride bırakmış, özel televizyonların klipli dönemlerini izleye izleye notalar biriktirmiş biri olarak, eşimin deyimiyle hâlâ Sezen Aksu’da, Kayahan’da, Nilüfer’de kalmış bir kadın olabilirim. Eminim ki benim gibi çok kişi var çünkü o dönemlerin sahici şarkıları, insanı alır ve nereye isterse oraya götürür. İlk aşka da gidersiniz onunla, bir gün öncesine de… Çocukluğunun boş zamanlarının büyük çoğunluğunu Zeki Müren, Ajda Pekkan’la; gençliğini Harun Kolçak, Aşkın Nur Yengi ile, sonrasını da Tarkan’la şekillendirmiş birinin bugün arabada TRT Nağme veya Radyo 45’lik dinlemesi tesadüf değildir diye düşünüyorum, ne dersiniz?
Bir tarafım şahane gündemken bir tarafım inadına hâlâ eski…
Hep tatlar, kokular ve şarkılar sayesinde…
Bu farkındalığı yaşadığım için de kendimi çok şanslı buluyorum.