Toplumsal Kutuplaşma III - ÖNYARGILAR - DÜŞMANLAŞTIRMA

Perspektif
12 Haziran 2025 Perşembe

Moris Crespin

II. Dünya Savaşı öncesi ve sürecinde Nazi ideolojisinin başta Yahudiler olmak üzere, Çingeneler, Polonyalılar, Afrika kökenliler, engelliler ve eşcinselleri ortadan kaldırılması gereken ‘bozukluklar’ olarak gördükleri, Avrupa Yahudilerinin üçte ikisini katlettikleri yaygın olarak bilinir. Konuyla ilgili farklı bir tarafa dikkat çekmek isterim. Normal şartlarda, böylesine bir vahşetin toplumun çoğunluğu tarafından kabulünü beklemeyiz fakat Alman kamuoyu büyük oranda olan biteni desteklemiş veya en azından kayıtsız kalmıştı. Bu örnek bize insanların kategorileştirilip, ötekileştirerek ve sonrasında da düşmanlaştırılarak, hangi boyutlara varılabileceğini çarpıcı olarak göstermektedir. Önce konuya daha temelden girelim.

İnsanları kategorilere ayırmak aslında bireyin kendisini, çevresini ve dış dünyayı kavrayabilmesi için çoğu durumda yararlı, hatta gerekli bir olgu. Bazı genellemeler hem kendimizi veya ait olduğumuz grubu konumlandırabilmemiz, hem de tek tek tanıma fırsatı bulamayacağımız ‘yabancı’ grupları zihnimizde bir yerlere oturtabilmemize yardımcı olur. “Akdeniz insanı daha sıcakkanlıdır, kuzey Avrupalılar ise soğuk olur” söylemi yüzde yüz doğru olmasa da, pratikte binlerce Akdenizli ve kuzey Avrupalı tanıyıp, istatistik çıkaramayacağımız için bize bir miktar fikir verebilir. Yine de, böylesi genellemeler ve o grup üyelerinin hep aynı özellikler yüklemeye ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Buna örnek olarak tüm bayanların şoförlüğünün kötülüğünden, tüm Romanların gününü gün edip, geleceği düşünmemesine, her Rus kadınının hayat kadını olmasından, tüm Çinlilerin ticarette hep aldatmaya çalıştıkları için güvenilmemesi gerektiğine olan inançları gösterebiliriz.

Bu yazıda ele alacağım konu ise, bu şekilde kategorileştirmenin ötesinde, ötekileştirme ve ‘öteki’ kabul edilenlere önyargılarla yaklaşma ve onları değersizleştirme, dışlama, hatta düşmanlaştırma. Bazen farkında olarak, ama çoğu zaman da farkında olmadan, bir kimse hakkında, yalnızca ‘öteki’ kabul edilen bir grubun üyesi olması nedeniyle, şüphe duyabilmekte, ondan nefret edilebilmekteyiz. Yazı dizisinin 2. bölümünde (önceki yazı) değindiğim gibi, ‘o gruptakileri’ bir bütün olarak ahlaki anlamda bizden düşük görüp (ahlaki üstünlük başlığı), bize tanınan veya tanınması gereken hakları onların kullanamamasını önemsemiyor, bunun da ötesinde, doğru bulabiliyoruz. (siyasal hoşgörüsüzlük başlığı). Bunlarla birlikte, ‘öteki’ gördüklerimizi tam olarak tanımasak da, bize ve ait olduğumuz gruba tehdit oluşturduğundan da endişe duyabilmekteyiz. Bu tehditler;

-        Ekonomik boyutta olabilir. Sığınmacıların işsizliğe sebep olmaları görüşündeki gibi,

-        Yaşam şekline veya değer yargılarına etkisi boyutunda olabilir. Seküler yaşayanların, muhafazakar yaşantıya olumsuz etkisi görüşündeki gibi, (veya tam tersi, muhafazakarların seküler yaşantıya)

-        Doğrudan mevcudiyeti boyutunda olabilir. Ruanda’daki iç savaşta Tutsile ile Hutular arasında olduğu gibi.

Ötekileştirmenin en ileri seviyesi olan ‘düşmanlaştırma’ halinde ise söz konusu ‘ötekiler’ artık zihinlerde canavarlaştırılıyor, şeytanlaştırılıyor. Bu keskin hisler, toplumun genelindeki ortak mağduriyetlerden veya her türlü olumsuzluktan yalnızca onların sorumlu tutulmalarının zeminini hazırlıyor. Deyim yerindeyse, tüm fatura onlara kesiliyor. Hatta bazı durumlarda ötekileştirilen grubun maruz kaldığı haksızlık veya acıların bile sebebi yine ‘onlar’ görülebiliyor. Hepimizin bildiği gibi, tarih, farklı coğrafyalarda böylesi durumların örnekleriyle dolu ve maalesef günümüzde de ötekileştirme ve düşmanlaştırma gücünden bir şey kaybetmeden mevcudiyetini korumakta.

Ötekileştirmenin olduğu yerde sık karşılaşılan bir başka durum da ayrımcılık, yani bir grubun yalnızca kimliklerinden dolayı eşit muamele görememesi ve aynı haklardan yararlanamaması. Ayrımcılık yasalarda net bir şekilde belirtilmiş olup uygulanacağı gibi, yazılı olmayıp, pratik uygulamada mevcudiyet de bulabiliyor. Buna örnek olarak, bir ülkede belli gruplara ait kimselerin belirli pozisyonlara asla getirilmemesi, iş hayatında veya devlet memurluğunda o makam veya pozisyonların kapılarının ‘ötekilere’ hep kapalı olması gibi.

Düşmanlaştırmanın ne şekilde geliştiği ve keskinleştiği üzerine düşünülmesi gereken bir detay. Şahsi görüşüm, düşmanlaşmanın gelişiminde bireylerin kendi aralarındaki fikir alışverişlerinden ziyade, toplumdaki etkili kimselerin ve özellikle siyasilerin söylemleri ve tutumlarının çok daha etkili olduğu yönünde.

Maalesef önyargılar oluştuktan sonra bunların kırılımı oldukça zor. Önyargıyla yaklaştığımız, ötekileştirdiğimiz gruptan belki de hiç kimseyi yakından tanımasak da, hatta bu gruptan bir kimseyle ömrümüzde hiç karşılaşmamış olsak da, onlar hakkındaki olumsuz düşüncelerden çok da emin olabiliyoruz. Tıpkı havaalanında tesadüfen sohbet ettiğim bir kimse, sohbetin ortasında hayretle, “Allah Allah, sen iyi birisine benziyorsun, oysa Yahudiymişsin!” dediği gibi. Oysa “Önyargı hayata kirli bir camdan bakıp, onlara hep kirli görmektir” şeklinde ne de güzel bir söz var.

Farkında olmadan olayları ‘ezberimizi bozmayacak’ şekilde görmeye, okumaya meyilli bir yapımız var. Olayları bu önyargılarımız doğrultusunda, bildiklerimizi haklı çıkarırcasına, teyit edercesine görme eğilimindeyiz. Ayrıca, kutuplaşmanın 4. bölümünde değineceğim gibi, genellikle bilgi ve haber kaynaklarımız, bizimle aynı pencereden bakanlardan oluşmakta, ‘yankı odaları’ olarak adlandırılan kendimiz gibi düşünen ve inananların oluşturduğu fanustan beslenmekteyiz. Önyargılar bilinçlerimizi güçlüce kuşatmış durumda.

Sevgiyle kalın…

1 YouTube, Prof.Dr. Sn. P.U. Semerci’nin Ötekileştirme nedir ve tehdit algısı konularındaki yorumları

 Önceki bölümlerin linkleri:

https://www.salom.com.tr/haber/137693/toplumsal-kutuplasma-i

https://www.salom.com.tr/haber/137693/toplumsal-kutuplasma-i

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün