İnsanların bildiğinden farklı bir dil geliştirenler, programlaması yapılırken birdenbire sinirlenip etrafa saldıran ve kırıp döken humanoidler, hiçbir altyapısı olmaksızın online uçuş simülatörü yayınlayıp ayda 87 bin dolar kazananlar, roman yazdıranlar, senaryo oluşturanlar, görüntü düzenleyenler, tez hazırlatanlar ve çok daha fazlası... Yapay zekâyı konuşmaktan bıktığımız halde her türlü işimizi ona yaptırdığımız bir döneme giriş yaptık. Yapay zekâyı bile yapay zekâya soruyoruz. Gemini gibi modellerle karşılaşan çocuklarımızın bir süre bu yapay zekâ asistanı ile sohbet etmesinin ardından aradan saatler geçmiş olmasına rağmen güne gözlerimizi yeni açıp günü planlarken birden yapay zekânın bu sohbete ortak olduğunu fark ediyoruz. Yetmiyor, evdeki akıllı robotlarımızın sadece ev süpürme/silme gibi işlerini az bulduğumuz için yine yapay zekâ tabanı sayesinde basit veri girişleriyle evdeki çiçeklere su verdirtebiliyor, kedi veya köpeğimizle oyun oynamasını sağlayabiliyoruz.
Yapay zekâ artık günlük bir müttefik olarak sunulup hayatımızı kolaylaştırmayı vaat etse de halen çok büyük riskler taşıyor. Bu riskler yalnızca yeni iş sahalarının doğması ve diğerlerinin ortadan silinecek olması değil. Yapay zekâdan değil, yapay zekâlardan konuşmamıza rağmen teknoloji ve sermaye kimin elindeyse algı halen o yönde ilerliyor. Yakın zamanda kültürlerarası adaptasyon ve çok kültürlülük üzerine yapay zekâ tabanlı bilimsel oyun projeleri üzerine çalışmaya başladım. Maddi destek alır veya almaz; bilemem; ancak hâlihazırda görünen manzaranın pes dedirtecek kadar sığ kültürel temsiliyet eşitsizliklerinin üzerinde ilerlemesiydi.
Kerem Rızvanoğlu’nun yazısında konuyla ilgili kısa bir tarihçe oldukça güzel özetlenmişti: “1980-1990 arasında erken yapay zekâ sistemleri neredeyse tamamen İngilizce üzerine odaklandı, diğer dillerin ve kültürlerin özgün özelliklerini göz ardı etti. 2010’ların başında, büyük veri ve makine öğrenmesinin yükselişiyle birlikte, kültürel önyargı sorunu daha da belirginleşti. Algoritmalar, büyük ölçüde Batı odaklı veri setleriyle eğitildi ve bu da küresel perspektiften bakıldığında markalar nezdinde kriz iletişimini gerektiren talihsiz sonuçlar doğurdu. Örnek vermek gerekirse, 2016’da Microsoft’un geliştirdiği Tay adlı sohbet botu, yalnızca birkaç saat içinde ırkçı ve cinsiyetçi ifadeler kullanmaya başlamıştı. Bunun nedeni, botun mevcut çevrimiçi içerikler üzerinden kendini eğitmesi ve yine bu içeriklerdeki tüm toplumsal önyargıları olduğu gibi yansıtmasıydı. 2015 yılında Google Photos’un görüntü tanıma algoritmasının siyahi insanları ‘goril’ olarak etiketlemesi, bu bağlamdaki en çarpıcı örneklerden biri olarak hafızalara kazındı. Bunun sebebi, algoritmayı eğitmek için kullanılan veri setindeki kültürel temsiliyet eşitsizliğiydi.”
Amerika’da yapılan bir araştırma yapay zekânın kültürel çeşitliliği önceleyerek Batı ağırlıklı kültürel özellikleri silebileceği üzerine temelleniyor. Bunun için Cornell Üniversitesinden bir ekip, 118 Amerikalı ve Hintli katılımcıyla bir deney gerçekleştirmiş ve her bir katılımcıdan yapay zekâ yazma asistanının yardımıyla veya yardımı olmadan, kültürel temalar üzerine metinler yazmaları istenmiş. Ancak sonuçlar, yapay zekânın yazma hızını artırırken, kişisel ve kültürel stilleri de kökten değiştirdiği yönünde olmuş. Hintli katılımcılar yapay zekânın önerilerine uyum sağlamak için çok sayıda değişiklik yapmak zorunda kalmış. Örneğin, yapay zekâ ülkenin en büyük festivallerinden ışık festivali Diwali'yi göz ardı ederek Noel’i öneren metinler ortaya koymuş. Ancak daha çarpıcı olanı, Hintli kullanıcıların bir yapay zekâ modelinin yazım önerilerini kullandıklarında, Amerikan yazım stillerini taklit etmeye, Hint kültürüne ait festivalleri, kendi yemeklerini, kendi kültürel eserlerini Batılı bir bakış açısıyla anlatmaya başlamaları olmuş. Özetle bu temsiliyet eşitsizlikleri yalnızca yapay zekânın yönlendirmesinde değil, çoğunlukla insanların bakış açısında ve görme biçimlerinde de yatmakta. Böylelikle çok kültürlülük yerine hegemonya ve başka bir kültür içerisine empoze edilmeyi önceleyen bir bakış açısı ön plana çıkıyor.
Araştırmanın başında olanlar Batı standartlarının diğer kimliklerin zararına dayatıldığı sinsi bir kültürel egemenlik olan gerçek bir yapay zekâ sömürgeciliğini vurgulayarak, insanların yazma biçimlerini standartlaştırarak, kendi kültürlerini yabancı bir mercekten görebileceğini ve bunun da bireysel algılarını değiştirme noktasına gelebileceğini belirtiyorlar. Ek olarak, risklerin çok büyük olduğunu, insan ifadesinin zenginliğini ve çeşitliliğini, seslerin ve hayal gücünün çoğulluğunu korumanın ve dijital homojenleşmeyi önlemenin sadece etik bir tercih değil, aynı zamanda kolektif bir acil durum olduğunu savunuyorlar. Aynı zamanda kültürel özelliklere daha fazla dikkat eden politikalar ve araçlar oluşturmak için endüstriyle güçlerini birleştirmeyi düşünüyorlar.