Küçük kağıtlardaki mesaj

İzel ROZENTAL Köşe Yazısı
28 Mayıs 2025 Çarşamba

Tesadüflere inanmam. Bu sözcük insan hatalarını örtmek için uydurulmuş bir kavramdır. Bir öğrenci kopya çekerken mi yakalandı? Öğretmen tam o esnada yanından geçmeseydi yakalanmayacaktı, ne aksi tesadüf! Buyrun size bir aksi tesadüf daha: Trafik tıkanmasa adam uçağını kaçırıp eve dönmeyecek, karısını en yakın arkadaşıyla yatakta yakalamayacaktı! Ya da günümüzün yaygın örneği: Bütün maç boyunca rakibini ceza alanına kitleyen, fakat bir türlü gol atmayı beceremeyen, ancak ilk kontratakta kalesinde golü gören takımın antrenörünün savunması: “İyi oynayan bizdik, rakip tesadüfen kazandı!”

Eylülden beri geçen yıl ebediyete uğurladığımız annemin evini boşaltmakla meşguluz. Evet, dokuz ay boyunca karnında taşıyıp bana can veren annemin evini, tam dokuz aydır boşaltamadım! Fakat bu gecikmenin tek suçlusu ben değilim. Sevgili eşimle kızım da en az benim kadar sorumlular. Ancak  gerçek suçlu aranacaksa, o kişi müteveffa annemdir. Kadın ömrü boyunca elinden ne geçmişse saklayıp biriktirmiş! Evin her tarafı anılarla yüklü. Her yerde onun kokusu, onun izi, hatta kimi zaman onun sesi… Zor iş!

Çekmeceler, sandıklar, dolapların üstleri, altları, yataklar, koltuklar, kitaplık, ciltli kitapların sayfaları, her yer belge, mektup ve fotoğraf dolu! Yıllar boyunca kendisine yazılmış nameler, ilkokul, lise karneleri, kardeşimin, benim, ergenlik yaşlarımızda birbirimize yazdığımız mektuplar, sevgililerle olan yazışmalar, naif ve hatta komik şiirler… Karıştırdıkça her köşeden farklı şeyler çıkıyor! An geliyor gözlerimden süzülen damlaları silmek için ara veriyor, elimde olmadan geçmişe gidiyorum…

Bir ara kızım elinde bir ayakkabı kutusuyla belirdi: “Baba, bunları ne yapalım?” İstemsiz bir şekilde kutuya elimi daldırıyorum. Küçük dikdörtgen kağıtlar, her biri bir mektup kağıdının dörtte biri boyutunda. Bazı resmi yazışma, makbuz, fatura gibi evraklar özenle kesilmiş, arka yüzlerinde el yazısıyla çeşitli notlar karalanmış. Eskiler, yokluk dönemlerini yaşamış olanlar öyle yapardı, hiç bir şeyi ziyan etmezlerdi. “Hepsini at” talimatını veriyorum kutuyu kızıma iade ederken.

Aynı akşam, koltuğuma kurulmuş maç seyrederken, bir süredir İstanbul dışında yaşamayı tercih eden bir sanatçı arkadaşımın fotoğraflı ‘vatzapp’ mesajı düşüyor telefonuma: “Böyle delilik gördün mü?” Delilik dediği, yıllardır biriktirdiği evrakların, belgelerin boş kısımlarını kesip not kağıdı olarak ayırıyor olması. Masası, sehpalar, sandalyelerin üstleri hepsi minik kağıtlarla dolmuş. ‘Ürettiği’ bu not kağıtlarından sağlık ocağındaki hekime götürüp verirmiş, pek de makbule geçermiş. Fakat şimdi hayatımızdaki hemen her şey gibi sağlık ocağı da dijital reçeteye geçmiş, artık bu küçük kağıtlara gereksinim duymuyorlarmış. Öyle olunca da ev kağıttan geçilmiyormuş.

Maç zevksizdi, uzaktaki dostumu arayıp eski bir anımı aktardım. 70’li yılların ortasında, bir arkadaşımla birlikte bir ticari maceraya atılmıştık. Sermayemiz kısıtlı olduğundan, kayınpederim Tahtakale’de Prevuayans Han’daki yazıhanesinin bir köşesini bize ayırmıştı. Dışarıdaki işlerimiz bittiğinde, iki kafadar küçücük masamızın başına çöker hesap-kitap işleri yapardık. Bu arada kayınpederimi ve kendisinden biraz yaşlı ortağını ibretle izlerdik. Her ikisi de karne ve yokluk yıllarını yaşamış insanlardı. Bu nedenle tasarrufa büyük önem veriyorlardı. Akşamları, eve gitmeden önce, gün içinde gelen bütün mektup ve evrakları birer birer ayıklayıp, tıpkı arkadaşımın yaptığı gibi boş yerlerini keserek not kağıdı olarak ayırıyorlardı. Bununla kalsalar iyi, evraklardaki iğne ve ataçları tek tek söküp kutucuklara yerleştiriyor, zarfların üzerindeki damgasız pulları özenle sökerek tekrar kullanmak üzere saklıyorlardı. Maddi durumları fena sayılmazdı, ancak israf onların gözünde affedilmez bir suçtu!

İki gün sonra Tophane’deki Tütün Deposu’nda açılmış olan, Waseem Ahmad Siddique’nin “…Şimdi! (Evinizde kalabilir miyim?)” başlıklı yerleştirme sergisine gittim. Aslen Pakistanlı (Lahorlu) olup yirmi yıldır ülkemizde yaşayan sanatçı, çeşitli metin, çizim, fotoğraf ve videolardan oluşturduğu duygu yüklü denemesinde, göçmen olarak gurbette yaşamanın ağırlığını paylaşıyor izleyiciyle.

Sergiyi gezeken duvardaki küçük kağıtların birindeki şiire takıldım:

Bir zamanlar her çatı üzerinde bayraklar sallanan şehirler vardı, / Her bayrağın üzerinde bir dua, / O dualar benimle kaldı, / Annem konuşurken, / Kullandığı kelimelerin içine bakıyorum, / Bana şöyle söylüyor: / Benim evim yok, yalnızca gölgelerim var, / gölgelere ihtiyaç duyduğunda, / Benim gölgem senindir.”

Birden beynimde şimşek çaktı. Hızla annemin evine gittim. Kızımın gösterdiği kutuyu buldum. İçindeki küçük kağıtları bir bir çıkardım. Hepsinin üzeri çeşitli şiirler, yazılar ve hatta aşk sözcükleriyle doldurulmuştu. El yazısı anneminki değildi. Belli ki çok eskilerden bir kişi ona bu notları yazıp vermiş, annem de kağıtları bu karton kutunun içine gömmüştü. Sonra kutunun dibinde ters duran sararmış fotoğrafı fark ettim. Bir stüdyo fotoğrafıydı. 1950 yılından geliyordu. Henüz doğmamıştım. İkisini bir arada hayatımda ilk kez o an gördüm, annemle babam yanak yanağa poz vermişlerdi! Oysa ben çok küçükken olaylı bir şekilde ayrılmış, bütün fotoğraflarını imha etmişlerdi. Elimde tuttuğum fotoğraf benim için emsalsiz değere sahipti ve üzerinde ‘annemin gölgesi’ vardı!

Kutudaki küçük kağıt parçaları, arkadaşımın ‘delice uğraşısının’ zamanlaması, Waseem’in sergi duvarına toplu iğnelerle tutturduğu küçük kağıtlarda yazılı olanlar… hepsi tesadüf olabilir mi? Ben buna tevâfuk diyorum ki, bu sözcüğün başka hiçbir dilde karşılığı yok.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün