Düşüncem bana ait (mi)?

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
3 Nisan 2024 Çarşamba

İlgi Alanı adlı filmi ödül aldığı için duyduğunuzu düşünüyorum. Film, Auschwitz Temerküz Kampının yanı başında, Rudolf Höss’ün evinde geçiyor. Gerçek fotoğraflara epey sadık kalınarak yaratılmış peyzajlı, bereket fışkıran bir bahçe. Yüzme havuzu var, köpek koşturuyor. Sağlıklı, tombul çocuklar büyütülüyor. Yanı başlarındaki kamptan gelen dumanlar ve sesler aileyi etkilemiyor. Bazen nehirde yüzerken üstlerine insan kalıntıları yapışıyor, ancak eve gidip kendilerini dezenfekte ederek rahatlıyorlar.

Baba Höss kampın nasıl daha verimli bir imha merkezine döndürülebileceğine dair canla başla çalışıyor. Oyunculuğu ile yine hayranlık uyandıran eşi Hedwig (Sandra Hüller) gururla annesine evini gezdiriyor. Anne safça, temizliğe gittiği Ester’i de buraya getirdiklerini, onlar gittikten sonra evdeki her şeyin kapışıldığını, dantel perdeler için fiyat verdiğini ama daha yüksek bir teklife yenildiğini anlatıyor. Bu kadına temizliğe evine gittiği ailenin ne sebeple duvarın arkasındaki kampta olduğu sorulsa “Yaptıkları yanlışlarla Almanya’da sebep oldukları sorunların sonucu olarak” der.

Filmin ortalarında bir yerde, bu alt sınıfa ait yaşlı kadın kızının saray yavrusu evinden pılıyı pırtıyı alıp gidiyor. Bir not bırakarak. Benim ilk düşüncem: geceleri çalışan krematoryumun ona acı gerçeği hissettirdiği oldu. Ama hayır!  Yönetmen ile yapılan söyleşi başka bir gerçeği ortaya koyuyor: “Bifteğin nereden geldiğini bilirsiniz ama gerçekten bir inek kesilirken yanında olmak ya da kokusunu almak istemezsiniz, ya da kanın ayakkabılarınızın üstüne akmasını...”

Bu eğitimsiz kadın, aslında ne olup bittiğinin hep farkında, ancak olayın bu kadar yakınında olmak onu rahatsız ediyor.  Bir vicdan azabı yok, bir idrak yok, olamaz da. Karakterler başladıkları gibi bitiyor. Film zaten bir dakikalığına Auschwitz’in müze haline yani günümüze bakış atıyor, yığınlarca ayakkabı, saç ve diş steril bir ortamda sergileniyor. Evet, kötü bir şey yaşandı ama o zamanlarda kaldı, biz bunun parçası değiliz, o zamanın konjonktüründe doğru olan yaşandı, bitti…

Bu filmde gayet normal hareketler olarak aktarılan ‘failin perspektifi’ bana insan benliğinin işleyişine dair çıkarım yapma imkânı veriyor.

Örneğin lisan, bir toplumun düşünceleri üzerinde çok etkili. Dil, toplum içi bir dayanışma ve kabul etme kültürü oluşmasına yardımcı oluyor. Çoğu faşist sistemde rejimin kontrolü altındaki insanların düşüncesini yönetmek için yeni dil oluşuyor. Kelimeler aksiyonu çeşitlendirir veya kısıtlar. Örneğin ‘1984’ adlı romanda kötü, demokrasi, ima, özgürlük, yalan, düşünce gibi kelimeler tamamen kaldırılarak bu konularda aksiyon almak imkânsız hale getiriliyordu.

Bu sayede film boyunca kendimizi mağdurların yanında değil, faillerin yanında dururken buluyoruz. “Bu ben değilim, olamam” demiyoruz. Her şey doğal akışında, yapılan küçümseyici şakalar bile yerli yerinde, insani yönü yüksek Nazi Almanya’sını tanıyoruz. Kurallara uyan, Hansel ve Gretel masalları ile büyüyen çocuklar… Belki bilirsiniz Hansel ile Gretel masalı, açgözlülüğü yüzünden başına işler gelen çocukları anlatır…

Dilin manipülasyonuna bir kurgu örnek daha vermek isterim: ‘Dogtooth /Köpek Dişi’ adlı filmde (2009) Yunan yönetmen Lanthimos bir evin koruyucu duvarları içinde çarpıtılmış bir gerçeklikte büyütülen üç çocuğu resmeder. Anne ve babaları onlara o kadar farklı bir dil öğretirler ki, bu oğlan ve iki kız dış dünyaya sızsalar bile, geniş toplumda işlev gösterebilecek gerçek araçlara sahip değildirler.

Günümüzde artık bu tür dil manipülasyonu imkânsız sanıyorsunuz. Ancak bu yerel seçimler öncesi yine aynı tür bir aidiyet yönetimine maruz kaldığımızı düşünüyorum. Sloganlar hep “bu bir gönül işi, sevda işi, biz bu şehre/ilçeye aşkla bağlıyız” şeklindeydi. Avrupa siyasetinde de ‘aşk’a bakarken, nefretin kardeşi olduğu subliminal olarak hissettirilir… Beyaz Avrupalı gruplar aşk ve aile kavramları etrafında bir araya gelip ‘öteki’ne karşı organize olabiliyor. Kimi sevdiklerinin üzerine sıkı sıkı basınca diğer taraftan nefret ettikleri belirginleşiyor.

Bu upuzun yazıda kısaca demek istediğim: Düşüncelerimizin tam sahibi değiliz, bakış açımız ve iyi/kötü kavramlarımız yönetiliyor olabilir…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün