‘Küresel uyanışın’ yansımaları

2013’e damga vuran isyanlar ve halk hareketleri üzerine düşünmek…

Selin NASİ Diğer
8 Ocak 2014 Çarşamba

Yeni seneye girdiğimiz şu günlerde 2013’ten devreden ve 2014’te dünya gündemini belirleyecek konular üzerine tartışılıyor. 2013 birçok açıdan protestolarla, isyanlarla dolu bir yıl oldu. Birbirinden bağımsız görünen halk hareketlerine yakından bakmak, dünya siyasetinin yönünü kavramak adına önemli ipuçları veriyor. Bu açıdan siyaset biliminin duayenlerinden, 86 yaşındaki Zbigniew Brzezinski’nin adeta kehanet değeri taşıyan siyasi öngörülerini hatırlamakta fayda var. 1977-1981 yılları arasında Amerikan Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapmış olan Brzezinski, 2008 yılının sonunda İngiltere merkezli Chatham House’da (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kurumu) ABD’nin yeni başkanına dış politika tavsiyeleri içeren kapsamlı konuşmasında ilk kez “küresel uyanış” terimini kullandı.[1] Brzezinski, dünyanın çeşitli yerlerinde-özellikle gelişmekte olan ülkelerde-ulus devletlerin kontrol altına almaları günden güne zorlaşan ‘kitlesel siyasi bilinçlenme’ oluşumuna dikkat çekmek istiyordu. Uluslararası düzeni, en çok da yerleşik yönetimleri sarsma potansiyeli taşıyan, demokrasiye doğrudan hizmet edip etmediği tartışmaya açık olan bu popülist hareketlerin ortak noktası radyo, televizyon, internet gibi iletişim kanallarını verimli bir şekilde kullanarak interaktif niteliğe sahip olmasıydı.

Gerçekten de Brzezinski’nin işaret ettiği gibi onurlu bir yaşam, kültürel farklılıklara saygı, şeffaf bir yönetim, ekonomik eşitlik, bireysel hak ve özgürlük talepleriyle insanlar meydanları doldurdu 2013’te. Brezilya, Türkiye, Ukrayna ve Tayland gibi farklı coğrafyalarda halk siyasi yönetimleri protesto etmek için sokağa çıktı. Sosyal medya kullanımın yanı sıra belki de bu ayaklanmaların diğer bir ortak yönü mevcut iktidarların kaynak dağılımlarının adaletini sorgulayan eğitimli bir orta sınıfın kendisini görünür kılma ve kendisine siyasi alan yaratma çabalarıydı. Özellikle Türkiye’yi bekleyen seçimler yaklaşırken bir hayli anlamlı olan sandık-seçim-demokrasi tartışmaları gözönüne alındığında birbirinden kopuk görünen protesto gösterilerinin düşündürücü ortak paydaları bulunuyor.


Brezilya’da Passo Libre Hareketi

Brezilya’da Mart 2013’de Porto Alegre’de alevlenen protesto gösterilerinin öncelikli hedefi belediyenin toplu taşıma ücretlerine yapmış olduğu zammı geri almasını sağlamaktı. Hükümetin verdiği tavizleri çeşitli taktiklerle geri almaya çalışması mayıs-haziran aylarında da gösterilerin yer yer şiddetlenerek devam etmesine sebep oldu.  Ancak sokağa inen halkın tek derdi metro veya otobüs biletlerine uygulanan zamlar değildi. 2013 FIFA Konfederasyon Kupası ve 2014 FIFA Dünya Kupası kapsamında yürütülen spor kompleksi projelerinin inşaat giderleri için ayrılan fon miktarlarının yüksekliği-daha stadyumların yarısı bile tamamlanmamışken-eğitim, sağlık ve gıda gibi alanlarda hizmet bekleyen halkın isyan etmesine yol açmıştı. Yüksek enflasyon ve işsizlik oranları da hesaba katıldığında, sokağa dökülen Brezilyalılar stadyum yerine hastaneye, içinde kalifiye öğretmen bulunan okullara ihtiyaç duyduklarını dile getiriyorlardı.

Brezilya Düşünce ve İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre protestolara katılanların yüzde 79’u asgari ücretin iki katını kazanıyordu ve yüzde 76’sı iş sahibiydi. İlginç olan diğer bir nokta ise Başkan Lula da Silva’nın iktidarda olduğu 2004-2010 tarihleri arasında orta sınıfa mensup nüfusun yüzde 50 oranında artmış olmasıydı. Bu insanların orta düzeyde gelire sahip olmaları gösterilere destek vermelerinin önünde engel değildi. Aksine siyasete sinmiş olan yolsuzlukların önüne geçilmesini ve varolan kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasını talep ediyorlardı.

Ukrayna’da Euro-Maidan Protestoları

Ukrayna’da ise Başkan Viktor Yanukoviç’in 2013 Kasım sonunda Avrupa Birliği’yle ekonomik entegrasyon sağlayacak olan anlaşmayı askıya alma kararı sonrasında Ukraynalılar Bağımsızlık Meydanı’nı doldurdular. AB yerine Rusya’nın hayata geçirmeye çalıştığı Avrasya Gümrük Birliği’ne destek vermesi karşılığında çeşitli ekonomik tavizler alan Yanukoviç yönetimi henüz net bir seçim yapmış olmasa da ülkenin geleceğini belirleyecek karar için ülke çapında referanduma gidilmesini savunanlar mevcut.

Orta sınıf gençler ve ailelerinden oluşan protestocuların sıfırın altında seyreden hava koşullarına rağmen direnmeye devam etmeleri ve kendilerine uygulanan şiddete karşılık direnişine desteğin artmış olmasını not etmek gerekiyor. Diğer taraftan, Ukrayna örneğinde, protestolara destek veren kitlelerin salt ekonomik sınıflara göre ayrışmadığını, siyasi tercihlerin coğrafi olarak da değişkenlik gösterdiğinin altını çizmek gerek. Öyle ki, tarihsel bağlar sebebiyle nüfusun çoğunluğunun Rusça konuştuğu doğu bölgesi Rusya’yla daha yakın siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler devam ettirilmesini savunuyor. Yüzünü siyasi ve ekonomik model olarak AB’ye çevirmiş olan ve Ukraynaca konuşan batı ve orta bölgeleri ise ülkelerindeki yaşam standartlarının ancak AB kriterlerine uyum sağlandığı takdirde gelişebileceğine inanıyor.[2] Öte yandan, Yanukoviç iktidarına yönelik yolsuzluk iddiaları, iktidarı boyunca kendi ve ailesinin aşırı zenginleştiği yönündeki eleştiriler, elde ettiği rantı siyasi rantı, tabanını oluşturan doğu bölgesine yatırımlarla aktarıyor olması, protestolara zemin hazırlayan AB’ye entegrasyon tartışmaları ötesinde birtakım yapısal sorunlar olduğunun da göstergesi.[3]

Tayland’da Sarı Gömlekliler Kırmızı Gömleklilere Karşı

Tayland’a geldiğimizde siyasi tablo biraz da ülkenin meşruti monarşi ile yönetilmesi sebebiyle değişkenlik gösteriyor. Ukrayna’daki protestolarla aynı döneme denk gelen Tayland’daki ayaklanmaları tetikleyen Başbakan Yingluck Şinavatra’nın yolsuzluklar sebebiyle 2006’da sürgün edilmiş eski başbakan -aynı zamanda erkek kardeşi-Taksin Şinavatra’nın siyasete tekrar dönmesinin yoluna açacak yasa tasarısını parlamentoya taşıması oldu. Beş yıl boyunca ülkeyi yönetmiş olan telekomünikasyon devi Taksin Şinavatra’nın sürgün sonrası kız kardeşi aracılığıyla ülkeyi idare etmesine karşı çıkan muhalifler (sarı gömlekliler), Şinavatra’nın siyasi desteğini aldığı köylü ve işçi sınıfını memnun edecek popülist politikaların (yüksek tarım sübvansiyonları gibi) ülke ekonomisini yokuşa sürüklediğini savunuyor.

Kraliyet yanlısı, milliyetçi ve kentli orta sınıfı temsil eden sarı gömlekliler diğer ülkelerdekinden farklı olarak seçimle işbaşına gelmiş ancak yolsuzluklarla anılan Şinavatra yönetiminin gitmesini ve yerine seçilmeden atanacak bir halk meclisinin ülkeyi yönetmesi için mücadele ediyor. Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu aralarında Başbakan Şinavatra'nın da bulunduğu iktidardaki 383 milletvekili hakkında soruşturma yürütüyor. İncelemeler, parlamentonun kasım ayında senatonun dağılımını değiştirecek bir yasa tasarısının usule uygun olup olmadığının yanı sıra yürütülmekte olan atık su projesi ve pirinç işçilerine verilen finansal desteğin kaynaklarının araştırılmasını da kapsıyor. Protestoların dinmemesi durumunda siyasi geçmişi darbelerle dolu olan Tayland’da ordunun yönetime müdahale edip etmeyeceği önümüzdeki günlerde belli olacak.

Gezi Hareketi

Gezi hareketi, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında, Gezi Parkı’nın yerine yeni bir alışveriş merkezi yapılması kararı karşısında 27 Mayıs’ta Taksim’in son yeşil alanını korumak isteyen çevreye duyarlı 30-40 kişilik bir grubun parkta çadır kurup, nöbet tutmaları ile başladı. Aralarında sanatçıların da bulunduğu, genç-orta yaş grubu olarak sınıflandırabileceğiz, çoğunluğu kentli, eğitimli ve orta sınıfı temsil eden protestocuların silahsız ve lidersiz olması, hareketin sivil boyutunu vurgulamak açısından önem taşıyor.

Hareketin ikinci gününde sabaha karşı polisin parkta nöbet tutan protestoculara biber gazı ile müdahale edip dağıtmaya çalışması ve çadırların yakılması ile olayların sosyal medya üzerinden duyulması, evlerinden haber takip eden genç yaşlı, toplumun birçok değişik kesiminden insanın sokağa inerek Gezi protestolarına destek vermesine yol açtı. Haziranın ikinci haftasına dek park içinde kurulan ortak mutfak, seyyar tuvaletler, gönüllülerden bağışlanan erzak ve yiyeceklerle adeta bir komün yaşamı ve çeşitli sanat faaliyetleriyle festival şeklinde devam eden protesto hareketi, o güne dek sesini duyuramamış birçok azınlık gruba -çevreciler, gay-lezbiyen-travestiler, sol görüşlü öğrenci hareketleri gibi- ev sahipliği yaptı. Bu dönem zarfında, Gezi hareketini destekleyenlere yönelik yer yer hakarete varan ayrıştırıcı söylem, polis tarafından göstericilere uygulanan orantısız şiddet ve buna karşılık ana akım medyanın olaylara tepkisiz kalması hareketin yönünü değiştirdi. Sokağa ilk kez inen liseli, üniversiteli gençler ve onlara destek veren ebeveynlerinin tepkisi çevreci duyarlılığın ötesine geçerek, iktidarın kendi taleplerini yok sayan çoğunlukçu zihniyeti hedef almaya başladı. Uygulanan şiddete paralel, direnişe diğer şehirlerden destek artmaya devam etti. Haziran 15’te park polis zoruyla boşaltıldığında o günlerin popüler tabiriyle meselenin üç beş ağaçtan öte olduğu anlaşılmış ve Gezi hareketi laik ve muhafazakâr her kesimden, her yaştan insanın kendi yaşam tarzlarına yöneltilen tehdit algısına ve baskıya başkaldırdığı bir direnişe evrilmişti.  

Nilüfer Göle’nin yerinde tespit ettiği gibi, “Gezi hareketi iktidarın kutuplaştıran siyasetine ve söylemine karşı insanları meydanda, bir ağaç etrafında birleştirdi. Genç yaşlı, öğrenci bürokrat, feminist ev kadını, müslüman solcu, Kürt Alevi, kemalist komünist, Fenerli, Beşiktaşlı, bir araya gelmesi düşünülemeyecek kişileri, fikirleri, yaşam biçimlerini, kulüpleri bir araya getirdi.”[4]

‘Küresel Uyanış’ın Mesajı

Brzezinski’ye referansla ‘küresel uyanış’ orta sınıf aracılığıyla birbirinden farklı coğrafyalarda kendini gösteriyor. 2013’e damga vuran halk hareketlerinin ortaya koyduğu bir diğer gerçek ise Fareed Zakaria’nın terimiyle illiberal demokrasilerin[5]-diğer bir deyişle düzenli seçimlerin yapıldığı ancak bireysel hak ve özgürlükleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle güvence altına alan bir sistemi oturtamamış yönetimlerin- işlevsiz kalarak zemin kaybetmekte olduğudur. Bu açıdan geleceğini güvence altına almak isteyen orta sınıfların konforlu yaşamlarını bırakıp meydanlara inmeyi göze almalarını, yeni bir toplumsal sözleşme yapılması yönündeki taleplerini siyasi alanda duyuramadıklarından kamusal alanda dile getirme girişimleri olarak yorumlayabiliriz.

Modernleşme teorisyenlerinin öngördüğü şekliyle ekonomik refahın artması daima demokratikleşmeyi beraberinde getirmiyor. Bunu, ekonomik zenginliği kendi çıkarları için belli bir zümreyle paylaşan ve iktidar gücünü elinde tutmak isteyen otoriter eğilimli yönetimlerin mücadelesinde görüyoruz.[6] Brezilya, Türkiye ve Ukrayna’dan farklı olarak Tayland örneğinde olduğu gibi orta sınıfın yozlaşmış yönetimlere tepkisinden ötürü tercihini demokrasiden yana kullanmama olasılığı da var. Ancak uyanışa geçen toplumların beklentilerine cevap verebilecek şeffaf bir yönetim, seçmenlerin seçilenleri denetleyebilecekleri liberal demokratik bir sistemle mümkündür. Toplumsal uyum ise çoğunluğun azınlığa hükmettiği değil, alternatif hayat biçimlerine saygılı, herkes için adalet ve eşitlik ilkesini savunan, herkese temsil hakkı veren, çoğulcu bir demokratik düzen ile sağlanabilir.

 

 

 



[1]Zbigniew Brzezinski,’Major Foreign Policy Challenges for the Next US President,’ Chatham House, 17 Kasım 2008, http://www.chathamhouse.org/events/view/ham House, 155245

 

[2] Kiev Uluslararası Sosyoloji Enstitüsü’nün Kasım 2013’te tamamlamış olduğu bir ankete göre Ukrayna’nın doğusunda ülkenin Rusya ile gümrük birliği oluşturmasına destek oranı %64’ü bulurken, batıda bu oran %16’ya düşüyor.  Benzer bir şekilde Ukrayna’nın AB’ye katılmasına ilişkin referanduma destek konusunda ise; batıda %66’lık bir kesim AB taraftarı iken, doğuda bu oranın %18’e gerilediği görülüyor. Orlando Figes, ‘Is There One Ukraine?’ Foreign Affairs, 16 Aralık 2013, http://www.foreignaffairs.com/print/137530

[3]Benjamin Bider, ‘Profiting from Power? The Dubious Business of the Yanukovych Clan,’ Der Spiegel, 16 Mayıs 2012, http://www.spiegel.de/international/world/the-dubious-businees-of-ukraine- president-yanukovych-and-his-clan-a-833127.html

[4] Nilüfer Göle, ‘Gezi: Bir Kamusal Meydan Muhalefeti,’ T24, (6.6.2013), http://t24.com.tr/yazi/gezi-bir-kamusal-meydan-hareketinin-anatomisi/6824

 

[5] Fareed Zakaria, ‘The Rise of Illiberal Democracy,’ Foreign Affairs, Kasım-Aralık 1997.

[6] Modernleşme teorileri üzerine, Seymour Martin Lipset, Political Man:The Social Bases of Politics,The Johns Hopkins University Press,1981. Ayrıca, Adam Przeworski and Fernando Limongi, ‘Modernization: Theories and Facts,’  World Politics 49, Ocak 1997.