Uzunca bir süredir çarpıcı ve ayrıksı yapıtların pek sahnelenmediği İstanbul Devlet Tiyatrosu, geçen sezon ciddi bir atılım yaparak ´Lysistrata´ gibi antik ya da ADT& İDT ortak yapımı ´Medea-Material´, ´Işıltılı Haşerat´ ve ´Ebedi Barış´ gibi XX. yüzyıl modern klasiklerini, etkileyici çağcıl yorumlarla seyirci karşısına çıkarmıştı. Çoğu misafir yönetmenlerce sahnelenen bu başarılı oyunlara önümüzdeki sezon, Fiziksel Tiyatro Araştırmaları kurucusu yönetmen, oyuncu, eğitmen, Güray Dinçol´un yönettiği müthiş etkileyici ´Gergedanlar´ı katılıyor.
’Gergedanlar’, Samuel Beckett’le birlikte Absürt Tiyatronun Babası olarak görülen Eugène Ionesco’nun ünlü oyunu ‘Rhinocéros’un yeni ve çağcıl bir yorumu.
Romen Yahudi baba ile Fransız annenin oğlu olarak 1909’da Romanya’da doğan, Eugen Ionescu’nun çocukluğu, anne-babasının boşanmasının ardından annesiyle Fransa’da geçmiş; 1925’de Bükreş’e babasının yanına dönse de, her zaman güçlünün yanında yer alan, önce Nazilerle sonra da Komünistlerle iş birliği yapan fırsatçı babasıyla hiç anlaşamadığından, bir süre sonra Romanya’ya dönmüş olan annesinin yanına yerleşmiş. 1936 yılında, ömrünün sonuna kadar hayat arkadaşı olacak Rodica Burileanu ile evlenmiş, 1938’de doktorasını tamamlamak üzere ailesiyle birlikte Fransa’ya taşınmış. II. Dünya Savaşı patlak verince aile Marsilya’ya geçmiş, Fransa’nın özgürlüğe kavuşmasının ardından 1944’te Paris’e yerleşerek Eugène Ionesco adını almış ve tüm yapıtlarını Fransız dilinde yazmış.
1970 yılında Fransa Akademisi üyeliğine seçilip 1994’deki ölümüne dek 40’ı aşkın oyun, ayrıca romanlar, öykü kitapları, denemeler yazan Ionesco, bunlarla çok sayıda ödül kazanmış. En önemli oyunları arasında ‘La cantatrice chauve / Kel Diva’ (1950), ‘La leçon / Ders’ (1951), ‘Les chaises / Sandalyeler’ (1952), ‘Amédée ou comment s’en débarrasser / Amédée ya da onu nasıl başından atarsın’ (1954), ‘Rhinocéros / Gergedan’ (1959), ‘Tueur sans gages / Gönüllü Katil’ (1958), ‘Le roi se meurt / Kral Ölüyor’ , ‘Délire à deux / İki Kişilik Hırgür’ (1962), ‘Le piéton de l’air / Hava Yayası’ (1963), ‘La soif et la faim / Açlık ve Susuzluk’ (1964) ve ‘Macbett’(1972) yer alır.
II. Dünya Savaşı’nda yıkılıp yakılan kentlerin, toplu kıyımların, milyonlarca ölümün ardından değer yargılarını ve umutlarını yitiren insanlığın içine düştüğü anlamsızlığı, yaşamın saçmalığını, belirsizliğin hâkim olduğu dünyada kendine ve topluma yabancılaşan, yalnızlaşan ve yozlaşan bireyin dramına odaklanan absürt tiyatro akımı 1950’lerde, öncelikle de Fransa’da yaygınlık kazanmış.
Burada absürdü sözlükteki karşılığı anlamsız ya da saçma olarak değil, absürt yaşamın, tekinsiz bir atmosferde, parçalanmış bir dil, saçma bir varoluş biçemiyle çarpıtılmış, ancak yine de gerçekçi bir yansıması olarak algılamak gerekir.
Babası olarak görülmesine karşın İonesco, Absürt Tiyatro tanımlamasını biraz kısıtlayıcı bulduğunu, yaşamın olağandışılığının getirdiği hayranlık ve korku duygularını da içeren insolite’i tercih ettiğini, oyunları için ‘absurde’ yerine alışılmadık, tekinsiz karşılığı ‘insolite’ nitelemesini daha uygun gördüğünü söylemiştir.
Romanya’da 1930’larda kök salmaya başlayan faşizme en yakın arkadaşlarının, çevresinin ve zamanla bütün vatandaşlarının teslim olmalarına şahit olan Ionesco, faşizmin sinsice yükselişini ve Nazizm’in dehşetini büyük trajik oyunu ‘Rhinocéros / Gergedan’ ile aktarır.
Konuyu kısaca özetlersek, olaylar bir taşra kentinin kahvesinin de bulunduğu büyük meydanından hızla geçen bir gergedanın bir kediyi ezmesiyle başlar. Kahvedekiler gergedanlar üstüne giderek alevlenen tartışmalara girişseler de, gergedanla ilgili önlem almaya yönelik hiçbir düşünce ileri sürülmez.
Giderek herkes hemen hemen tıpatıp birbirine benzeyen bu hayvanlara dönüşmeye başlar, bütün kurumlar gergedanlaşmaktan paylarını alırlar. Gergedanlar, önlerine çıkan her şeyi ezerek ve yok ederek, sokak ve caddelerde düzenli öbekler halinde o garip homurtularıyla kendilerine göre inleme ve öfkeyi andıran marşlar söyleyerek dolaşırlar. Zamanla, geride insan olarak sadece, düzene zaten karşı olan Bérenger ile sevgilisi Daisy kalır. Tüm uyarılarına karşın aşkla bağlı olduğu Daisy de gergedanlara katıldığında yapayalnız kalan Bérenger, tek başına kalsa dahi insan olmayı sürdüreceğini haykırır...
‘Rhinocéros’un yazılışından 65 yıl sonra hâlâ taptaze kalışının nedeni, sadece trajediyle hınzır komediyi ustaca harmanlayan avangart ve gerçeküstücü anlatımı değil, salt faşizm eleştirisini aşan, çağının ötesinde çarpıcı ve gerçekçi tematiğidir. Gergedanın korkunç böğürmesi, iğrenç yeşil rengi ve çirkin zırhı önceleri insanların midesini bulandırırken zamanla gergedanlaşma hastalığı bütün ruhları sarıyor ve giderek herkes onun gibi olmayı istiyor. İonesco, insanların gruplara, derneklere, çetelere ya da partilere katılmasını, başkalarının görüşlerine öykünerek onları kendi görüşü gibi benimsemesini, sadece koyunluğa özenmesine ya da sürü psikolojisine değil, özellikle yalnızlık korkusuna bağlıyor.
Bu kalın zırhlı, iri cüsseli ve yalnız yaşayan hayvan giderek kendi kendinin sembolüne dönüşüyor ve doğal yalnızlığına da sırt çevirerek önüne çıkan her şeyi ezen ve yok eden vahşi ve hızlı bir sürü oluşturuyor.
Baştan beri karşımıza bir anti-kahraman olarak çıkan Bérenger, oyunun traji-komik finalinde kahramana dönüşmüş gibi görünse de aslında durum epey farklıdır. Bérenger, insanlık onurunu korumak için değil, çaresizlikten, gergedanlaşamadığı, sürüye katılamadığı için savaşmaya devam etmek zorundadır…
Güray Dinçol, oyunu “Gergedanlar” adıyla yönetirken İonesco’nun tüm temalarını ve alt metinlerini yorumuna ustalıkla aktarıyor. Günümüze dek çoğunlukla yapılmış dramatik sahnelemelerin tersine, yazarın tematiğini, onun arzuladığı gibi, alışılmadık, tekinsiz, ama dur durak bilmez parlak ve hınzır bir görsel işitsel şölen olarak yansıtmayı başarıyor.
Bu toplu başarıya, gergedan boynuzu figürlerini de anımsatan, parçalı bir sahne önü duvarını, hareket ettikçe müthiş derinlikli dekor elemanlarına dönüştüren Nur Sinem Mete’nin stilize sahne tasarımının, Dilek Kaplan’ın uçuk kaçık kostüm ve Önder Ay’ın ışık tasarımlarının çok büyük katkısı var. Tüm ekibin olağanüstü beden dili, grup olarak oluşturdukları sabit ve canlı tablolar çok etkileyici. Kuşağının en iyi oyuncularından Adem Mülazım’ın Berkay Özideş’in müziğiyle desteklenen usta işi koreografisi, tüm ekibi zaman zaman dört dörtlük bir dansçı grubuna dönüştürüyor.
Toplu oyunculuk dört dörtlük. Tek ana karakter olarak Bérenger giysisinden oyunculuğuna doğal bir yorum sergilerken, müthiş derinlikli olarak irdelenmiş tüm yan karakterler dozunda, abartısız bir yapaylıkla oyuna katılıyorlar. Metin kimi zaman Jean, Bay Papillon, Daisy ve Botard’ı öne çıkarsa da, Bérenger dışındaki karakterleri ustalıkla ayrıştıran tüm ekip, replikleri bitince, oyun boyunca sahnede olan, neredeyse tek bir kişiymiş gibi oluşturdukları o benzersiz koroya katılıyor.
Bu çok başarılı ekibin tamamının adını vermek boynumuzun borcu:
Jean / Koro Atilla Can Çelebi, Bayan Boeuf / Koro Betül Çevgen Söyük, Dudard / Koro Ceren Narinoğlu, Daisy / Koro Çağıl Tekten, Bay Papillon / Koro Deniz Arna, Kedili Kadın / Koro Ebru Kaymakçı, Yaşlı Adam / Koro Ferhat Işıktaş, Patron / Koro Güray Doğru, Bérenger Hakan Kahraman, Garson / Koro Handan Ölçener, Mantıkçı / Koro Kağan Şenbaş, Yaşlı Kadın / Koro Özen Çağla Akın, Botard / Koro Refiye Genç Çoldur, Bakkal Kadın / Koro Yasemin Taş.
‘Gergedanlar’ yazıldığından on yıllarca sonra insanları uyarabilen, coşku uyandırabilen kalıcı olabilmeyi başarmış bir ‘klasik’. Bu yeni ve çok başarılı yorumu da, yeni bir yüzyılda, yeni izleyicileri, yeni yorumlarla heyecanlandırmaya devam edecek.
Üsküdar Tekel Sahnesindeki sezon sonunda yapılan prömiyeriyle İDOB tiyatro sezonunu kapatan bu ‘Gergedanlar’ önümüzdeki tiyatro mevsiminin en etkileyici, en ses getiren oyunlarından biri olmaya aday. Mutlaka izlenmeli.