Mutlu musun?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
20 Aralık 2023 Çarşamba

Hava kapalı, rüzgarla birlikte pis bir yağmur yağıyor. Taksi şoförü hayatından bıkmış, mutsuz olduğu her halinden belli bir şekilde aracını sürerken, “Bir de bu karanlık ve yağmur eksikti hayatımızda” deyivermişti. Oysaki, yağmur mutluluğun ta kendisiydi. Yağmur, kuraklığın ilacıydı. Yağmur, koca şehrin devasa nüfusunun su derdine devaydı. Yağmur, tüm canlılar kadar bitkiler ve ağaçlar için de yaşam iksiriydi. Su hayatın ta kendisiydi zira. Bundan daha büyük bir mutluluk hissiyatı olabilir miydi?

Lakin mutsuzduk işte. Güneşin kendisini geçici bir süre saklamasından bile mutsuzluk devşirecek duruma gelmiştik. Aslında güneş varken de mutsuz insanlar doluydu etraf. Dün mutsuzduk, bugün mutsuzuz, yarın da mucize olmazsa yine mutluluk peşinde koşmaya devam edecektik. Zira mutlu hissetmeyi temel bir zorunluluk ve yerine getirilmesi elzem olan bir ödev olarak görüyorduk.

Peki nasıl bir şeydi bu mutluluk?

***

İnsanoğlunun mutluluk arayışı Antik Çağ’dan günümüze dek, sonuna ulaşılması zor, en gizemli yollarından birinde sürüyor yüzyıllardır.

Ancak bu yolda önemli bir kırılma yaşadı dünya insanı.

Genel anlamda, mutlulukta eskiden temel mesele iyi insan olmakken, günümüzde iyi hissetmek olmuş durumda.

Antik ve Helenistik çağlar ile Stoacıların döneminde insanın doğanın kanunlarına riayet ettiği takdirde fiziki arzuların onu ele geçiremeyeceğine inanılmış ve dolayısıyla mutlu olmanın yolunun arzuların ve hazların karşılanmasından öte, doğayla uyumlu bir şekilde erdemli bir insan olunmasından geçtiğine inanılırdı.

Stoacılar der ki, “Mutluluk ve özgürlük, bir tek ilkenin açık seçik anlaşılmasıyla başlar: Bazı şeyleri kontrol edebiliriz, bazı şeyleri kontrol edemeyiz.”

Zira doğanın kendisine özgü kanunları vardı.

Platon ise doğaya teslimiyeti şöyle dile getirecekti:

“Bir ölümlü hayatta her şeyin gönlünün dilediği gibi olmasını bekleyemezsin.”

Orta Çağ’da ise insanoğlunun merkezine yerleşen din ve Tanrı olgusu insanın mutluluğunun da mutsuzluğunun da Tanrı’dan geldiğine iddia etti. Her şeyde olduğu gibi mutluluk da sadece Tanrı’nın takdiriydi. Onu kimse hak etmediği gibi herkes de erişemezdi. Ancak asıl mutluluk, Tanrı’nın emirlerini yerine getiren için öte dünyada var olacaktı.

Aydınlanma Çağı ile mutluluk kavramı ve arayışında büyük bir değişim olur ve artık insan kendi aklıyla, kendi mutluluğuna erişebileceğini düşünmeye başlar. Rönesans ile birlikte, mutsuzluğun temel kaynağı olarak ileri sürülen, ‘ilk günahtan’ kurtulunması fikri benimsenir ve hayatın bir kefaret veya çile olmadığı düşünülmeye başlanır. Mutluluk da artık Tanrı’dan gelecek bir lütuf değil de insanın kendi aklı ile ulaşacağı bir hedef olarak kabul edilir. Zira mutluluk, eşit doğan her bir insanın aramaya ve hissetmeye hakkı olduğu bir duyguydu. Mutluluk Tanrı’nın bir hediyesi veya doğanın yarattığı talihin insana verdiği bir ödül değil, tam tersine, bizzat insan aklının erişmeye çalışacağı ve hayatın tüm insanlara bahşettiği bir hediyeydi.

Modern zamanlarda ise mutluluk anlayışı kapitalizmin yeryüzüne hakim olmasıyla birlikte başka bir büyük değişime uğrar ve mutluluğun, insanın fiziki ihtiyaçlarını karşıladığı oranda gerçekleşeceği, diğer bir deyişle, tüketim ve ekonomik gelişme ile mutluluğa erişileceği inancı yerleşir. Oysa bu dönemde de görünmez sorun vardır, diğer çağlarda olduğu gibi. İnsanoğlu hala mutlu değildir zira.

Zygmunt Bauman, “Kapitalist sistemin tüketim anlayışında, insanın para harcadıkça ve tükettikçe mutlu olduğu illüzyonu yaratıldı” der.

Bu dönemde, insanın beynine ve yüreğine, modern pazarlama araçları ve taktikleri ile neon ışıkları altında sürekli fiziki ihtiyaçlar hatırlatılır ve tüketim dayatılır. Oysa sistem, tüketim ihtiyacı tatmin edilemeyecek bir ihtiyaç modeli sunmakta. İnsan tükettikçe mutlu olmuyor, tersine daha fazla tüketme ve sahip olma duygusu peşinde mutsuzluğunu da yaşıyor. Bauman haklı olarak, “Ne için ve kimin için tüketiyoruz? Kendimizi geçici bir tatmine ulaştırmak için mi yoksa ötekilerden bir adım öteye gitmek için mi” diye soruyor.

1986’da ABD başkanlık seçim kampanyasında Robert Kennedy ezberleri bozan konuşmasında mealen ve özetle şöyle diyecekti:

“Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ne kadar yüksekse o kadar mutlu olduğumuzu sananlar yanılıyor. Zira GSMH hesaplamasında mesela tütün reklamları veya yaralıları toplamak için kullanılan ambülanslar hesaba katılır. Evlerimizi korumak için kurduğumuz maliyetli güvenlik sistemleri ve buna rağmen evlerinize giren hırsızları tıktığımız cezaevlerinin maliyetleri de kayda geçirilir. Ürettiğimiz bombaların, silahların hesabı da vardır. Öte yandan, eğitimizin kalitesini, şiirimizin güzelliğini ve evliliklerimizin kudreti ölçülmez. Cesaretimiz, aklımız ve kültürümüz dikkate alınmaz. Ülkemize duyduğumuz bağlılığımız da yoktur. Kısaca GSMH, yaşama cefasını değerli kılan şeyler dışında her şeyi ölçer.”

Kennedy kısaca maddi zenginliğin mutlulukla orantılı olmadığını anlatmaya çalışmıştı.

Haklı olup olmadığını maddi olarak yükseklerde uçanlara sormak lazım. Acaba gerçekten mutlular mı yoksa, Instagram’da görüldüğü üzere, mutsuzların sözde mutluluk illüzyonunda mı yaşıyorlar?...

***

Mutluluk sorunsalında en radikal öneriyi Nietzsche yapar. Tarihin en devrimci düşünürüne göre, modern insan mutluluğu hedonizmde aramakta ve bu tutku onu dekadansa götürmektedir. Hedonizmin içinde uzun, sağlıklı ama giderek anlamsızlaşan hayat, insanı büyük mutsuzluğa iter. Oysaki gerçek mutluluk haz kültürü ile değil, zihinsel bir ideale ulaşma ile mümkün olabilecektir. Nietzsche’ye göre bu ideal durum, insanın bildik ahlak normlarının ürettiği tüm dekadan- çökmüş- geçmişinden kurtulup onu yeni bir hayat tarzına geçirecek olan üst-insan seviyesine ulaşması ile mümkün olacak. Bu ideal sadece entelektüel kabullenme ile değil, mücadele, savaşma ve üstesinden gelme ile gerçekleşecektir. Ve böylelikle insan Nietzsche’nin çok sevdiği, her anlamda güçlü insan modeline ulaşacaktır. Burada insan; hazzı da, acıyı da varoluşun ayrılmaz ikilisi olarak kabullenip gerçek bir ideal mutluluğa erişecek. İnsan artık ‘neden daha fazla mutlu değilim’ sorusu yerine, ‘neden daha güçlü değilim’i sormaya başlayacaktır. Zira artık insanın, köle ahlakından, dekadan kültürden sıyrılıp sürüden de ayrılarak artık kendi olma durumudur söz konusu olan.

Sonuç olarak Nietzsche insanın özgürlüğünü ve özgün varoluşunu kısıtlayan bütün engelleri aşabilecek olan büyük bir güce ve mücadele ruhuna sahip olanın mutluluğa erişebileceğini söyler.

Nietzsche’nin ideal mutlu insan konumuna gelinmesi bir idealden öteye gitmeyebilir ama bu yolda atılacak her adım mutsuzluk sarmalından kurtarabilecektir insanı.

Marcus Aurelius’un yüzyıllar önce söylediğini de aklımızda tutalım:

“Mutlu bir yaşamın sırrı tutkularınızı dizginlemek, aklınızı ise dörtnala koşturmaktır.”

Pekâlâ, ya siz mutlu musunuz?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün