Reysi Haleva: “Yoğunluğun içinde bile ailesine zaman ayırmayı hiç bırakmadı
Liza Cemel & Eli Erdem Demiröz
Yakın zamanda kaybettiğimiz Hahambaşımız Rav İsak Haleva’nın (ז״ל) yaşamını ve öğretilerini konu alan ‘Sevgi ve Hoşgörüye Adanmış Bir Ömür’ ve ‘Hayata Dair’ adlı kitapların tanıtımı ve imza günü, geçtiğimiz aylarda yoğun katılımla gerçekleşmişti. Sıcak bir atmosferde başlayan etkinlikte konuklar, yazar Vivet Pitelon Sparkes’in kitaplarını imzaladığı ve her birinin Rav Haleva’nın kişisel mührüyle mühürlendiği anlamlı bir anma gecesinde buluştu. Rav Haleva’nın torunlarının yönettiği programda dualar, müzikler ve konuşmalar, onun bilgelik, sevgi ve hoşgörü temelleri üzerine kurulu hayat felsefesini yeniden hatırlattı. Bu özel gecenin ardından biz de Rav İsak Haleva’nın torunlarıyla dedeleri hakkında bir röportaj dizisi yapmaya karar verdik. Hem cemaatin hem ailesinin gözünden bir liderin insanî yönlerini, hatıralar ve duygular eşliğinde dinledik.
Dizimize Hahambaşımızın en büyük torunu Reysi Haleva ile başlıyoruz. 29 yaşındaki Reysi Haleva İstanbul’da ikamet ediyor. Mühendislik fakültesinden mezun ve kurumsal bir şirkette çalışıyor.
Çocukluğunuzda ‘Hahambaşı’ değil, yalnızca ‘dede’ olarak hatırladığınız en sıcak anı hangisidir?
Bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama evde hep dedeydi. O yüzden her anımız sıcaktı. Hatta hep üretken, çalışan, okuyan, bilge biri olduğu için konuşacak bol bol konumuz oluyordu. Seyahatten döndükten sonra gezdiğim yerleri anlatıp hep üzerine konuşuyorduk. O yerlerin tarihçesi hakkında hep bildiği bir kısım oluyordu. Çocuklarıyla çok sık tavla oynardı ve herkes her zaman dedemi tutardı. Elinde veya yamacında her zaman gazete veya kitap olurdu o yüzden gündemle alakalı çok sık sohbet ederdik.
Bir dede olarak çok komik biriydi, tüm torunları ona çok gülerdik. Klişeleşmiş şakaları vardı mesela. Her zaman yapardı, biz de her zaman çok gülerdik. Ne zaman yaz veya bayramlarda onlara kalmaya gitsek “Otelimize hoş geldiniz, ücrete kahvaltı da dahildir” esprisini yapardı. Giderken ise “Otelimizden memnun kaldınız mı? Bir daha bekleriz” derdi. Çocukluğumdan beri bu şakaya hep güldüm, aklıma geldikçe de güleceğim. Belli başlı bayramlarda adımıza el yazısı ile özel mektup yazardı. Sekiz bize, dört tane de çocuklarına yazardı. Hayatımızın hangi evresindeysek bunu bilir ona göre de berahasını eklerdi.

Kendisini ilk kez kamuya açık bir törende izlediğinizde içinizden neler geçiyordu?
Dedem Hahambaşı olduğunda 6-7 yaşlarındayım. Çok net bir hatıram olmamakla birlikte dedem okulda bir törende sahneye çağrıldığında sınıf arkadaşlarımın onun hakkında “Reysi’nin dedesi” dediklerinde çok gurur duyduğumu ve heyecanlandığımı hatırlıyorum. Dedemin herkes tarafından tanınan ve çok sayılan biri olduğu için çok gurur duymuştum. Torunlar arasında en büyük olduğum için dedemin hahambaşı olmadığı zamanı da hatırlıyorum ama kardeşim Rakel ve diğer kuzenlerim doğar doğmaz bu protokol ortamının içine doğmuş oldular.
“ONA EN ÇOK YAKIŞAN ŞEY ÖĞRETMENLİKTİ”
Kendisinin hayat disiplininin günlük alışkanlıklarınıza yansımış bir örneği var mı?
Dedem ilk mesleğini hep öğretmen olarak söylerdi. Ona en çok yakışan şey de öğretmenlikti çünkü hayatımda gördüğüm en bilge insanlardan biriydi. Kendisi öğrenmeye, yeni şeyler deneyimlemeye aşık bir insandı; öğretmeyi çok severdi. Okumayı ve okuduklarını başkalarıyla paylaşmayı çok severdi. Bu yüzden diye düşünüyorum, dedem öğretmenliği çok severdi. Sadece dini geleneklerine değil, çocukluğunda görerek büyüdüğü geleneklerine de çok bağlıydı. Onun için bazı değişmeyen şeyler vardı; her yaz hiç üşenmez kendi turşu ve likörünü yapardı. Soğan salatası ile köfteyi babasından öğrendiği gibi hazırlardı. Yüzmeyi, müzik dinlemeyi ve balık tutmayı çok severdi. Deniz kenarında yürümeye bayılırdı, hayvanları çok severdi. Her gün zamanında kahvesini içerdi. Her meyve ve sebzenin mevsiminde tüketilmesi gerektiği, kendi zamanlarında en doğal ve sağlıklı olduğunu söylerdi.
Bence hayattan keyif almayı seviyordu. Her zaman çok yoğun bir insandı ama ne kadar yoğun olsa da sevdiği ve ona iyi gelen aktivitelerini yapmaktan asla vazgeçmezdi. Ben de şu an çok yoğun çalışırken bile böyle alışkanlıklar edinmeye, yeni yerler göremeye, yeni hobiler edinmeye bana iyi gelen şeyleri hayatıma katmaya çalışıyorum. Arkadaşlarım bu kadar enerjiyi nasıl buluyorsun diye soruyor; bence sebeplerinden biri dedem. Ben de öğrenmeyi, denemeyi ve deneyimlemeyi çok seviyorum. Bu bakış açısı ve yaşam tarzını dedemden öğrendim
Dedem tüm bu yoğunluğunun ve kişisel alışkanlıklarının yanında ailesine çok bağlıydı ve bu yönüyle sadece bana, kardeşime veya kuzenlerime değil ailenin tüm üyelerine örnek olmaktaydı. İşini asla aksatmaz, kendi uğraşından asla vazgeçmez ve buna rağmen ailesine her zaman yeterli zamanı ayırırdı. Bu yönüyle tüm aileye yansımış bir hayat disiplini vardı.
2002’de hahambaşı seçilmesi aile içindeki dinamiği nasıl değiştirdi?
Aslında hiç değiştirmedi diyebilirim. Çünkü öncesinde hahambaşı vekili olarak görev yaptığı dönemlerde de son derece sosyal ve yoğundu. Evde her zaman bir dede, koca, baba olduğunu hiç unutmadı ve bize de unutturmadı. Biz evde onu nasıl bildiysek hep öyleydi. Başta babaanneme sonra çocuklarına, gelinlerine ve biz torunlarına ilgisini hiçbir yoğunluğa değişmedi. Mesela soğan salatası, turşu, vişne likörü gibi şeyleri her zaman bizler için kendisi yapmaya devam etti.
2003 İstanbul sinagog saldırıları sonrasında ailece yaşadığınız en unutulmaz dayanışma anı neydi?
2003 saldırıları Türk Yahudi Toplumu’nun en korkutucu ve acı günü olduğu gibi ailemiz için de çok kötüydü. 7 yaşındaydım ve o güne dair anılarım hala çok net! O gün yaşananlardan ailedeki küçük çocuklar yani biz etkilenmeyelim diye hep gizli gizli ya da bizim olmadığımız yerlerde konuşuluyordu.
Herhangi bir gelişme Ladino veya İbranice dillerinde kısık konuşuluyor, herkes korkusunu ve endişesini gizli yaşıyordu. En küçük amcam Yosi, o gün saldırıdan ciddi bir şekilde yaralanmıştı. Ama çocuk olduğumuz için amcamın yaşadıklarının ciddiyetine yaşımız büyüdükçe vakıf olduk ve onunla ilgili çoğu detayı da yaşlarımız büyüdükçe öğrendik.
Babam saldırıların yaşandığı sürecin hemen akabinde sahada ve hastanedeydi. Ondan dinlediğimiz bir dayanışma anı ise, hastaneye yaralıları ulaştırdıktan sonra hem insanlara ulaşmak hem kan ihtiyacı gibi acil durumları ayarlamak için çabalarken üstlerinde Şabat’tan dolayı telefon yokmuş ve yaşlı bir çift babama “Oğlum biz kan vermeye uygun değiliz, nasıl yardımcı olabiliriz?” diye sormuşlar. Babam oradaki herkesin iletişimini o çiftin telefonuyla hallettiklerini anlatmıştı. Bu da bende herkes yardım edebildiği şekilde yardım etmeli öğretisini oluşturmuştu.
Büyüyünce fark ettiğim ve önemli, unutulmaz bir dayanışma durumu ise okulumuzun hiç kapanmamasıydı. Pazartesi günü hepimiz okula gitmiştik. Hepimizin gündemi bu saldırıydı, hepimiz korkuyorduk ama yan yanaydık.
Dedeniz, dinlerarası diyalog toplantılarına katıldığında eve hangi hikâyelerle dönerdi?
Dedem sadece bu tür özel günlerden değil, tüm yoğun gündeminden eve güzel anekdot ve öğretici hikayelerle dönerdi, yeter ki onu sessiz bir köşede yakalayıp anlatmasını isteyin. Öyle bir anlatırdı ki yaşananları sanki oradaymış gibi hissederdik.
‘Barış ve sevgi’ vurgusunu konuşmalarında sık yaptığı biliniyor; bu mesajı aile içinde nasıl pekiştirirdi?
Küçükken herkesin anneannesinin ile babaannesinin kanka olduğunu, her anne eşinin annesi ile öz anne- kız gibi olduğunu, her evdeki tüm kardeşlerin her zaman iyi anlaştığını, tüm kuzenlerin yaş aralığı ne kadar geniş olursa olsun beraber vakit geçirmekten çok keyif aldığını, tüm eltilerin birbirleri ile abla-kardeş gibi bir bağlarının olduğunu, aileye gelen gelinin tüm kardeşlerle anlaştığını düşünüyordum. Gerçekte bunun böyle olmadığını öğrendiğimde yaşım oldukça büyüktü. Böyle büyümemizin en önemli sebeplerinden biri babaanne ve dedemiz olduğuna eminim. Dedemin barış ve sevgi vurgusu sadece dinler arası ya da toplulukla ilgili değildi. Kişinin kendisi ve çevresindekilerle ilişkisini de kapsardı; hem çocuklarını hem bizi böyle yetiştirdi.
Hahambaşılığın getirdiği sorumluluklar sebebiyle aileniz neleri feda etmek zorunda kaldı?
Tanıyan herkes bilir; dedem yaşadığı toplumla arasına mesafe koymayan biriydi. Toplumun içinde olmayı her daim yaşamak, tatmak isterdi. Topluma taşıma kullanmayı çok seviyordu. Sahilde, adada yürüyüş yaparken balıkçılarla sohbet ederdi. Bir yerde oynayan çocuk gördüğü zaman dayanamaz onlarla top oynamaya kalkar, şakalaşırdı. Göreve geldiği dönemde sokakta bu denli özgür olamamak sanırım feda etmek zorunda kaldığımız en önemli şeydi. Onun dışında biz zaten yaşadığımız hayatı yaşamaya devam ettik; dedem hahambaşı olmadan önce de zaten ailece gelenekleri, ritüelleri olan bir aileydik, hâlâ da öyleyiz.
Dedenizin en çok üzerinde durduğu mitsva sizce hangisiydi ve neden?
Aklıma birden çok geliyor ama birini seçmem gerekirse anne ve babaya saygı göstermek diyebilirim. “Anne ve babana hürmet et ki ömrünün günleri uzasın” mitsvasında Tanrı’nın gizli rolü de olması mitsvayı daha da kapsamlaştırıyor ve bence bilgeliği ile bu mitsvayı hayatımızın her anına bağlayabiliyordu.
Ona göre iyi bir Yahudi ve iyi bir insan olmanın başlıca yönleri nelerdi?
‘Yardım etmek’ ve ‘öğrenmek’ diyebilirim. Maddi bir yardımdan bahsetmiyorum. Bazen yaşlı birine sağlık duasıyla yardımcı olmak, bazen yolunu kaybettiğini düşünen genç birine bilge bir hikâyeyle örnek olmak, bazen birinin sorunlarına destek olmak için çözüm bulmak, bazen de okul başlamadan önce çocuklara başarı duası vermek ve bunun gibi herkesin kendi yetenek ve bilgisi ile yapabileceği yardımlardan bahsediyorum. Onun için öğrenmek yani eğitimin beraberinde bir sürü soruna çözüm olduğunu düşünürdü. Çünkü öğrenen kişi anlar ve çözümü bulmaya çalışır, hataları tekrar yapmamaya çalışır, ailesine ve yakın çevresine bunu aktarır.
Ladino’yu koruma konusunda özel bir hassasiyeti var mıydı? Aile içi sohbetlerde Ladino kullanmanız teşvik edilir miydi?
Ailemizde çok uzun süredir birden çok dil konuşulduğu için ekstra Ladino kullanılmaya bir teşvik edilme ihtiyacı çok olmamıştı. Babaannem ve dedem aralarında çok sık Ladino konuşurlardı. Sıklıkla bizlerle de konuştukları için Ladino’ya hakimiz ancak akıcı bir şekilde konuşamıyoruz. Ancak evde herkes aynı ülkede yaşasaydı geçmişte tecrübe ettikleri dil öğretme deneyimlerini kullanarak evde kendi aramızda da Ladino konuşabilirdik.
Bir karar vermeden önce mutlaka danıştığı kutsal metin veya kişi var mıydı?
Onun danıştığı bir kişi ya da metin yoktu, tek bildiğim biz hep ona danışırdık. Kafamızdaki her şeyi sorar, anlayana kadar irdelerdik. Her sorumuzu her zaman cevaplıyordu. Sadece dinî değil, her konuda bilgeliğini hissediyorduk. Hem de cevapları üstü kapalı değil, detaylı, tarihsel dayanağı olan, alıntılı cevaplar oluyordu. “Saat geç oldu yarın dedeyi arar öğrenirim” ve “Bunu sen dedeye sor” kendi evimde çok kullandığımız cümlelerdi.
Vefatından sonra toplumun taziye mesajları size ne hissettirdi? Özellikle size dokunan bir anma anı oldu mu?
Toplumdan aldığımız taziye mesajları çok anlamlıydı. Anlatabileceğim bir duygu değil sanırım ama en aklımda kalanlar kendi anılarını yazarak “Başımız sağ olsun” yazılanlardı. Her “Başımız sağ olsun”u okuyunca toplumumuzdaki etkisini ve bilgeliğini bir kere daha hissediyordum. Vefatının ardından haftalar geçtikten sonra bile denk geldiğim hem toplumuzdan hem geniş toplumdan kişiler taziye dileklerini iletiyordu. Tanah’ta geçen bilge insanların aslında hiç ölmediği sözünü hep hissettim.
Vefatından sonra bir arkadaşım tarafından hem de dedemin doğum gününde bana anlatılan hikâye de bana çok dokunmuştu. Daha hahambaşı olmadan önce karşı binalarında yaşayan aile her Şabat akşamı sofraya oturup, camlarını açıp dışarı bakıp beklerlermiş. Dedemin evine gelip, kendi evinde Kiduş okumasını beklerlermiş ve dedemin okuduğu Kiduş berahasını camdan dinleyerek Şabat yemeklerine başlarlarmış. Ona duyulan saygı, sevgi, değer ve her türlü duyguyu hissettiren bir hikâye benim için.
Rav Haleva’nın adını yaşatmak için aile olarak başlattığınız ya da başlatmayı düşündüğünüz projeler var mı?
Haftanın peraşası videolarına çok önem veriyordu. Her hafta güncel videosunu çekmeye özen gösteriyordu. Videoların internette kalıcı olması, herkesin istediği an izleyebilme özelliği onun için çok önemliydi. Biz de onun bu çok severek yaptığı video serisine onun için açtığımız Instagram ve Facebook sayfalarında kendimiz yaparak devam ediyoruz. Torunları, gelinleri ve çocukları olarak sırayla hepimiz o haftanın peraşasının içinden bir mesaj alarak paylaştık. Tam sıra tekrar başa dönecekken toplumumuzdaki insanların da onun anısına video yapmak istediklerini duyduk. Her perşembe onun adına açtığımız hesaplarda onun anısına yorumlanan peraşa videolarını yüklüyoruz. Bu video serisine katılmak isteyen kişilerin aileden birine ulaşması yeterlidir.
Amcamız Rav Naftali Haleva ise dedemizin anısına, duaların ışığından bir anlam yolculuğuna çıkaran bir podcast yayınına başladı. Podcast’in adı ‘Duaların Kalbinden’. Her bölüm, dua kitaplarının satır aralarında gizli kalan kısa ama güçlü öğretiler paylaşıyor. Herkesin kendi hayatı için bir ders çıkarabileceği bir kanal olacağına eminim.
Bugün kendisi hayatta olsaydı, Türkiye Yahudi Toplumu ve genç nesil için hangi mesajı vermenizi isterdi?
Birçok açıdan zor ve yoğun bir gündemimiz varken bence “Çalışın, çabalayın ve doğru davranın” gibi net ama içinde birçok gizli detay bulunduran bir mesaj verirdi. Her zaman çabalamadan başarıya ulaşılamayacağını savunurdu. Tanrı’nın çabalayandan yana olduğunu söyler ve durum her ne kadar kötü olursa olsun doğru şekilde davranılması gerektiğini vurgulardı. Bu mesajı da büyük ihtimalle çok güzel bir hikâye ile anlatırdı.
“Torunlarımın beni şöyle hatırlamasını istiyorum” dediği bir cümleyi paylaştı mı?
Dürüst olmak gerekirse bence kendisini Türk Yahudi Toplumu’nun dini lideri olmasının dışında eşine inanılmaz aşık olduğunu, ailesini herkesin üzerinde tuttuğunu, tüm bayram ve yazları beraber geçirdiğimizi, her yaz sadece onun turşusunu yediğimizi, her sorunun her zaman cevabı olduğunu ve cevabına ulaşana kadar pes etmememiz öğüdünü, okumayı, onlara gittiğimizde kendisini yüzde doksan büyük kütüphanesinin önünde kitap okurken bulduğumuzu, aktif olarak hareket etmeyi, kalabalık soframızdaki çok çeşit yemeğe “Ooo bu kadar yemeği kim yiyecek bre” tepkisini, “istediğimiz şu an gerçekleşmiyorsa pes etmemen lazım” öğüdünü, herkese ve her zaman adaletli ve eşit davranmamız öğretisini, kendi geçmişini ve tarihini bilmeye ne kadar önem verdiğini, çocuğunu büyütürken torununu da yetiştiriyorsun mesajını, dinin sadece yapman ve yapmaman gerekenlerden çok daha öte olduğunu, belki de ondan öğrendiğimiz bütün hayat derslerini elinizden geldiğince hatırlayarak yaşamamızı ve hayattan hep keyif almamızı unutmamamızı isterdi.
Rav İsak Haleva´nın yaşamını ve öğretilerini konu alan ´Sevgi ve Hoşgörüye Adanmış Bir Ömür´ ve ´Hayata Dair´ adlı kitapları çıktı. Yazım sürecinde eserlerin yazarı Vivet Pitelon Sparkes ile iletişimde miydiniz? Torunlarının da sahne aldığı etkinlikten biraz bahseder misiniz?
Kitabın yazılma süreci boyunca yazar ile amcamlar ve dedem hep iletişimdeydi. Tören planlanmaya başlayınca amcalarımız bize, kitap lansmanının sunuculuğunu siz yapar mısınız teklifiyle geldiğinde cevabımız kesin bir evetti. Konuşmalarımızı yazdık, zoom toplantıları yapıldı, provalar alındı. Hepimiz “dede olsaydı nasıl isterdi?” düşüncesiyle çalıştık. Hepimiz için çok duygusaldı. Lansman sırasında bütün akışı biliyor, her şeyi konuştuğumuz ve planlandığımız gibi uyguluyorduk. Hepimizin ağlamak istediğini biliyorum ama hiçbirimiz de ağlamıyorduk ta ki akışta olduğunu bildiğimiz videolarda dedemizin sesini duyuna kadar. Sesini sahnede duymaya o kadar alışmışız ki, o sesin videodan gelmesi bizi çok duygulandırdı. Birbirimize şimdi ağlamanın zamanı değil, dedik ve sunmaya devam ettik. Lansman çıkışı bir sürü kişi bizi çok profesyonel bulduğunu belirterek tebrik etti. Bence bu lansman onun da çok hoşuna gitmiştir diye düşünüyorum.
Kitapların tüm gelirinin, Türkiye Hahambaşılığı bünyesinde oluşturulan Rav İsak Haleva Fonu’na aktarılacağı ve toplumun eğitim ihtiyaçları için kullanılacağı vurgulanmıştı. Bu, onun öğretilerini düşündüğümüzde nasıl bir mesaj veriyor?
Aksi olması bence beklenmezdi de. Onun için gençler ve eğitim en önem verdiği değerler arasındaydı. Gençliği olan toplumların devamlılığı olduğunu düşünürdü.