Şehirler kriz zamanında konuşmazsa ne olur?

Kriz anlarında şehirlerin verdiği ilk tepki çoğu zaman güvenliktir. Bariyerler kurulur, devriyeler artırılır, açıklamalar yapılır. Ancak genellikle gözden kaçan bir şey vardır: Bir şehir sadece önlem alarak değil, nasıl konuştuğuyla da ekonomisini korur. Hatta bazen konuşmamak, alınan tüm önlemlerden daha pahalıya mal olur.

Nur Şaul BARAKAS Ekonomi
24 Aralık 2025 Çarşamba

Son yıllarda yaşanan krizlere baktığımızda ortak bir tablo görüyoruz. Patlamalar, saldırılar, ani güvenlik tehditleri… Hepsinde şehir yönetimleri benzer refleksler gösteriyor. Fakat sonuçlar neden bu kadar farklı oluyor? Bir şehir birkaç ay içinde toparlanırken, diğeri yıllarca ‘riskli destinasyon’ etiketiyle anılıyor. Farkı yaratan şey çoğu zaman görünmez ama etkili: Kriz dili.

Şehirler kriz anlarında genellikle iki uçtan birini seçiyor. Ya tamamen sessizleşiyorlar ya da aşırı normalleşme mesajı veriyorlar. İlki belirsizliği büyütüyor, ikincisi ise güven duygusunu zedeliyor. Çünkü insanlar şunu hissediyor: “Bize söylenmeyen bir şey mi var?” Ekonomi tam da bu sorunun gölgesinde yavaşlıyor.

Turizm ve perakende gibi sektörler için kriz iletişimi, soyut bir halkla ilişkiler meselesi değil; doğrudan talep yönetimi anlamına geliyor. Bir şehir konuşmadığında, boşluğu başkaları dolduruyor: Sosyal medya söylentileri, abartılı manşetler, kulaktan kulağa yayılan korku. Bu noktadan sonra iptal edilen bir rezervasyon, sadece bir turist kaybı değil; o şehrin marka değerinden eksilen bir puan oluyor.

Asıl mesele şu: Şehirler krizle konuşurken ne güvenlik broşürü gibi davranmalı ne de her şey yolundaymış gibi bir sahne kurmalı. İhtiyaç duyulan şey, kontrollü görünürlük. Yani “risk var ama yönetiliyor” mesajının net ve tutarlı biçimde verilmesi. Bu mesaj verilemediğinde, ekonomik aktörler kendi kararlarını almaya başlıyor ve genellikle en güvenli seçeneği tercih ediyor: Beklemek.

Bu durum en çok küçük işletmeleri vuruyor. Büyük zincirler, marka gücü ve finansal tamponları sayesinde dalgayı atlatabiliyor. Ancak bir şehirde hayatın sürdüğünü gösteren asıl aktörler; kafeler, pazarlar, sokak etkinlikleri ve yerel üreticiler. Kriz anında bu alanların tamamen sessizleşmesi, şehir ekonomisinin nabzının düşmesi anlamına geliyor.

İlginç olan şu ki, şehirler çoğu zaman “fazla görünür olmanın” riskli olduğunu düşünüyor. Oysa asıl risk, görünmez olmak. Boş sokaklar, iptal edilen etkinlikler ve ertelenen organizasyonlar, güvenliği değil korkuyu büyütüyor. İnsanlar güvenliğin nerede sağlandığını değil, hayatın nerede devam ettiğini görmek istiyor.

Zamanlama önemli

Burada iletişim dili kadar zamanlama da kritik. Krizin hemen ardından verilen mesajlar, aylar sonra açıklanan raporlardan çok daha etkili. “Şu an buradayız, önlemlerimiz bunlar ve hayat kontrollü şekilde devam ediyor” cümlesi, ekonomide tahmin edilenden daha büyük bir çarpan etkisi yaratıyor.

Bugün şehirler sadece turistlerle değil, yatırımcılarla, girişimcilerle ve kendi sakinleriyle de konuşuyor. Kriz anlarında bu iletişim koparsa, güven kaybı zincirleme bir etki yaratıyor. İnsanlar harcamayı erteliyor, girişimler frene basıyor, şehir ekonomisi içe kapanıyor.

Sonuç olarak, şehirler krizle sadece güvenlik önlemleriyle değil, anlamlı bir dille konuşmak zorunda. Çünkü ekonomi, çoğu zaman rakamlardan önce kelimelere tepki verir ve yanlış seçilen bir sessizlik, en pahalı cümle olabilir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün