Ressam Ahmet Yeşil´in ses dünyasını öğrenmek üzere kendisi ile yaptığım söyleşiler vasıtasıyla çıktığım yolda sanatçının doğumunu, büyüklerini, kendi gözünden yaşamına tanıklık etme fırsatı da buldum. Bu değerli tanıklığın ilk bölümüne geçen ay yayınlanan yazımda yer vermiştim. Şimdi Yeşil´in, Mersinlilere özgü o tatlı anlatımıyla devamına hep birlikte tanıklık edelim.
Ahmet Ağabey, anneniz, babanız hangi bölgelerden gelmişler? Baba tarafından başlayalım önce isterseniz.
Büyük dedem Osmanlı döneminde görevliymiş. Çünkü şöyle anlattılar, babamın büyük halası 106 yaşında ölmüştü. Mersine geldiklerinde, Valide Sultan Vakfı’ndan onlara büyük topraklar vermişler. Mersin’deki oturduğumuz yeri senin baban bilir. Aileye Mersin’de büyük yerler vermişler, öyle yerleşmişler. Büyük dedem geldiği zaman, iki sıra askerin arasından üniformasıyla geçmiş. Ailenin çocukları ağa çocukları olduğu için şımarık büyümüşler hepsi. Fazla ilgilenilmemişler. Ondan sonra da varlarını, yoklarını yemişler bitirmişler. İyi de olmuş.
Peki nereden gelmişler Mersin’e?
Osmanlı toprakları, Suriye, Irak oradalardan. O zaman Mersin bir balıkçı barınağıymış. Kent değil, kasaba bile değil, bir balıkçı barınağı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde, Kilikya bölgesinden, Mısırdan gelip yerleştiklerini ve kökenimizin Hititlere kadar dayandığını söylerler. Daha bilinçli büyüklerimden duyduklarımız bunlar. Hatta Amerika’daki bazı arşivleri karıştırmışlar. Oradaki DNA testlerinden de bazı şeyler çıkmış diyorlar.
Benzerlikler demiştiniz değil mi?
Mesela anlatmış mıydım bilmiyorum sana. Bizde çocuk doğduğu zaman kırk gün kundaklarlar. Kundaklama şeyle olmaz sadece, lafla olmaz. Murt yaprağı deriz.
Yağlarlar demiştiniz, murt yaprağı.
Murt yaprağını çocuk doğmadan gölgede kuruturlar. Halam yapardı, ilaçlardı onu bir güzel. Onu sonra toz haline getirirler. Zeytinlerini tuzla bulamaç haline getirirler. 40 gün çocuk buna bulanarak kundaklanır. Ben kızardım ya bu sıcakta çocuğu, küçük kardeşlerimi gördüğüm için, mahvediyorsunuz şudur, budur. Ter kokusu temiz olsun diye yaparlarmış. Sonra yıllar sonra Hitit tableti bulunmuştu, Toroslardan Akdeniz’e inerken. O göç eden Hititlerin şeyinde. Açıklaması aynı bu, Hititler de 40 gün çocuklarını böyle kundaklarmış.
Murt yaprağıyla…
Murt yaprağı, zeytin yağı ve tuz. Anadolu böyle ilginç esasında. Kimse kimseden fazla değil.
Peki anne tarafı?
Annemin dedisi Yemen’de yedi yıl savaşmış, o da Osmanlı askeri. Sonra o da Osmanlılar yenilince dönüyor. Suriye’den evlenip Mersin’e geliyor, çiftçilik yapıyor. Ailesini Suriye’de kuruyor. Çünkü o zaman o topraklar hep Osmanlı’ya ait. Onu da öyle anlatırlar. Babamın ailesi biraz daha varlıklıymış, büyük topraklar falan. Bize anlatılanlar böyle.
Siz nerede doğdunuz?
Biz hepimiz Mersin’de doğduk. Bizim evimiz bir vardı, Mersin’in tarihiyle eş zamanlı 200-250 yıllık ev. Dedem orada doğmuş, babam, amcalarım, bizler, kardeşlerim dört - beş kuşak orada doğmuş. Sonra da yıkıldı, konaktı.
Mersin’in neresindeydi?
Mersin’in göbeğinde. Şimdiki kültür merkezinin arkasında. Dondurmacı Halil vardı. Onun arka sokağı.
Oraları hep babamla yürüyerek dolaşmıştık. “Bizim evi buradaydı,” demişti.
Dondurmacının hizasında köşede bir ev vardı. Sizin ev orasıydı.
Evet, gösterdi bize.
Sizden sonra Elegan mağazalarının sahibinin ailesi oturdu. Onu da hemen hemen 30 yıl görmemiştim. Geçen Mersin’e gelmiştim, telefonum çaldı. Bir tanıdığım “Ahmet sana bir sürprizim var” dedi. Bana geldiler. Bir baktım, yabancı da gelmedi ama aradan 30 yıl geçmiş. Elgan mağazalarının kızı! Evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. Çok şaşırdım ve sevdinim. Erkek fatma bir kızdı. Sonra onlar bir ara gittiler. Türkiye’de olaylar olmuştu. Bizim çocukluğumuzda hatırlamayız. 1960 ihtilali civarlarında İsrail’e gittiler, ondan sonra tekrar İstanbul’a geldiler. Mersin’de Elegan adlı bir dükkanları vardı. İstanbul’a kızlarının drahoma hikayesi için gitmişlerdi. Var ya... Çok dürüsttüler, bizimkiler oradan alışveriş yaparlardı, çok dürüsttüler. Yani çok güzel bir mahallemiz vardı. Bu ailenin soyadı Halufgil’di sanırım. Arap Yahudilerinden. Hem İbraniceyi hem de Arapçayı biliyolardı. İskenderun’da yetişmişler.
Benim halam tanır mutlaka.
Muhakkak.
Zaten sizin aileinizi de çok iyi hatırladı, konuştuk.
İskenderun’da uygun olsaydı çağıracaktık. Seni çok merak etti. Ya bizim mahalle büyük aile çok güzel. Kimse kimsenin hayatına karışmazdı. Katolik komşularımız vardı, Musevi komşularımız vardı. Kimse kimseye sen şusun, sen busun demezdi. Tam bir Birleşmiş Milletler gibi. Herkes kendi sorumluluğunu bilir. Sen şunu yaptın, mesela oruç tutan tutar, tutmayan tutmazdı. Ama sen niye tutmadın, sen niye yapmadın diye asla düşünülmezdi bile... Mesela mahallemizin bitişiğinde Ortodoks kilisesi vardı.
Söyleşi dizisinin öceki bölümü
https://www.salom.com.tr/haber/138126/bir-ressamin-ses-dunyasi-vol2
Ressam Ahmet Yeşil ile yaptığım söyleşi dizisinin devamı gelecek aya….