Geçtiğimiz haftalarda, Kuzey Kore'nin en az 11 bin askerinin Rusya'ya gönderildiği haberi bir anda gündeme oturdu. Bu gelişmenin hemen ardından, Güney Kore, Kuzey Kore'nin Ukrayna işgaline yardım etmesine karşılık "boş oturmayacağını" ve Kiev'i doğrudan silahlandırmaya başlayacağını dile getirdi.
Elbette Kuzey Kore Başkanı Kim Jong-un da boş durmadı ve Kore Yarımadası’ndaki artan gerginliklere dair bir uyarı niteliğinde, 86 dakika boyunca havada kalabilen kıtalararası bir balistik füze ateşledi. Bu füze, Japonya’nın Hokkaido Adası’nın 200 km yakınına düştü ve bir anda Rusya’ya gönderilen askerler konusu medyada önemini yitirdi.
Bugün Kore Yarımadası’nda yükselen tansiyonun kökeni, 20. yüzyılda yaşanan savaşlara dayanmakta.
Kore, 1910 yılında Japonya tarafından ilhak edilerek bir sömürge haline getirildi. Japonya, II. Dünya Savaşı'nda ABD’ye yenilince Kore, Sovyet Birliği ve ABD güçleri arasında bölüşüldü. Peki o dönemde Kore süper güçler için neden bu kadar önemliydi?
Kore'nin Çin, Japonya ve Güneydoğu Asya'ya yakın konumu, onu stratejik olarak değerli kılıyordu. Güney Kore'yi kontrol etmek, ABD'nin Doğu Asya'daki ticaret yollarını yönetmesine olanak tanıyacak ve özellikle Japonya'da kuracağı üsleri güvence altına almasını sağlayacaktı. Sovyetler Birliği ise Kuzey Kore'yi kendi sınırlarına olan yakınlığı nedeniyle kontrol altında tutmak istiyordu. Böylece Sovyetler Birliği, ağır sanayi açısından daha gelişmiş olan kuzey bölgesinde hakimiyet kurarken ABD ise tarımsal açıdan zengin olan güney bölgesinin kontrolünü eline geçirdi.
1948 yılında, Kuzey Kore, Kim Il-sung liderliğinde resmen kuruldu ve baskıcı Stalinist bir rejim uygulanmaya başlandı.1950 yılında ise Kuzey Kore, yarımadayı komünist yönetim altında birleştirmeyi amaçlayarak Güney Kore'yi işgal etti. Bu işgale karşılık, ABD liderliğindeki Birleşmiş Milletler, Güney Kore'yi desteklemek için müdahalede bulunurken, Çin ve Sovyetler Birliği Kuzey Kore'yi destekledi. Savaş, 1953 yılında bir ateşkes anlaşmasıyla sona erdi.
Kim Il-sung'un oğlu Kim Jong-il, babasının ölümünden sonra 1994'te iktidara geldi. 1990'larda Kuzey Kore, ciddi bir kıtlıkla karşı karşıya kaldı ve bu dönemde nükleer silahlar geliştirmeye odaklandı. İlk nükleer deneme, Kim Jong-il'in 2011'deki ölümünden sonra iktidara gelen oğlu Kim Jong-un liderliğinde gerçekleştirildi ve o günden sonra ülkenin nükleer programı genişleyerek büyüdü.
Bugün bölgedeki büyük güçler, Kuzey Kore’nin tahrik edici tutumundan rahatsız.
Japonya, Kore Yarımadası'nda ABD ile birlikte Güney Kore'nin savunmasına kendini adamış durumda. Güney Kore'nin ayakta kalması, Japonya'nın güvenliği açısından büyük önem taşıyor. Japonya, ileride Kuzey Kore’den kaynaklanabilecek kritik sorunlar ve zorluklarla karşı karşıya kalabilir. Kore Yarımadası'nda bir savaş çıkması halinde ise Japonya, ABD ile omuz omuza savaşacaktır.
Çin'in müttefikleri olan Rusya ve Kuzey Kore giderek kontrolünden çıkıyor. Çin bu durumdan memnun değil. Kuzey Kore üzerindeki etkisini de kaybetmek istemiyor. Pekin, Ukrayna’ya gönderilen 11 bin asker karşılığında, Putin'in Kim Jong-un’a hangi askeri teknolojileri verebileceği konusunda neredeyse Batı kadar endişeli.
Güney Kore, geçen yılın sonunda Kim Jong-un’un Kore Yarımadası’nda birleşmenin artık mümkün olmadığını ilan etmesi üzerine hızlıca savunma ve saldırı planlarını masaya yatırdı. Bu arada ,Kim Jong-un, ‘bir savaşa zorlanırsa’ Güney Kore’yi işgal edeceğini belirtirken, Güney Kore ise Kuzey Kore tarafından ‘kışkırtılırsa’ saldıracağını açıkladı. Dolayısıyla, her iki Kore'nin de önce saldırmak hırsından çok, önce saldırıya uğrama korkusu içinde olduğu görülüyor.
Kuzey Kore, bugün katı bir otoriter rejimle yönetilen, nükleer hırsları olan, Asya’daki jeopolitik düzeni Rusya’nın lehine değiştirmeye çalışan bir ülke konumunda. Keşke Kuzey ve Güney Kore halkları, zamanında kendilerine sorulmadan alınan bölünme kararına tepki gösterip süper güçlere karşı koyabilselerdi. Ancak Japonya’nın sömürgesi olmaktan yorgun düşmüşlerdi ve bu bölünmenin geçici olacağı inancını taşıyorlardı. Fakat maalesef politikacıların ve süper güçlerin tuzağına düştüler.
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Doğu ile Batı Almanya’nın birleşmesi, Kore Yarımadası için de bir umut olmuştu. Kuzey ve Güney Kore bu umut ışığından da faydalanamadı. Barış bir başka bahara kaldı ancak ateşkes halen devam ediyor.
Donald Trump, Kim Jong-un ile yaptığı tarihi görüşmenin ardından şöyle bir açıklamada bulunmuştu: ‘Tarihin defalarca kanıtladığı gibi, düşmanlar gerçekten de dost olabilir.’ Umarım Donal Trump’ın yeni başkanlık döneminde Kore Yarımadası’nda düşmanlar dost olur.