Almanya Ceza Kanunu’nun 86a maddesi, “Anayasaya aykırı örgütlerin propaganda araçlarının yayılması ve kullanılması” başlığı altında, Nazi dönemine ait propaganda sembollerinin kamuya açık şekilde kullanımını suç sayar. Bu kapsamda yasaklanan semboller, özellikle Nazi rejimiyle doğrudan ilişkili işaret, bayrak, üniforma, slogan ve selamlama biçimlerini içerir. Ancak yasada istisnalar vardır. Yasanın amacı sadece Nazi ideolojisini bastırmak değil, aynı zamanda Holokost’tan sağ kurtulanlara ve Nazi kurbanlarına saygı göstermek, ırkçı nefreti engellemek için güçlü bir sembolik tavır almaktı. Yine de kullanımları genel olarak yasak olmasına karşın, sanat, bilim, araştırma, eğitim ve habercilik bağlamında yasal bir şekilde kullanılabilirdi. Tabiki suistimal edilmesi durumunda yine cezai işlem uygulanabilecekti fakat suistimalin derecesi ve değerleme kriterleri bugün hala önemli bir tartışma konusu olarak görülüyor. Özellikle sanatta faşist sembollerin kullanımı, estetik, etik ve ideolojik boyutlarıyla oldukça tartışmalıdır ve bu mesele hem göstergebilimsel, hem siyasal, hem de bellek çalışmaları açısından çok katmanlı biçimde ele alınabilir.
Sanatta faşist sembollerin kullanımı estetik mi, propaganda mı?
Bilindiği üzere Nazi Almanyası’nda sanat, devlet destekli propagandanın bir aracı olarak kullanıldı. Örneğin Arno Breker’in heykelleri ideal Aryan bedeni, Leni Riefenstahl’ın Triumph des Willens filmi Reich mitolojisini simgeliyordu. Bu sanatın amacı, kitleyi estetik yolla ideolojik olarak etkilemek, ‘yüceltilmiş’ bir Alman ulusu imgesi yaratmaktı. Savaş sonrasında zaman içinde sanatta bu faşist sembollerin tekrar kullanımı görülmeye başladı ardından da her çalışma şu kritik soruyu beraberinde getirdi. Bu eleştiri mi yoksa yücelti mi? Bu çok riskli bir alan oldu çünkü her ne olursa olsun günün sonunda estetikleştirilen bir faşizm alanı yaratılabiliyordu. Susan Sontag, ‘Fascinating Fascism’ makalesinde bu konuyu odağa alarak şunu soruyordu: “Faşist estetik ile faşist içerik arasında nasıl bir sınır var?” İşte bu sınırı saptamak bile tartışmaları büyütmeye yetiyor. Çünkü birçok göstergebilimci düşünürün önermelerine göre faşist imgeler, eleştirel bağlamda bile kullanıldığında, görsel gücüyle izleyicide büyüleyici bir etki yaratabilir. Bugün genellikle sanatçılar Nazi sembollerini eleştirel bir stratejiyle bilinçli olarak ters yüz etmek, çarpıtmak veya yıkmak için kullanır. Anselm Kiefer’ın Nazi Almanyası’nın mitlerini sorgulayan anıtsal tuvalleri, Hans Haacke’in Germania adlı yerleştirmesi, Gerhard Richter’in arşivlerdeki Nazi görsellerini soyutlayan resimleri belleği bulanıklaştırır. Bu tür işler göstergeyi olduğu gibi değil, eleştiri aracı olarak yeniden kurar. Ayrıca günümüzde moda, müzik klipleri ya da sokak sanatında sembollerin “şok değeri” için kullanılması gündeme gelir ki asıl bu yaratılar etik sorunlara yol açar. Faşist sembollerin estetikleştirilmesi, bilmeden de olsa onların politik içeriklerinin normalleşmesine neden olabilir. Örneğin bir tişörtte gamalı haçın kullanımı, ironik ya da protest bile olsa, kolektif bellekteki travmayı tetikleyebilir ve yeniden travmatize edici olabilir. Çünkü göstergebilimsel açıdan Nazi sembolü bir ikon olmaktan çok, bir mittir ve sanatçı bu sembolü kullandığında, yalnızca bir şekli değil, bir anlamı tarihsel, ideolojik ve duygusal bir yükü sahneye taşır. Roland Barthes’ı takiben söylemek gerekirse, gösterge her zaman taşıdığı bağlamlarla birlikte gelir. Yakın dönem popüler sinemada Quentin Tarantino’nun Inglourious Basterds filmi buna iyi bir örnektir. Nazi sembolleri, gamalı haçlar ve Hitler figürü filmde bolca yer alır ancak bu kez tarihsel parodi ve intikam fantezisi olarak yeniden kurgulanır. Göstergebilimsel açıdan, semboller burada ‘şeytanlaştırılarak’ yüceltilmez; parodileştirilir. Bu tarz ‘estetikleştirme’, bazı eleştirmenlerce şiddetin tüketilebilir bir fanteziye dönüşmesi olarak yorumlanmıştır. Dolayısıyla Susan Sontag’ın ‘büyüleyici faşizm’ uyarısı burada geçerli olabilir. Bazen de çok çarpıcı söylemler sembolizmin önüne geçebilmektedir. Örneğin performans sanatçıları Rudolf Schwarzkogler ve Marina Abramović’in faşist estetiği sorguladığı performatif çalışmaları zaman zaman sembolün kendisine değil, beden-politikalarına odağı kaydırmıştır. Postmodern esprilerde sembolün bu örneklerdeki gibi kullanımı ironik ve metalaşmıştır ki bu değiş tokuş her zaman başarılı olmaz. Çünkü belki de en çok farkına varılması gereken bu sembollerin tarihsel travmalar olduğudur ve hafızaya kazınanlarla sembolü yüklemeye devam etmektedir. Bu durum kaotik bir estetik algısı yaratabilir. İzleyici bu sembolleri ‘bireysel hakaret’ gibi algılayabilir, çünkü bu semboller artık kişisel acıyla da bağlantılıdır.
Amaca, bağlama ve alımlayıcıya dikkat edilmelidir…
Sembolün estetik düzlemde güçlü bir çarpıcılığı olsa da, politik düzlemde bir travma çağrıştırdığı unutulmamalıdır. Bu sembollerin sanattaki kullanımı yalnızca sanat kuramlarıyla değil, etik, tarih ve bellek politikalarıyla birlikte değerlendirilmelidir.Georges Didi-Huberman“Tarihi temsil etmekle onu yeniden üretmek arasındaki çizgi, yalnızca niyetle değil, form aracılığıyla da aşılabilir” der. Eğer semboller sadece eleştiri niyetiyle yerleştirilirse yetmez; çünkü form da ideolojiyi taşır.
Bu nedenle belki de direkt sembolleri göstermeyi seçmeyen İsrailli sanatçı Yael Bartana’nın çalışması farklı bir açılım sunmaktadır. ‘And Europe Will Be Stunned’ adlı çalışmada sanatçı, Varşova merkezli bir kurgu üzerinden Polonya’daki tarihsel antisemitizmi tartışır. Nazi sembollerine doğrudan yer vermez ama boş bırakılmış hafıza alanlarında bu sembollerin eksikliği bile negatif bir gösterge olarak işler. Roland Barthes “Mitler, tarihsel olanı doğal gösterir” der. Barthes’ın bu temel ilkesi, Nazi sembollerinin sanat ve medyada nasıl işlevselleştiğini anlamak için kritiktir. Örneğin gamalı haç tarihsel bir zulüm simgesidir. Ama popüler kültür onu aksesuar gibi sunduğunda, ‘doğallaştırır’. Gösterge mitleşir, politik anlamını yitirir, bir ‘tarz’ olur. Polonya’daki hayali bir Yahudi Rönesans Hareketi’nin faaliyetlerini konu alan Bartana’nın ise Nazi propagandası estetiğini andıran görsel tekniklerle direkt sunumun yerine “andırma” efektini koyarak gerilimi güçlendirdiği söylenebilir.
Özetle sembol, çoğu zaman tarihi, mitolojik ve kolektif bilinçdışıyla ilişkilidir. Simge, bu sembolün tekil, sabit ve politik anlamlarla mühürlenmiş halidir. Nazi rejimi sembolleri ‘simgeleştirerek’ mutlaklaştırmış, çağdaş kültür ise bu simgeleri ‘sembolleştirerek’ tekrar yorumlamaya çalışmıştır ama çoğu zaman riskli biçimde. Nihayetinde gelinen noktada gerçek olanın yerine geçen imgeler, artık kendi anlamını taşımazlar, çoğunlukla sadece dolaşıma girerler. Baudrillard’a göre modern kültür, Nazi sembollerini bile “anlamı olmayan estetik simgeler” hâline getirebilir. Örneğin bir yerde gamalı haç gördüğümüzde, onun tarihsel kökeni değil, görsel şoku ya da ‘isyan hissi’ dolaşıma girer. Gerçeğinin yerini alan işletimsel ikizi anlamın peşinde değildir artık, bağlamından soyutlanmış bir gamalı haç simülasyonuyla ne yapacağını bilemeyen yeni çağ insanı olarak anlamın peşinde savruluşumuz da böylece nostaljik bir tavırdan öteye gidemez.