Söylediklerini her zaman güncel olarak gördüğümüz Montaigne’in, sıkça kullanılan bir sözüdür: “Her insanda, tüm insanlığın halleri vardır.” Benim gibi bu yaklaşımla deneme yazanlar kendimizden söz ederken, aslında başkalarını da anlatmış olduğumuzu biliyorsunuz. Bu sözlerimi yalnızca edebiyatın bir türüyle sınırlı tutmuyorum. Elbette ki okuduğumuz bir öykünün ya da bir romanın satırları arasında da kendimizi bulabiliriz. Bir şairin dizeleri, ansızın bizi yüreğimizden vurabilir.
Bu yeryüzünde, aynı anda ya da farklı zamanlarda, kaç kişi bir yazarın anlattığı olayları yaşamış, onlar kadar duygulanmış, aynı şeyleri düşünmüştür, kim bilir. Yazarlar da bu dünyanın, bir başka deyişle insanlık ailesinin bireyleri olduklarına göre, bunu doğal karşılamamız gerektiğini söyleyebilirim. Onlar ister yalnızca kendilerini, isterse gözlemlediklerini anlatmış olsunlar, sözleri bize hiç yabancı gelmeyecektir. Kuşkusuz bunun da farkına varabilmek için okumak, düşünmek, kısaca kendimizi eğitmek durumundayız.
Ben insan hallerinden söz ederken, yalnızca duygu, düşünce ve davranışlarımızı değil, paylaştığımız tüm değerlerin bizi doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediğini söylemek istiyorum. Bilinen deyimiyle, aynı gemide olduğumuzu…
On yedinci yüzyılın ünlü İngiliz şairi John Donne’un, çoğumuzun bildiği ünlü dizelerini anımsayalım:
“İnsan bir ada değildir / bütün de değildir bir başına / anakaranın bir parçası / okyanusun bir damlasıdır (…) bir insanın ölümüyle eksilirim ben / çünkü bir parçasıyım insanlığın / işte bu yüzden hiç sorma çanların kimin için çaldığını / çanlar senin için çalıyor.”
Evet, çanlar senin, benim için çalıyor; hepimiz için!
Bu sözler aslında hiçbirimize yabancı gelmiyor. Ünlü yazar Ernest Hemingway, bu şiirin bir dizesini kitabının adı olarak kullanmıştı: Çanlar Kimin İçin Çalıyor?
Ayrıca sormak gerekir: Şairin dile getirdiği gibi, hangimiz kendini insanlığın bir parçası olarak görüyor?
Usta öğrencilerine dersini anlatırken, gecenin bittiğini ve gündüzün başladığını nasıl anlarız, diye sormuş. Biri, bir köpeği bir kurttan ayırt ettiğimiz zaman, demiş. Bir diğeri, incir ağacını zeytin ağacından ayırabildiğimizde, demiş. Öğrenciler soruyu kendilerince yanıtlamaya çalışmışlar; ancak Usta onlara yanıldıklarını söyleyince, ondan doğru yanıtı beklemişler. Usta öğrencilerinin gözlerine bakarak: “Bir yabancıyı gördüğümüzde, onun da kardeşimiz olduğunu anlayabilirsek, gece bitmiş, gündüz olmuş demektir.”
Ünlü Rus yazarı Aleksandr Soljenitsin, iyi ile kötüyü ayıran çizginin devletlerden ya da siyasal partilerden değil, insan yüreğinin tam ortasından geçtiğini söyler.
Gözlerimizdeki gece karanlığını aydınlatan bir olgunluğa ulaşmamız o denli kolay olmasa gerek! Bu konuda yalnızca düşünsel alanımızı değil, yüreğimizi de eğitmemiz gerekiyor. Bırakın bir yabancıyı, en yakınımızdaki insana olsun kardeşçe yaklaşamıyor, ona sevginin sıcaklığını yansıtamıyorsak, hayatımızda bir şeyler eksik kalıyor demektir.
Ne de olsa aynı gemideyiz!