BİR RESSAMIN SES DÜNYASI Vol.2

Ahmet Yeşil kimdir?

Renan KOEN Perspektif
9 Temmuz 2025 Çarşamba

Bir ressamın ses dünyasına yer verdiğim yazı dizisinin kahramanı Ahmet Yeşil. O bana göre gerçek bir kahraman. Yeteneğini ve isteğini fiziksel şartlarının ötesine geçirebilmiş usta bir ressam. Kararlılığı, öz disiplini ve toplumsal görev bilinci büyüdüğü ortamın değerleriyle birlikte kendisini getirdiği yetişkinliğinde, yaşadığı dönemin tüm unsurlarına karşı olan yaklaşımında var olan çok derin bir bakışı, düşünselliği ve hissedişi, eşsiz sanatıyla ortaya çıkıyor. Bu çok katmanlı rafine sanatı beni çok etkiliyor.  Önceki yazımda değerli sanatçı ile nasıl tanıştığımdan söz etmiştim. Bundan sonrasında ise sizleri onu daha yakından tanımaya davet ediyorum.

Ahmet Yeşil, 1954 yılında Mersin'de doğdu1. Türk resim sanatının önde gelen isimlerinden birisi şüphesiz. Sanat eğitimini 1973-1985 yılları arasında Nuri Abaç, İlhan Çevik ve Ernür Tüzün gibi önemli isimlerden almış. Ressamlığının yanı sıra, toplumsal duyarlılığının bir göstergesi olarak sosyoloji alanındaki merakı, 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmasını sağlamış. Sanat kariyerinin ilk dönemlerinde figüratif eserler çalışmış. Bunun sonucu olarak, 1980-1989 arasında kadın ve çocuk temalarını işlediği ‘Figür Dönemi’ni yaşamış. 1990'lı yıllardan itibaren, denize olan tutkusu ve annesinin terzi olmasından esinlenerek, ip ve halat imgeleri üzerine yoğunlaşmış ve bu imgeleri, sanatında sosyal, toplumsal ve kişisel temaları ifade etmek için kullanmış. Sanatçının ip ve halat temalı eserleri, bilinçaltı ve geçmiş özlemlerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ahmet Yeşil, bugüne kadar 141 kişisel sergi açtı ve 315 karma sergiye katıldı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 24 ödül kazandı. Eserleri, Türkiye’nin yanı sıra Almanya, ABD, Kanada, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerdeki önemli koleksiyonlarda yer almakta.

Renan Koen: Ahmet ağabey ne zaman doğdunuz?

10 Şubat diye yazmış nüfus memuru. Ama annem, yılbaşı gecesi doğdun, der. Babam ticaret de yapıyormuş o zamanlar ve ortağı ile birlikte iflas etmişler. Ekmek paraları kalmamıştı diyor, annem. Annemin anlattığına göre, doğduğum gece de babamın ortağına milli piyangodan büyük ikramiye çıkmış. Babama, “Oğlun bana uğur getirdi” diyerek büyük bir hediye vermiş. 500 lira mı ne, büyük paraymış. Öyle bir anı anlatırlardı ve doğum işte sana söylemiştim daha önce; annem yılbaşı gecesi sancılanınca ne doktor ne de ebe var ortada. Halamla babam çıkmışlar sokağa.

Niye halayla beraber çıkmış baba?

Halamla beraber doktor veya ebe arayacaklar. Yağmur, kıyamet gibi. Kimse gelmeden ben kendi başıma doğmuşum. Annem ördüğü battaniyeyi üzerime atmış. İki saat artık doktor bulamamışlar, en nihayet ebeyi getirmişler. Öyle yerden kaldırmışlar beni. Çünkü annem ufak tefek, herhalde yorulmuş kadın sancılardan.

Tabii, tabii. Kolay mı tek başına…

Takati kalmamış beni kaldırmaya. Halam hep takılırdı bana. Ben biraz tez canlıyım, kendi işimi çok sıkı takip etmeyi severim. Kendi göbeğini kendin kestin der. Çok kızdırdığım zaman da halamı “zaten sen fırlamasın” der. Böyle yani ilginç çok.

Evet çok. Peki yaşınızı sorsam?

Vallahi milattan önce olur mu bilmiyorum? (Gülüyor)

(Gülüyor) Taş devri yazarız…

1972’den sonrasını söylersem eğer, 1972 sanatsal doğuşumdur. 1972 öncesi ise milattan önce benim için, bronz dönemi diyelim ona. 1954 doğumluyum, ona göre hangi doğumumu kullanırsan geçerlidir.

Ahmet Ağabey, anneniz, babanız hangi bölgelerden gelmişler? Baba tarafından başlayalım önce isterseniz.

Büyük dedem Osmanlı döneminde görevliymiş. Çünkü  şöyle anlattılar, babamın büyük halası 106 yaşında ölmüştü. Mersine geldiklerinde, Valide Sultan Vakfından onlara büyük topraklar vermişler. Mersin’deki oturduğumuz yeri senin baban bilir. Aileye Mersin’de büyük yerler vermişler, öyle yerleşmişler. Büyük dedem geldiği zaman, iki sıra askerin arasından üniformasıyla geçmiş. Ailenin çocukları ağa çocukları olduğu için şımarık büyümüşler hepsi. Fazla ilgilenilmemişler. Ondan sonra da varlarını, yoklarını yemişler bitirmişler. İyi de olmuş.

Peki nereden gelmişler Mersin’e?

Osmanlı toprakları, Suriye, Irak oradalardan. O zaman Mersin bir balıkçı barınağıymış. Kent değil, kasaba bile değil, bir balıkçı barınağı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde, Kilikya bölgesinden, Mısırdan gelip yerleştiklerini ve kökenimizin Hititlere kadar dayandığını söylerler. Daha bilinçli büyüklerimden duyduklarımız bunlar. Hatta Amerika’daki bazı arşivleri karıştırmışlar. Oradaki DNA testlerinden de bazı şeyler çıkmış diyorlar.

(Devamı gelecek ay)

1 Soyut Galeri https://www.galerisoyut.com.tr/sanatcilar/5/ahmet-yesil

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün