Halatı hep birlikte çekenler…

Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır! Gündüz Kılıç (1918-1980) Sadece Galatasaray´ın değil Türk futbolunun da efsane sporcusu ve teknik direktörüdür ´Baba´ lakaplı Gündüz Kılıç. Babası Beşiktaş JK kurucularından Ali Kılıç´tı. Galatasaray Lisesinde okumuş, Galatasaray´da futbol oynamış ve teknik direktörlük yaptı. 1971-1972 sezonunda da babasının kurucusu olduğu Beşiktaş´ta teknik direktör olarak son kez görev alıp emekli oldu.

Mete YAYLALI Spor
22 Mayıs 2025 Perşembe

Gündüz Kılıç bu sözü Galatasaray için söylemiş ama o yılların 3 büyüklerinin hepsi için geçerlidir.

Galatasaray ile tanışmamın tam tarihini hatırlamıyorum fakat henüz ilkokula gitmediğimi ve o günlerde Tercüman Gazetesi’nde Fenerbahçe muhabiri olarak çalışan Fenerbahçeli babamın adıma imzalı bir Metin Oktay fotoğrafı ile Galatasaray taraftarı olduğumu biliyorum, hayal meyal de olsa böyle bir 60 yıl öncesinde anım var. Elbette o yaşlarda bir çocuk, hele de takımının haberlerini ancak ertesi günkü gazeteden alabildiğin, stada gitmediysen maçları radyodan dinlediğin, sinemaya gidersen “10 dakika ara” bölümünde dönen reklamlar arasından takımının gollerini görebildiğin bir dönemde ne kadar taraftar olabilirsen o kadar taraftarsın işte!

Yine de 1969 yılında futbolu bırakana kadar Metin Oktay’ı canlı seyretmiş olmanın ayrıcalığını hep taşıdım.

Gündüz Kılıç’ın Galatasaray teknik direktörlüğü bende sadece uzaklarda bir anı o kadar çünkü 1964-1967 arasındaki görevini pek hatırlamıyorum. Fakat çocukluk dönemimdeki Tomislav Kaloperovic, Coşkun Özarı ve elbette Brian Birch dönemleri çok net. Galatasaray başkanları da benim hafızamda Selahattin Beyazıt ile başlıyor (1969-1973).

Evde hem Galatasarayhem Fenerbahçe vardı

Fakat evimizde sadece Galatasaray değil Fenerbahçe de yaşadığı için Selim Soydan, Ogün Altıparmak, Birol Pekel, Ercan Aktuna, Ziya Şengül ve Yılmaz Şen hep çınlanan isimler. Datcu’nun kaleciliğini kimse sorgulamazdı bizde ama Varol Üzülmez’in maç sattığı hep konuşulurdu. Selahattin Beyazıt ne kadar saygı görürse Faruk Ilgaz da o kadar saygı görürdü. Galiba ‘taraftar’ sözcüğünün anlamı o günlerde başkaydı. Futbol maçları radyo ve gazetelerin arka iç kapağından kurtulup ekranlardan evin içine girince taraftar profili de değişmeye başladı.

1 Mayıs 1966 İTÜ tarafından yayınlanan ilk maç Fenerbahçe-Beşiktaş karşılaşmasıdır. Daha sonra 1971-1990 arasında TRT bazı maçları yayınlıyordu, izlerdik. İlk özel kanal Star1-ki Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal tarafından kurulmuştu- maçlar evlere girmeye başladı.

Futbol sıkıntılardan kaçma fırsatıydı

İşte bugünkü anlamda rakip kulübü, oyuncusunu ve taraftarı düşman olarak görme süreci başladı çünkü insanlar bir sınıfa ait olmak istiyordu, ekonomik sıkıntılar vardı ve bunlardan 90 dakikalığına kaçma yoluydu futbol. Kazanan taraftar dopamin-adrenalin çevriminin sonunda dopamin patlaması yaşarken evine o günlerde otobüs-dolmuş, bugünlerde otobüs-metro-metrobüs ile gidiyor, bir süreliğine mutlu olup ertesi gün zorluklar içinde boğuşuyordu.

Biz futbolun aslında sahada 22 futbolcu tarafından oynanan bir gösteri olduğunu kabul edemiyoruz. Futbolcular o gösteriyi tribünde bilet alıp gelen taraftara izletiyor, üstüne taraftarın hayatında bir arada göremeyeceği kadar para alıyor, maç bitince hepsi birbirini kutluyor, sohbet ediyor, belki bazıları aynı sitede oturuyor ve eşleri çocukları arkadaşlık ediyor, belki bazıları dışarıda görüşüp birlikte yemek yiyor. Taraftarlar da maç bitince birbirine bileniyor, kazanan kaybedeni aşağılıyor, ezmeye çalışıyor, laf sokuyor, sinirlendiriyor, birbirine küsen arkadaşlar olduğu gibi sokaklarda birbirine saldırıp yaralayanlar da oluyor, ölenler bile vardı zamanında.

Hâlbuki en büyük rekabetin yaşandığı Galatasaray ile Fenerbahçe arasında futbolcu transferleri yapılıyordu.

Galatasaray’ın efsane santrforu Tanju Çolak 1987-1991 arasında Galatasaray, 1991-1993 arasında Fenerbahçe’de forma giyiyordu. Mehmet Topal, Serdar Aziz, Caner Erkin, Raşit Çetiner, Erdoğan Arıca, Engin Verel ve Erhan Önal iki takım için de gollerini attılar. Emre Belözoğlu Galatasaray altyapısından yetişti, Galatasaray ile şampiyonluklar yaşadı. Avrupa’dan dönüşte Fenerbahçe’ye imza attı, kaptanlık ve antrenörlük yaptı. Taraftar birçoğuna maçlarda saygılı davrandı.

Elbette arada Metin Oktay gibi bir futbolcu da vardı

29 Ocak 1959 tarihinde dönemin İzmirspor başkanının kızı Oya Sarı ile evlendi ve Galatasaray’dan İzmirspor’a transfer olması istendi. Kaptan kabul etmedi ve eşinin “Ben mi Galatasaray mı?” restine “Galatasaray, çünkü senden daha vefalı” dedi ve boşandılar.

1957 yılında Fenerbahçe 2. başkanı Müslüm Bağcılar ile Metin Oktay bir gazinoda buluşurlar. Müslüm Bey boş bir çek uzatır “Rakamı sen yaz Kaptan, yeter ki Fenerbahçe forması giy!” Metin Oktay çeki iade eder ve der ki “Bizi sevenleri üzmeyelim baba, bizi sevenlere ihanet etmeyelim.”

Fakat Metin Oktay Fenerbahçe forması giyecektir. 1968-1969 sezonundaki jübile maçında takımının Fenerbahçe ile karşılaşmasını ister. Fenerbahçe yöneticisi Eşref Aydın’ın, “Tek bir şartım var. Fenerbahçe kulübü ve taraftarı her zaman sana hayrandı. 10 dakikalığına da olsa Fenerbahçe formasını giyer misin” diye sorması üzerine Metin Oktay “Şeref duyarım”  karşılığını verir. Gerçekten de jübile maçında Oktay ile Bartu formalarını değiştirir. Galatasaray’ın efsanesi Metin Oktay Fenerbahçe, Fenerbahçe’nin efsanesi Can Bartu 10 dakika süreyle Galatasaray forması ile mücadele ederler…

Futbol kültürü aynı değil

1990’larda 30-40’lı yaşlarda olanların izlediği futbol kültürü ile bugün şartlar aynı değil. Sosyal medya neredeyse her şeye hâkim ve taraftar kitleleri kolayca manipüle edilebiliyor. Kulüpler trol adı verilen çoğu isimsiz bot hesaplar üzerinden bütün süreci yönetebiliyor. Futbolculara verilen bonservis bedeli, imza parası ve maaşlar astronomik boyutlara ulaştı. Sponsorlar işin içine balıklama daldı, reklam pastası büyüdü, bahisler aldı başını gitti, kara para aklama haberleri ortada geziyor. Futbol ekonomisi bu kadar büyürken şike yapılmadığını düşünmek epeyce saflık olur.

Kulüpler ekonomik olarak dağıldı, toparlamak için devlet kredi verdi ve kulüpleri bir anlamda borçlandırdı. Üç sezondur Galatasaray ile Fenerbahçe’nin şampiyonluk mücadelesini izliyoruz. İki kulüp de 200-250 milyon Euro’luk bir kadro değerine sahip. Olmadık maaşları, bonservis ve imza parası ödüyorlar. Ne için bütün bunlar? Türkiye Süper Lig şampiyonu olabilmek için! İki kulüp de Avrupa’da sürünüyor. İsimsiz atletik sporculara sahip köy takımlarına eleniyorlar. Galatasaray 2000 yılındaki UEFA şampiyonluğunun ekmeğini hala yiyor. 2012-2013 Şampiyonalar Ligi çeyrek finalinden sonra bir daha kayda değer bir başarısı yok. Fenerbahçe de bir UEFA başarısı olmamasına rağmen Galatasaray gibi 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar Liginde çeyrek final, 2012-2013 Avrupa Liginde yarı final oynuyordu. Bu sezon ise Süper Lig’de Galatasaray 25.şampiyonluğuna ulaşıyor, eski futbolcusu Okan Buruk yönetiminde 3 yıl üst üste zafere ulaşıyor ve üstüne de Türkiye Kupasını kazanıp duble yapıyordu.

Ali Koç’un 7. başkanlık yılında takım futbolda sıfır çekiyor ve taraftarın tepkisi büyüyordu. Ali Koç her mecrada istifaya davet ediliyor ve olağanüstü genel kurul yapıp kendisini devirmek için imza toplanıyordu. Hâlbuki Ali Koç son üç yılda bir şeyler deniyordu ama olmuyordu.

Kişisel görüşüm Ali Koç 2022-2023 sezonunda vasat bir kadroyu Jorge Jesus gibi iyi bir hocaya teslim etti fakat Galatasaray ardından ikinci oldular. 2023-2024 sezonunda iyi bir kadro kurdular fakat kariyersiz bir teknik direktör olan eski futbolcusu İsmail Kartal takımın başına geldi. Yine de 99 puan ile tarihi bir rekor kırmalarına rağmen Galatasaray ardından yine ikinci oldular. 2024-2025 sezonu ise iyi bir kadro ki buna gerçekten inanıyorum, başına da kariyeri asla tartışılmaz Jose Mourinho geldi ve fakat yine Galatasaray ardından 2.oldular. Yani bütün kombinasyonlar denendi ve yine olmadı. Bu halde sorun başka bir yerde olmalıdır.

Her kulübün kendine özgü kodları var. Galatasaray’da Mekteb-i Sultani geleneğinden gelen kodlarla kulüp yönetiliyor. Başarısız olan gider, başkanın kim olduğu önemli değildir. Başkan ve yönetim teknik kadronun işine karışmaz ama işler kötü gidiyorsa yönetim neşteri vurur. Fatih Terim gibi bir efsane kovuldu bu kulüpten! Burak Elmas henüz 9 ay başkanlık yapmışken icra edilmedi ve gönderildi.

Galatasaray yönetim yapısında başkanlar kulübün sahibi ya da patronu değildir. Patron her zaman teknik yönetimdir.

Fenerbahçe ise Galatasaray aksine farklı kodlara sahip

Başkanlar patrondur ve adeta kulübün sahibidir çünkü başkan ve yöneticiler kulüp kasasına para koyar, sponsor olur. Bu yüzden son 30 yıla bakıldığında 4 yıl Ali Şen, 20 yıl Aziz Yıldırım ve 7 yıldır da Ali Koç başkanlık koltuğunda oturuyor. Futbol takımı ise 11.yılda yine şampiyonluk göremedi.

Biz gelelim taraftara…

Taraftar hızla şampiyonluk bekliyor çünkü rakibi Galatasaray ile ara açılıyor. Bu ara açılmasını şampiyonluk sayısı ya da yıldız sayısı olarak düşünmeyin. Taraftar sayısı artıyor, forma satışları artıyor, başarı geldikçe sponsorlar geliyor, para olunca iyi futbolculara büyük paralar ödenebiliyor, iyi kadro ve iyi paraya diğer iyi oyuncular da geliyor. Tabii teknik kadronun akıllı analizlerle iyi futbolcuları zamanında takıma katması yanında bunları bir arada tutup egolarını yönetebilmesi de çok önemli.

Peki, taraftar başka ne yapabiliyor?

Kendisinin ömrü boyunca hayal bile edemeyeceği paraları kazanan yıldız futbolculara tribünden küfredebiliyor. Evine teneşir vade aldığı buzdolabının üreticisi olan, sadece ülkenin değil dünyanın da sayılı zenginlerinden olan kulüp başkanına küfredebiliyor, canı istediğinde istifaya çağırıyor, bir an önce gitsin diye notere koşup imza verebiliyor.

Bu sayılı zengin arkadaş da yalısı ile holding arasında özel yatıyla gidip gelirken bir anda kolları sıvayıp holiganlaşıyor, protokol tribününden taraftarın üstüne atlıyor, soyunma odasında duvara yumruk atıyor, rakibinin şampiyonluk kutlamasını 1 hafta geciktirdiler diye neredeyse takıma prim verecek hale geliyor. Gitme sana muhtacım diyen taraftara gururla bakıyor, 7 yılda sıfır çeken birisi olarak amigolarıyla taraftarın arasında kasılıyor.

İyi de kardeşim bu adamın bunlara ne ihtiyacı var? Neden ısrarla başarısız olduğun, milletin arkandan teneke çaldığı bir koltukta oturmaya çalışıyorsun?

İşte benim bir türlü anlayamadığım taraftar kodlaması bu! Aslında açıklaması basit: Ego ve kişisel tatmin! Futbolcu ve antrenöre bir şey oluyor mu? Olmuyor çünkü antrenörü istemeden getirmek zorunda kaldı, tuzağa çekildi ve göndermek için sıkı bir ödeme yapmak zorunda. Futbolcular da zaten parasını garanti alıyor, en fazla şampiyonluk priminden olurlar.Satranç bilenler için ZUGZWANG tam olarak böyle bir pozisyondur.

Fenerbahçe’de böyle oluyor da Galatasaray’da başka bir şey mi oluyor?

2 sene üst üste takımı şampiyon yapan Okan Buruk, Avrupa’dan elenince taraftar ve sosyal medya trolleri Fatih Terim kulisine başlıyordu. Son haftalara girerken Fenerbahçe biraz becerikli olsa aradaki fark kapanacak belki de şampiyonluk gidecekti. Eh bu durumda fatura kime kesilecekti? Bildiniz!

Sonuç olarak…

Futbolun bir gösteri olduğunu unutmayalım, birbirimize takılalım, geyik muhabbeti yapalım. En büyük derdimiz bu olsun.

Simon Kuper’in 1994 yılında yayınladığı ünlü kitabını ‘Futbol Asla Sadece Futbol Değildir’ olarak çevirdiler fakat orijinal adı ‘Football Against Enem’ yani ‘Düşmana Karşı Futbol’dur.

Kuper başka bir şey anlatıyordu ama anlaşılan Türk futbol taraftarı iyi İngilizce biliyor!

Fakat kişisel tercihim, bu rekabeti ciddiye alıp da tahammül edemeyenler ve şirazeyi kaçıranlarla sohbeti kesmek, o ortamlarda bulunmamak. Ben futbolun adrenalinini, dopaminini, muhabbetini seviyorum.

Başa dönersek, futbolda halatı çekenler aslında sahadaki futbolculardır. Taraftarın desteği halatın gideceği yönü belirler.

Futbol bir takım oyunudur ve kulübün çaycısı da, malzemecisi de, taraftarı da o takımın parçasıdır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün