Yerli ve millî matsa

İzel ROZENTAL Köşe Yazısı
30 Nisan 2025 Çarşamba

Bir Pesah Bayramını daha geride bıraktık. Eskiden bazı yıllar gündeme gelen matsa ve matsa unu sorunu 2025’te yeniden hortladı. Yıllardır bu ürünlerin ithal yoluyla temin edilmesine alışmıştık. Galata’daki eski matsa fırını her defasında arıza çıkardığından, 2007 yılından itibaren yurt dışından ithal yoluna başvurulmuş, gelen ürünlerin kalitesi toplum tarafından beğenilince, iyice eskimiş olan fırın yenilenmemiş, bu yolda devam edilmişti. Artık marketlerde çeşit çeşit matsa bulmak mümkündü, çikolatalısını bile! Alan memnun, satan memnun…

Ancak bu yıl aksilikler ardı ardına geldi. İsrail’den ithalat yasaklanınca, ABD’den ithal yoluna gidildi, fakat matsa unlarında eser miktarda GDO (soya geni) bulununca unlar gümrükte bekletilerek matsaların bir kısmı un haline getirildi. Böyle olunca da küçük çapta bir yokluk krizi yaşandı.

Bu süreçte, sanat merkezi yönetmekle Şalom’da yazıp çizmek dışında hiçbir önemli ünvan ve görevi olmayan bendenize bile onca “istek” telefonu geldiyse, toplumumuzun yöneticilerini hiç düşünemiyorum! Her yıl kendi mensuplarına matsa ile matsa ununu dağıtan Aşkenaz Vakfı idarecilerinden aldığım bilgiye göre, önceki yıllarda hiç talep etmeyenler bile bu yıl sıraya girip adlarını yazdırmışlar.

Dolaylı yoldan da olsa, kendimi meselenin içinde bulunca, 2012 yılında yazmış olduğum ‘Hitler Fırında’ başlıklı makaleyi hatırladım. Biraz kısaltarak aktarıyorum:

“Geçtiğimiz 28 Mart Çarşamba akşamı, Galata’daki Hamursuz Fırını’nın üst katında ilginç bir yerleştirme sergisinin açılışı gerçekleşti. Serginin başlığı her ne kadar ‘Bir Mekânın Tüketilme Denemesi’ ise de, benim algıladığım mesaj farklıydı: Bir mekânın yeniden yaşatılma denemesi!

Önce mekânı anlatayım. Burası eski bir hamursuz (matsa) imalathanesi… 1992 yılında David Elhadef’in gayretleriyle modernize edilen bu hamursuz fırını, 2007 yılında verimsiz bulunarak kapatılmış. Gerçekten de günümüzün teknolojik olanaklarıyla üretim yapan modern fabrikaların bantlarında 8 saatte üretilen mayasız ve tuzsuz hamursuz bu tesiste ayni miktarda üretmek için tam 2 ay gerekiyormuş. Üstelik fırının uzunluğu da 28 metre olması gerekirken, sadece 21 metreymiş. Bu bilgileri serginin mimarlarından Sibel Horada’dan aldım.

Sibel hızını alamayıp bana matsanın su ve unla yapıldığını ve suyun buharlaşmasını sağlamak, unun da kabarmasını engellemek için en fazla 18 dakika boyunca karıştırılarak pişirildiğini anlattı. Tüm bu işlemin elle yapılabileceğini, bu konuda 1 Nisan Pazar günü aynı mekânda bir performans gerçekleştireceğini söyledi. Gerçekten de Mısır’dan göçen Yahudilerin, o zaman ekmek yapmak için yanlarında makineleri, hele ki 21 metre uzunluğunda böylesi bir fırınları hiç olamazdı…

(…) Yukarıdaki kalabalığa ve uğultuya karşın alt katta kimsecikler yoktu, odada ağır bir sessizlik hüküm sürüyordu. Makinenin görünümü hantal olmasına karşın bayağı heybetliydi. Belli ki temizlenmiş, bizim gibi yolunu şaşıran ziyaretçiler için özel olarak süslenmiş, parıldamıştı. Ama onlarca davetli, yukarıda farklı televizyon cihazlarının ekranlarında, Sibel Horada’nın yeniden canlandırdığı ‘İsimsiz Makine’ adlı bol uğultulu yerleştirmesini izleyip sanatçının verdiği mesajı çözmeye çabalarken, makinenin kendisi aşağıda, ‘Ben hâlâ buradayım!’ diye sessizce haykırıyordu.

Bu etkinliğe emek veren tek sanatçı Sibel Horada değil elbet. Eytan İpeker’in karanlık bir odaya hapsettiği, sınırsız sayıda beste yapma yeteneğine sahip soyut piyano videosu, Reysi Kamhi’nin ‘Evhane’ yerleştirmesi ve Neşe Nogay’ın ‘Babanem'adını verdiği nostalji dolu albümü ve objeleri serginin katmanları arasında.

(…) Keyfimi tek kaçıran, ne yalan söyleyeyim, daha avluya girmeden varlığını hissettiren yoğun güvenlik önlemleri ve çevrede bekleyen çok sayıdaki güvenlik görevlileriydi. Burası eski bir hamursuz fabrikasıydı ve artık bir sanat evi olarak hizmet görüyordu. Onca güvenlik önlemine ne gerek vardı? Aslında bu sorunun yanıtı, hafta içinde Cemaat Başkanımız Sami Herman ile Başkan Vekili İshak İbrahimzadeh’in TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerine söylediklerinde yatıyordu: ‘Mekânlarımıza suçluluk kompleksi içinde giriyoruz!’

(…) Mekândan ayrılırken güvenlik görevlilerine tekrar göz attım. Sanki sayıları artmış gibiydi. Birden şöyle bir şey düşledim: Fırın çalışıyor. Hamursuz makinesinin bandı patır kütür dönüyor. Dünyada ne kadar ırkçı kavram, ayırımcı söylem varsa hepsi dev fırının içinde eriyor, yok oluyor. Öbür taraftan çıkan hamursuzlar ise beyaz güvercinlere dönüşüyor, kanatlanıp dört bir yana havalanıyorlar. Bu esnada güvenlikçiler sert bakışlarından kurtulup davetlilere karışıyorlar. Yukarıdaki uğultu kesiliyor. Eytan’ın piyanosu canlanıp hapsolduğu karanlık odadan kurtuluyor, neşeli notalar çıkarıyor. Hep birlikte hora tepiliyor, ateşin üzerinden atlanıyor, çılgınca dans ediliyor.

Kış ve ‘ölüm' geride kaldı, yeniden dirilme zamanı şimdi!

Japonya’da kiraz ağaçları pembe-beyaz çiçek açarken, İstanbul’da Boğaz’ın sularını renklendirecek mor erguvanlar yeni yeni tomurcuklanıyor. Ortak değerlerimizi birlikte korumak, ne büyük mutluluk! Bahar, Nevruz, Paskalya, Pesah, Hıdrellez… Yeniden, bir kez daha hoş geldiniz!” (04 Nisan 2012)

Meğer bundan 13 yıl önce bayağı iyimsermişim!

Not: Yazının tamamını Şalom arşivinden ya da http://www.izelrozental.com/tr/YAZI-VE-ROPORTAJLAR.html adresinde okuyabilirsiniz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün