SAVAŞIN PSİKOLOJİK TEMELLERİ -Freud, Einstein ve Vamık Volkan'ın Perspektifi-

Ferhat ATİK Perspektif
2 Temmuz 2025 Çarşamba

Savaş, insanlık tarihinin en yıkıcı ve tekrar eden olgularından biridir. Toplumları sarsan bu trajedinin kökenini anlamak, sadece politik veya ekonomik analizlerle değil, aynı zamanda psikolojik dinamiklerle de mümkündür. Bu bağlamda, 1932 yılında Albert Einstein ve Sigmund Freud arasında gerçekleşen Neden Savaş? mektuplaşması, savaşın insana dair derin bir iç görüyle ele alındığı önemli bir metindir. Freud’un psikanalitik bakışı ile Einstein’ın barışçıl çözümler arayışı, günümüzdeki çatışmalara ışık tutacak evrensel nitelikler taşır. Bu tartışmaya, çağdaş dönemin önde gelen psikanalistlerinden ve politik psikolojinin dehası kabul edilen, Mary Sigourney Ödülü sahibi, beş kez Nobel Ödülü adayı gösterilen ve ayrıca 2024 yılında Uluslararası Psiko-Tarih Cemiyeti tarafından A Lifetime Achievement Award for Outstanding Work in Psychohistory /Pisko-Tarih Alanında Üstün Çalışmaları Nedeniyle Ömür Boyu Başarı Ödülü alan Prof. Dr. Vamık Volkan, büyük grup psikolojisi ve liderlik konularındaki çalışmalarıyla yeni bir boyut kazandırmıştır.

Bu çalışmaların incelemeleri sonucunda Freud ve Einstein mektuplarını artık daha kolay anlayabiliyoruz. Şimdi bunlara bakacağız.

Freud ve Einstein: Saldırganlık İçgüdüsü ve Sosyopolitik Arayışlar

Albert Einstein, savaşın nedenlerini sorgularken bilimsel bir çözüm arayışındaydı. Ona göre savaş, bireysel içgüdülerden çok ekonomik ve politik yapıların bir sonucuydu. Freud ise daha temel bir soruya dikkat çekti: “İnsan doğasında yatan saldırganlık eğilimi, neden ve nasıl kitlesel çatışmalara dönüşüyor?”

Freud’un yanıtı, insanoğlunun iki temel içgüdüsünde saklıydı: Eros (yaşam içgüdüsü) ve Thanatos (ölüm içgüdüsü). Yaşam içgüdüsü insanı yaratıcılığa, birlikteliğe ve sevgiye yönlendirirken, ölüm içgüdüsü saldırganlık, yıkıcılık ve çatışma arzusunu besler. Freud’a göre bu ölüm içgüdüsü, bireysel düzeyde bastırılabilirken, büyük gruplar içinde daha kontrolsüz ve tehlikeli bir hale geliyordu.

Vamık Volkan: Büyük Grupların Kolektif Kimliği ve Seçilmiş Travmalar

Freud’un bireysel düzeyde ele aldığı bu saldırganlık dürtüsü, Prof. Dr. Vamık Volkan’ın büyük grup psikolojisi çalışmalarında toplumsal düzeye taşınır. Volkan, büyük grupların kimliklerini oluştururken kolektif travmalardan beslendiğini ve bu travmaların nesilden nesile aktarıldığını savunur.

Seçilmiş travmalar ve seçilmiş zaferler, bu aktarımın en önemli araçlarıdır. Seçilmiş travma, bir grubun geçmişte yaşadığı büyük bir felaketin kolektif bellekte canlı tutulması ve bu travmanın, güncel politik hedeflere ulaşmak için liderler tarafından kullanılmasıdır. Liderler, grup kimliğini güçlendirmek için geçmiş acılara atıfta bulunur ve bu acıları mevcut düşmanlarla ilişkilendirerek savaşı meşrulaştırır.

Örneğin, Rusya-Ukrayna savaşı, Volkan’ın teorilerinin çarpıcı bir güncel yansımasıdır. Rusya’nın tarihsel belleğinde yer alan Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Rus kimliğinin tehdit altında olduğu inancı, bu savaşın psikolojik dinamiklerini anlamada kritik rol oynar. Rus liderliği, bu seçilmiş travmaları güncel söylemlerle yeniden canlandırmış ve ulusal bir ‘savunma’ refleksine dönüştürmüştür.

Benzer şekilde, İsrail-Filistin çatışması, her iki tarafın da seçilmiş travmaları ve zaferleri etrafında şekillenen bir kimlik mücadelesidir. Her iki grup da geçmişteki acıları ve zaferleri hatırlatarak, kolektif kimliklerini tehdit altında hissettiklerinde savunmacı ve saldırgan reflekslere başvurur. Bu dinamik, Freud’un bireysel içgüdü teorisini toplumsal düzeye taşır.

 

Liderlik ve Sınır Psikolojisi

Vamık Volkan’ın büyük grup teorisinde liderlik kavramı merkezi bir rol oynar. Liderler, sadece seçilmiş travmaları manipüle etmekle kalmaz, aynı zamanda grup kimliğinin sınırlarını çizerler. Sınır psikolojisi, grup kimliğinin korunması ve dış tehditlere karşı nasıl savunma mekanizmaları geliştirildiğini anlamamızı sağlar.

Bir liderin grup üzerinde etkili olabilmesi için, grubun psikolojik sınırlarını iyi tanıması ve bu sınırları sürekli canlı tutması gerekir. Bu sınırların ihlali ya da tehdit altında hissedilmesi, grubun kendisini tehlikede hissetmesine ve daha saldırgan reflekslerle hareket etmesine neden olur.

Örneğin, Trump yönetimi sırasında ABD-Meksika sınırı meselesi, sınır psikolojisinin somut bir yansımasıdır. Meksika’dan gelen göçmenlerin “grup kimliğini tehdit ettiği” algısı, Amerikalıların önemli bir kısmında savunmacı ve dışlayıcı reflekslere yol açtı. Trump’ın bu algıyı sürekli canlı tutması, sınır psikolojisinin politik bir araç olarak kullanılmasının çarpıcı bir örneğidir.

Günümüz Dünyasında Büyük Gruplar ve Savaşın Psikolojisi

Güncel çatışmalar, Freud’un saldırganlık içgüdüsü ile Volkan’ın büyük grup psikolojisi teorilerini doğrulayan pek çok örnek sunmaktadır. Suriye iç savaşı, hem bireysel hem de büyük grup psikolojisinin nasıl trajik sonuçlara yol açabileceğini göstermektedir. Savaşın başladığı dönemde Suriye toplumundaki kimlik çatışmaları, liderlerin manipülasyonuyla daha da derinleşmiş ve kontrolsüz bir şiddet döngüsüne yol açmıştır.

Bu çatışmaların gösterdiği en önemli gerçek, büyük grupların kolektif kimliğini tehdit altında hissettiğinde, geçmişteki acılarla bugünü ilişkilendirerek tepkisel ve saldırgan hale gelebileceğidir. Bu, Freud’un bireysel düzeyde ele aldığı içgüdülerin, toplumsal düzeyde nasıl yıkıcı bir güce dönüştüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

Psikanaliz ve Büyük Grup Psikolojisinin Bütünleşmesi

Freud ve Einstein’ın “Neden Savaş?” tartışması, savaşın nedenlerini anlamak için önemli bir başlangıç noktasıdır. Ancak bu tartışma, Vamık Volkan’ın büyük grup psikolojisi ve liderlik üzerine geliştirdiği teorilerle birleştiğinde daha kapsamlı ve derin bir açıklama kazanır.

Freud’un bireysel saldırganlık üzerine geliştirdiği teoriler, Volkan’ın liderlik, sınır psikolojisi ve seçilmiş travmalar üzerine yaptığı çalışmalarla bütünleştiğinde, savaşın ve büyük çatışmaların psikolojik temellerini daha iyi anlamamızı sağlar. Bu üç entelektüelin çalışmaları, savaşın sadece politik ve ekonomik bir olgu olmadığını, insan ruhunun ve toplumsal belleğin derinliklerinde yankı bulan çok katmanlı bir gerçeklik olduğunu gözler önüne serer.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün