Ezan, çan, hazan sustu

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
15 Şubat 2023 Çarşamba

6 Şubat sabaha karşı Kahramanmaraş merkezli 7,8 şiddetindeki deprem Güneydoğu Anadolu’nun on kentini etkiledi. Toprak artçılarla sarsıldı. Zihinlerdeki artçılar ise uzun yıllar devam edecek.

Beki L. Bahar 1992’de ‘Ezan, Çan, Hazan’ olarak bilinen ‘Boğaz’da Ortaköy’de’ adlı şiiri yazdığında Antakya’da günün bazı saatlerinde birbirine karışan ezan, çan, hazan seslerinin otuz bir yıl sonra aynı anda susacağını düşünemezdi.

↔↔↔

Ekrana sabitlenmiş, arama/kurtarma haberlerini izliyordum. Göçükten çıkartılan her çocuk için önce bir sevinç, ardından burukluk hissediyordum. Çocukların ebeveynleri de kurtulabilmiş miydi? Yok, öyle değilse bu çocukları nasıl bir yaşam bekliyordu? Devletin kurumları sahip çıkacak, birçok kuruluş da eğitim masraflarını karşılayacakları sözünü veriyordu.

Önce COVID, ardından deprem felaketiyle eğitimde kayıp bir nesil mi yetişecekti? Öte yanda bilgi kirliliği, neye inanmak gerektiği hakkında soru işaretleri oluşturuyor. Kimi çocuk resimlerinin görsel medyada gösterilmemesi gerektiğini düşünürken, kimi ise çaresizlik içinde ‘gören var mı?’ diye fotoğraf yayınlıyordu. Organ mafyası ve yurt dışına evlat verilmek üzere çocuk kaçıran çetelerin varlığı ürperticiydi.

↔↔↔

Aklın almayacağı bir yıkımla karşı karşıyayız. İnsan eliyle hızlandırılan bu afet, kimilerini sarsacak mı? Yoksa Mehmet Y. Yılmaz’ın Oksijen Gazetesinde yazdığı gibi, ‘bir sonrakine kadar bunu da unutacağız’ zihniyeti mi süregelecek?

Ülke çapında bir hafta yas ilan edildi. Akabinde yaşam normale dönecek. Depremde hasar gören, yıkılan şehirler için bir daha ‘normal’ yaşam olabilecek mi?

Ne yazık ki tanık olduğumuz resim buzdağının sadece görünen kısmı. Yaşanacak travmalar, parçalanan aileler, dibe vuran bir ekonomi, kaybolan umutlar, en çok da yitirilen güven duygusu; hangi biri onarılabilecek?

↔↔↔

Ekim 2017… Bir grupla Antakya gezisine gittik. Ilıman bir iklim ve havada narenciye kokusu. Sonradan bu kokunun beş meyvenin aşılandığı ve şehirdeki tüm medeniyetleri simgeleyen, ‘kardeşlik ağacı’ndan yayıldığını öğrenecektim. Dar yollarla birbirine geçen sokaklar, dünyada üçüncü büyük mozaik koleksiyonuna sahip Arkeoloji Müzesi ve ‘ilk’lerin yaşandığı ‘Kurtuluş Caddesi’ en çok etkilendiklerim arasındaydı. 2500 yıllık tarihin izlerini taşıyan Yahudi Cemaatine ait sinagog, Hıristiyanların ilk kilisesi St. Pierre ve Anadolu’daki ilk camii; Habib-i Neccar Camii aynı cadde üzerinde yer alıyor. Her üç ibadet yerini ziyaret ettik. Aynı karşılama, aynı saygı ve sevgi. Sinagog girişindeki pirinç levhada, ‘Antakya Musevi Havrası’ yazıyordu. O gün Antakya Musevi Cemaati Vakfı Başkanı Şaul Cenudioğlu bizlere ev sahipliği yaptı. Duvar dibinde yer alan koltuklarda oturup cemaatin dünü ve o gününü dinledik. Yarım daire şeklinde sıralanmış ‘Sefer Tora’ları gördük. Ardından sinagog avlusunda bulunan tek odalı konukevinde cemaat hanımlarının hazırladığı Antakya lezzetlerini paylaştık. Cenudioğlu’nun sözleri hâlâ kulağımda, “Bizim nesilden sonra bu cemaat ne olacak, düşünmek bile istemiyorum…”

↔↔↔

Depremde hasar görmüş on il arasında en çok Antakya’yı (Hatay) irdelememin tek nedeni oraya yaptığım ziyaret ve tanık olduğum medeniyet izleriydi. Yitirdiğimiz her can için Tanrı’dan rahmet, kalanlara ise dayanma gücü diliyorum.

Dünyanın garip bir yere geldiği dönemleri yaşıyoruz. Denildiği gibi, düzlüğe çıkmak için dibe mi vurmak gerekiyor?

Sağlıkla kalın.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün