Hepimiz bağımlısı olduk diyebilir miyiz sosyal medyanın? Başımıza bu işi kim sardı diye bakarsanız bu alanda birçok isim görürüsünüz. Bunların başında Mark Elliot Zuckerberg geliyor. 1984 doğumlu bu genç Amerikalı bilgisayar programcısı hepimizin ilk hesaplarını oluşturduğu Facebook’un kurucusu, Time's tarafından 2010’da yılın adamı seçildi. Bazı mecralar kayboldu, bazıları yepyeni alanlar yarattı. Kısa zamanda; oturduğu yerde milyonlarca takipçi sahibi olanlar, dünya kadar insanı takip edenler, kendi hesabına sayısız arkadaş ekleyenler dünyaya hükmedercesine büyük bir hızla zamanın izleyicisi oldu. Böyle bakıldığında adına sosyal medya denen bu alan, mucize gibi bir şey ama içi tehlikelerle dolu bir dünya aynı zamanda. Kimi izlediğimiz, hangi platformları takip ettiğimiz, nelere ilgi duyduğumuz; neredeyse bizim inisiyatifimizden çıkıyor zaman zaman… Başkalarının izledikleri, yazdıkları, paylaştıkları, dikkat çektikleri; bizim gündemimiz oluyor. Bütün bu hızlı karmaşanın içinde gençleri; bu başkalarından, olmaması gereken paylaşımlardan korumamız gerekiyor ama nasıl, nereye kadar?
Bir de tersinden bakalım bu meseleye… İşte o zaman konu, mesele olmaktan çıkıp son derece faydalı bir alana dönüşüyor. Bilgisayarcıysanız gelişmelere, finansçıysanız dünyanın anlık dinamiklerine; benim gibi edebiyatçıysanız edebiyatın satır aralarına, takip etmek istediğiniz her konuya, sanatçıya, istediğiniz her isme anında ulaşabiliyor, yeniliklere anında vakıf olabiliyorsunuz. Haber veren alanları izliyorsanız dünyada olup bitenler saniye içinde ekranınıza düşüyor. Yok bunlar benim ilgimi çekmiyor, diyorsanız kim ya da ne hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız karşınızda onları bulabiliyorsunuz.
Güzel olan şu ki hiçbir şey saklı kalmıyor, hiç kimse gizlenemiyor. İşe iyi tarafından bakarsak yenilikleri hızla yakalamak, bilmediklerimize istediğimiz kişi, kanal ve yolla hemen ulaşmak, bizi belki de başkalarına göre daha başarılı yapıyor. O zaman bu mecrada hazırlayacağımız sayfalar, seçeceğimiz konular, paylaştığımız bilgiler veya vereceğimiz haberlerin başkalarına fayda sağlayacak türden olmasına dikkat edersek oturduğumuz yerde şahane bir sosyal sorumluluk bilinci yaratmış olmaz mıyız?
Bir ülkenin kuruluş tarihçesini; bir şarkının bestelenme, bir güftenin yazılma hikayesini, bir sanat eserinin ortaya çıkma sürecini paylaşan biri sizce sosyal bir iş yapmış olmaz mı? Hiç aklınızda yokken bambaşka bir alanla ilgilendiğinizi fark etmediniz mi hiç? Dünyanın hiç bilmediğiniz coğrafyalarına seyahat etmek istemediniz mi gördüğünüz fotoğraflar sayesinde? Ya da ihtiyaç sahibi birini gerçekten fark edip onun için seferber olmayı seçmediniz mi? Bu tür konulara dikkat çekmek, insanı daha çok insan yapmaz mı sizce de?
Hayatın içinde her gün yepyeni gündemlere uyanıyoruz. Bazen içimizi sızlatan, yüreğimizi yakan, kalbimizi sıkıştıran gerçekler oluyor bunlar; bazen de içimizi ısıtan, bize insan olduğumuzu yeniden hatırlatan, gelecekle ilgili ümitlere yeniden kapılmamızı sağlayan ayrıntılarla yüz yüze geliyoruz.
Demek ki ilk insanın yanındakine bir parça yemek uzatmasıyla yapay zekayı kullanarak bir hastalığa çare bulması aynı şey; eğer insan olmaksa niyetimiz, sonuç hep aynı…
İyiliğe çıkıyor bütün yollar…
Bunu yapmak, bizim insanlık görevimiz aynı zamanda. Çözülememiş bir problemi çözmek, zor bir soruya cevap vermek, gerçekten yardıma ihtiyacı olanı herkese duyurmak, doğru bir sebeple başkalarını bir araya getirmek; herkesin görevi…
İyilik elçisi olmak için sosyal medyayı pekala kullanabiliriz hepimiz… Üstelik bunun için çok da fazla uğraşmamıza gerek yok. Biraz dikkatli olmak, uyanık ve farkında davranmak, insanı sevmek, hayata bağlı olmak, dünyayı daha yaşanır bir yer haline getirmeyi seçmek yeter de artar bile…