“Rencontres d'Arles 2025” sordu; görüntüler itaatkâr mıdır?

Kesintisiz olarak tam 56 yıldır Güney Fransa´nın tarihi Arles kentinde düzenlenen ve bir geleneğe dönüşen Rencontres d´Arles Fotoğraf Festivali, 2025 edisyonunda da çağdaş fotoğraf sanatının en çarpıcı ve politik yönlerini sergileyerek dikkatleri üzerine çekiyor.

Selin Sebla OK Perspektif
17 Temmuz 2025 Perşembe

Festivalde bu yılki tema olan ‘Disobedient Images /İtaatsiz Görüntüler’, yalnızca estetik ya da teknik yenilikler peşinde koşmaktan ziyade, görsel temsillerin güç, sansür, arşiv ve bellek mekanizmalarıyla kurduğu ilişkiye odaklanan bir yaklaşımı temsil ediyor.

Disobedient Images kavramı, fotoğrafın yalnızca belgeleyen değil, aynı zamanda direnen, unutulmuşu hatırlatan ve bastırılmış olanı açığa çıkaran bir araç olarak nasıl işlev görebileceğini sorguluyor. Festivalin küratörü Christophe Wiesner, bu yılki temayı “sessizliği bozan bir aygıt olarak imge” şeklinde tanımlıyor.

Arles 2025’te öne çıkan sergiler, çoğunlukla Güney Yarımküre coğrafyalarına, sömürge sonrası anlatılara ve dijital çağda temsil krizine odaklanıyor. Örneğin dikkat çekici bir çalışma olması bağlamında Brezilya’dan Mayara Ferrão, yapay zekâ destekli portreleriyle Siyah lezbiyen aşkın görselleştirilmemiş tarihine ait imgeler üretiyor. Paiter-Suruí Yerli kolektifi ise ‘Ancestral Futures’ adlı sergiyle kolonyal arşivlerin yerli bakışla yeniden düzenlenebileceğini gösteriyor. Perulu sanatçı Musuk Nolte de, Amazon bölgesinde yaşayan Şawi halkının ayahuasca ayinlerini fotoğraflayarak, yalnızca etnografik bir kayıt değil, aynı zamanda spiritüel bir direniş belgesi sunuyor. Yine Avustralya’dan gelen ‘On Country’ sergisi festivalinde de yıldızı niteliğini taşıyarak, Aborijin sanatçılar Tony Albert ve Brenda L. Croft’un atalara ve toprağa duydukları kolektif bağlılığı imgeler aracılığıyla aktarıyor.

Sanatçı Ödülleri ve Fotoğrafın Yeni Yüzleri

Festivalin önemli ödüllerinden biri olan ‘Women In Motion’, bu yıl Yahudi asıllı efsanevi fotoğrafçı Nan Goldin’e verildi. Goldin, “Stendhal Sendromu” adlı çoklu ortam sunumuyla hem kişisel hem de kolektif travmaların görsel ifadesine dair güçlü bir anlatı hazırlamıştı ve bu sene birkaç yerde sergilediği politik duruşunu burada da yineleyen Goldin sayesinde, 8 Temmuz’da Arles Antique Théâtre’daki açılış festival tarihinde ender rastlanan bir an olarak kayda geçti. Goldin, konuşmasına kendi sergisi Stendhal Syndrome ve video-projeksiyonlar yerine bir ‘politik bildiri’ ile başladı. Sahne arkasında yayınlanan gerçek zamanlı video görüntülerle desteklenen açıklamasında, Gazze’de yaşanan çatışmaları “ilk canlı olarak yayınlanan soykırım” olarak tanımladı. Konuşmanın bir yerinde bir seyirci “Peki ya rehineler?” diye bağırarak araya girdi. Bu sayede oldukça gergin anlar yaşandı. Böylesi hazırlanılmış bir söylemin ve gerek bu gibi karşıt gerekse destekleyici tepkilerin, kitleler içinde ayrışma mı yarattığı yoksa sanat ortamına yeni bir eleştirellik düzeyi mi kazandırdığı konusunda başlayan tartışmalara tanık olmak benim açımdan da çarpıcı bir deneyimdi. Festivalin Lët’z Arles – Luxembourg Photography Award ödülü ise Carine Krecké’ye verildi. Sanatçının ‘Losing North’ adlı sergisi, Suriye savaşına odaklanan dijital ve video enstalasyonlarla sansürlü gerçeklikleri sorguluyordu.

Genç sanatçılara yönelik destek ise yine festivalin güçlü yanlarından biri. Bu yılki Arles, port folyo değerlendirmeleriyle (Photo Folio Review) yeni isimlerin keşfedilmesine olanak tanıyor. Bu etkinlikler sayesinde sadece görsel üretim değil, görsel düşüncenin aktarımı da destekleniyor. Diana Markosian ve Camille Lévêque’nin aile arşivlerini temel alan işleri; Julie Joubert’in Fransız Yabancı Lejyonuna katılan gençlerin portreleri ve Zuzana Pustaiová’nın dijital çağda kimlik performanslarına dair işleri bu anlamda öne çıkan örnekler arasında.

Nan Goldin

Arles’in Mekânsal Kuruluşu ve Kültürel Rolü

Rencontres d’Arles yalnızca tematik içeriğiyle değil, mekânsal kurgusuyla da benzersiz bir festivaldir. Arles’in antik tiyatroları, terk edilmiş tren garları, manastırları ve modern kültür merkezleri birer sergi mekânına dönüşür. Bu bağlamda Stéphane Couturier, Arles’in Montmajour Manastırı’ndaki sergisinde İrlanda asıllı tasarımcı Eileen Gray’nın 1920’lerde inşa ettiği E‑1027 villası ile Le Corbusier'nin 1938–39 yıllarında duvarlarına eklediği freskleri bir araya getiriyor. Mimari miras, modernizm eleştirisi ve fotoğrafın kendine ait kurgu potansiyelini yineleyici ve evrensel bir kurguyla yaratıyor. Frank Gehry’nin tasarımı olan LUMA Arles ise, bu yapılar arasında öne çıkan diğer bir çağdaş merkezdir. Bu mimari çeşitlilik, izleyiciyi yalnızca görsel değil, mekânsal olarak da aktif bir deneyime davet eder. Arles kentinin tarihsel katmanları Roma kalıntılarından Van Gogh’un izlerine kadar uzanan festivalin görsel anlatılarını daha da derinleştirir. Festivalin kent dokusuna entegre olmuş yapısı, onu “yaşayan bir görsel arşiv” hâline getirir.

Sonuç olarak Disobedient Images teması, görsel estetiğin ötesinde bir politik duruş, bir görsel etik önerisidir. Unutulanı hatırlamak, bastırılanı görünür kılmak ve sessizliğe zorlananları konuşturmak... Arles bu yıl tüm bunların mümkün olduğunu gösteren bir sahneye dönüştü. Fotoğraf yalnızca bir kare değil, bir karşı duruş, bir tanıklık biçimi ve belki de en çok bir “görsel itaatsizlik” biçimidir diye haykırdı. Yalnızca bireysel temsillerin değil, kolektif görsel hafızanın da şekillenebilirliğini tartışmaya açtı. Bu bağlamda, fotoğraf yalnızca “ne oldu” yu belgeleyen değil, ‘nasıl hatırlandığı’nı da kuran bir araç hâline geldi. Bu yaklaşım, arşiv politikalarını da ters yüz eden bir görsel etik öneriyor. Arles 2025’te birçok sanatçının kişisel albümler, kolektif hafızalar ve unutulmuş arşivler üzerinden geliştirdiği projeler, arşiv kavramının statik bir hafıza deposu değil, dönüştürülebilir bir mücadele alanı olduğunu söylüyor. Özellikle Latin Amerika ve Aborijin sanatçılarının projeleri, kolonyal ve ataerkil imgelerin ‘karşı-arşiv’ler aracılığıyla yeniden yazılabileceğini gösteriyor. Pek çok sergi, kameranın yalnızca bir belgeleyici değil, aynı zamanda sömürgeci epistemolojilerin taşıyıcısı olduğunu hatırlatıyor. Arşivlerdeki sessizlikler, eksiklikler, hatta çarpıtmalar bu sergilerde yeniden yapılandırılıyor.

Türkiye İçin Neden Önemli?

Tüm bu bağlamlar düşünüldüğünde, Türkiye'nin bu tür uluslararası platformlarda etkin ve eleştirel katılımı sadece arzu edilen bir durum değil, aynı zamanda kültürel bir zorunluluk hâlini alıyor. Türkiye, zengin arşiv geçmişi, çok katmanlı tarihsel belleği ve kültürel çeşitliliğiyle görsel hafıza üzerine söyleyebileceği çok şey olan bir coğrafyadır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, azınlıkların görünmez kılınmasından kadın temsilinin evrimine, göç süreçlerinden travmatik tarihsel kesitlere kadar pek çok temaya sahip olan Tür fotoğrafı, Arles gibi bir sahnede kendi ‘itaatsiz görüntü’sünü üretebilirdi. Bu açıdan Türkiye’nin katılımının eksikliğini duyumsadığımı söyleyebilirim. Son olarak ekleyebileceğim, Arles 2025’in görsel kültürün politik olanla ne kadar iç içe geçtiğini, fotoğrafın sadece estetik bir uğraş değil, aynı zamanda bir hak arayışı, bir ifade özgürlüğü, bir direnç biçimi olabileceğini gösterdiğidir. “Disobedient Images” yalnızca bir tema değil; çağımızın en yakıcı sorularına görsel yanıtlar arayan küresel bir çağrıdır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün