Daldan dala

Selin BARLAS Köşe Yazısı
17 Temmuz 2025 Perşembe

Okurlarım bilir, gündem bazen beni dedemin sahibi olduğu Pazar Postası ve Son Havadis gazetelerinin arşivlerini okumaya iter…

74 yıl öncesinin temmuz sayılarından birinde Falih Rıfkı Atay’ın bir makalesine rastladım.

Falih Rıfkı Atay (1894-1971) bildiğiniz gibi yedek subay olarak katıldığı I. Dünya Savaşındaki anı ve izlenimlerinden oluşan ‘Zeytin Dağı’ (Kudüs’ün doğusunda yer alan ve Eski Ahit ve çağdaş edebiyatta bahsi geçen bir tepe) isimli kitabında Osmanlı İmparatorluğunun içine düştüğü durumu yaşamış ve eseri ile ölümsüzleştirmiştir…

Köşe yazılarında Atatürk Devrimlerini ve batılılaşmayı savundu. Yeni Türk alfabesinin hazırlanması ve uygulanmasında Dil Encümeninde önemli rol üstlendi.

Gazeteci ve siyaset adamı Falih Rıfkı, dedemin çok yakın bir dostu idi…

Zaman zaman onların yazılarını okuyup paylaşmanın son derece mühim olduğu kanaatindeyim…

Gelin ülkemizin 74 yıl öncesindeki gündemine bir bakalım…

***

Falih Rıfkı Atay

Pazar Postası

Ankara

8 Temmuz 1951

                           Daldan Dala

Rüşvetin en ucuzu nedir bilir misiniz? Kiralık rozet!

Doğuya doğru vilayetlerimizden birinde Demokrat Parti rozeti takarak devlet kapısında iş takip etmek en iyi çare olduğu fikrini yaymışlar. Hemen açıkgöz bir ocakçı, bucakçı rozet kiralama usulünü keşfetmiş. On kuruş verip yakanıza takıyormuşsunuz. Akşam üstü de ocakçı, bucakçıya geri veriyormuşsunuz. Bira ve maden suyu şişeleri gibi, ayrıca depozito bırakılıp bırakılmadığını bilmiyorum.

Ehh… Bu rozete bir de muska kerameti verebilseler… Üç günde sıtmayı, üç ayda mide sancısını iyi ettiği gibi birtakım hassalarını da ağızdan ağıza fısıldasalar…

Demokrat Parti’nin 14 Mayıs seçimlerinde baş parolası

“Her derde deva” değil miydi?

Evet bu rozette bazı kerametler olduğu inkâr edilemez. Partizan mısın, seni hendese bilmeden mühendis, hesap bilmeden bankacı, ampulü tavanda görmüşken koca bir şehrin elektrikçi başısı yapar. Partizanın derdine devadır, buna şüphe yok.

Fakat millete gelince, vaktiyle saray eczanesinin kapısına yazıldığı gibi, bu rozette de “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı”.

Birtakım demokratlar eski yazdıklarının ve söylediklerinin tekrarlanmasına kızmakta haklı mıdırlar?

Son Fransız seçimlerinde bir komünist listesinin başına geçen eski nâzır Pierre Cot’un siyasi muhaliflerini onun 1940’ta Stalin ve Fransız komünist partisi aleyhinde Oeuvre gazetesinde çıkan bir fıkrasını almışlar. Halka okumuşlar. “O gün öyle, bugün böyle diyen adama nasıl inanırsınız?” demişler.

Demokrasilerde hemen her vatandaş sicil tutmayı bilmelidir. Çünkü demokrasi rejimlerinde karakter akıldan önce gelen bir vasıftır.

Mesele sözün kandırıcı olup olmamasında değil, adamın inandırıcı olup olmamasındadır. Bunu her politikacının iyi tutulmuş sicili gösterir.

Ticanîlerin kökü Fas’ta, Nakşibendilerin Bağdat’ta, şu tarikatın Mısır’da, bu tarikatın Hicaz’da…

Vaktiyle Türkiye’yi içinden yiyenler, şimdi dışından kemirmektedirler.

Biz bunlara Hakkın bitip tükenmek bilmeyen ziyafeti miyiz?

Dal budakları da kökleri nerede ise oraya gönderemez miyiz? Bir defa da birbirlerini yeseler de biz seyretsek…

Yoksa Türkler, gökten inen kurbanlık koyunun zürriyeti midirler?

Bir gün haydutlar Ayaş belinde bir yolcu arabasını çevirmişler. İçlerinden biri haydutsa da ne kadar olsa bizdendir, kendimi göstereyim de elinden kurtulayım demiş. Arap şivesiyle bir şeyler söylemeye ve okumaya başlamış. Meğer haydut Hicaz’da, Suriye’de askerlik çilesi çekenlerdenmiş. Yolcuların hepsini bırakmış. Yakalamış yakasından sahtekârı bir yandan soyar, bir yandan:

-Arabistan’da bunca çektiğim yetmedi de burada da mı karşıma çıktın? der ve verirmiş kırbacı!

Köylüsün safsın, seni okutmadık tarih bilmezsin. Fakat babandan, dedenden, şimdi sana sözde tarikat gönderen bu diyarlarda neler görüp geçirdiğini de mi duymadın ve dinlemedin.

Sana senden başkasına hayır gelmeyeceğini hâlâ mı öğrenmeyecek misin?

Bu fesatçıların sakallarındaki kınayı tahlil etsen, içinde Türk kanından birkaç damla bulursun!

                                       ***

Fakat kusur halkın değil, köylünün değil, hattâ bu yıllanmış mukaddesat tüccarlarının değil, kusur, kusur da değil, cinayet sözde okumuş, öğrenmiş sahtekarların…

Bu tüccarların politikada komisyonculuğunu yapan aşağılık oportünistlerin… Dün kazanç nerede idi, inkılâpta mı, onu sömürüp bugün çıkar nerededir, irtica ve ırkçılıkta mı, şimdi bu sömürenlerin…

Cinayet ne inkılâba ne irticaa ne dine ne mukaddesata ne halka, bir şeye inanmayan ve zaman zaman hepsine inanmış görünerek siyasi hayatını bir geçim mesleği, bir esnaflık haline koyanların…

Dün bu fikir, bugün bu fikir, dün bu parti, keşkülü boynunda kapı kapı dolaşanların…

Zavallı halk, sen Atatürk’e inanmıştın, bağlanmıştın. Sen mürteci değilsin. Mürteci bu imansızlar, bu dönekler, bu bir gün vatanı yerde yatar görseler, yorgan çarşaflarını beş misli fiyatına ona kefen diye satıp ar yılı değil, kâr yılı diye çalıp oynayacak olanlar…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün