Köleliğin dönüşümü

Ferhat ATİK Köşe Yazısı
31 Mart 2021 Çarşamba

Ansiklopedik bir bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Oysa o bilginin tanımlanması için geçen zamanlar, onu meydana getiren koşullar, sebepler ve sonuçlar hiç de öyle değildir.

1 Nisan tarihi böylesi bilgilerle doludur. Mesela Kıbrıs’ta Rumların 1955’te kurduğu EOKA Terör Örgütünün kuruluş günüdür. 1564’te Fransa’da başladığı bilinen Şaka Günü’dür. Namık Kemal’in önemli oyunu ‘Vatan Yahut Silistre’nin Galata’da 1873 yılında oynandığı ilk gündür. 1924’te Münih’te Hitler’in darbe girişimi yaptığı gündür. Ya da daha yakına bakarsak Google’ın Gmail’i halkla buluşturduğu gündür.

Ancak ben başka bir anlam için 1 Nisan’ı yazmayı düşündüm. Tüm bunlardan başka.

***

Bugün ABD’nin köleliği resmen kaldırdığı günün yıldönümü. Demokratik ve insan haklarına dayalı hakların verilişi ve kölelik denen insana yakışmayan durumun kaldırıldığından ABD övünçle bahsediliyor ancak, bunu yaptıkları yıllardan bahseden, utanç duyduğunun altını çizen yok.

Kölelik.

Bir insanın, başka birinin malı ve mülkü olması durumu.

Köleliğin ilk tarihleri ile edinebildiğimiz bilgi, savaşta esir düşenlerin, ağır suç işleyenlerin, borcunu ödeyemeyenlerin ve korsanlar tarafından kaçırılanların köle olarak adlandırılmasıyla bu durumun başladığı yönünde.

En kabaca anlatımıyla kölelik bu.

Peki ya daha sonraki tarihlerde? Hatta şimdilerde durum nedir?

Ya da bir düşünelim. Bugün, modern dünyada kölelik nasıl bir dönüşüm geçirdi?

***

1853 yılında New York Daily Tribune’de yayımlanan bir yazısında Karl Marx, Batı’nın ısrarcı politikalarıyla Çin’e afyon satışını eleştirirken bunun yeni kölelik anlayışı olduğu vurgusunu yapıyor, İngiltere buna görece ticaret dese de o, bunu insanları nasıl köle durumuna soktuğu konusunda dikkatleri çekiyordu.

Modern zamanlarda insanları tanımına yakın köle yapmanın yolları artık üç büyük kanaldan geçiyor. Bunlardan ilki; devletin kolluk güçleri. Bu güçler genel anlamı ile polis ve asker olarak tanımlansa da burada kastettiğim kolluk güçleri bunlardan daha güçlü olan, bilinç dahilinde değil, bilinçaltı ile baskı kuran aile ve eğitimdir. Bunun kullanılması yoluyla halka resmi politikaların enjekte edilmesi birinci kanalı oluşturuluyor.

Çok uluslu şirketlerin kapitalist yaklaşımları ile sermayenin sınırsız dolanımı ise bu kanallardan ikincisini oluşturuyor. Son kanalımız ise elbette medya yığını.

Kitle iletişiminin en güçlü aracı olan radyo, televizyon, gazeteler ve elbette bir platform olarak internet aracılığı ile bu gücü elinde bulunduranlar, güçleri oranında hükmetme eğiliminde bulunuyorlar.

Tüm bunların en büyük tehlikesi ise, köleliklerimizin adı konulmamış, anonim bir yerden geliyor olması. Kimin istediği gibi yaşadığımızı bilmiyoruz. Bunun tehlike oranını bilmiyoruz.

Eğitim ve aile konusunda yapılacak olanlar halkçı yaklaşımlarla yönetimlerin direnmesi üzerine ancak çözümlenebilir gibi görünürken, medya yığını konusundaki önlemler, devlet eli ile düzenleme ve denetleme ile ancak, bir yere kadar varabilir. Kaldı ki medyaya hükmedecek güce sahip bir otorite, onu halk lehine dönüştürmek yerine, derhal kendi gücünü artırmak veya korumak için aracı olarak kullanıyor. Bu durumda bizlerin tek çaresi, medya okuryazarlığının aileye ve temelde çocuklara benimsetilmesi. Medya ile yaşamanın öğretilmesi ve öğrenilmesi.

Bu, yarından gelen bir sıkıntı. Hatırlatmalarım da yarına hatırlatmalar. Ama düşülen notların hepsi, daha siz bu yazıyı okurken bile, bugüne düşülür gibi görünse de çoktan dünde kalmış olacak.

Ve hakikatin dün olduğuna inanır geçmiş sanırsak, tehlike gelecekten gelecektir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün