Lütfi Maktuf: ‘İslamcılar anayasa yapmak istemiyor’

Maktuf, siyasi cinayetler, ekonomik kaos ve istikrarsızlık yaşayan Tunus’ta çözümün anahtarının sivil toplum olduğunu savunuyor. Tunus’ta yaşayan Yahudi azınlığa da değinen Tunuslu entelektüel, İsrail-Filistin meselesinin bu gruba etkisini ve son dönemlerde artan nefret söylemini de dile getiriyor.

Selin NASİ Diğer
25 Aralık 2013 Çarşamba

Lütfi Maktuf ile Türkçeye çevrilen ve Tunus’un siyasi tarihine ışık tutan kitabı ‘Tunus’u Kurtarmak’ üzerine konuştuk


Tunus’un önce gelen düşünce liderlerinden Lütfi Maktuf, Türkçede yayınlanan ‘Tunus’u Kurtarmak’ adlı kitabının tanıtımı için geçtiğimiz hafta Turkish Policy Quarterly dergisinin düzenlediği yuvarlak masa toplantısındaydı.

 Tunus’un siyasi tarihine ışık tutan çok güzel bir çalışma hazırlamışsınız. Özellikle seçtiğiniz başlığı göz önüne alırsak bu kitapla kimlere sesleniyorsunuz? Siyasi karar alıcılara mı? Uluslararası aktörlere mi? Diğer bir deyişle kitabınız Tunus’un kurtulmasına nasıl katkıda bulunacak?

Aslında bu kitabı öncelikle bir Tunus vatandaşı olarak kendim için yazdım. Bu kitap tam olarak başarıya ulaşmak için bir reçete sunma amacı taşımıyor, daha çok Tunus siyasetinin temel unsurlarını masaya yatırıyor. Tıpkı bir hastalığın tedavisi için önce düzgün bir şekilde muayene yapılması ve hastalığın teşhis edilmesinin gerektiği gibi. Ancak hastalık doğru teşhis edilirse, tedavisi mümkündür. Bu yüzden üzerinde durarak Tunus’un kumaşını, bugün yaşanan olayların tarihsel arka planını anlatamaya gayret ettim. Elinizdeki, Tunus’ta doğmuş, ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kalmış, diğer kültürleri görerek karşılaştırmalar yapmış ve bu sebeple ülkesinin bugün gelmiş olduğu siyasi açmaz karşısında yardım etmek isteyen birinin çalışmasıdır. Tunuslu bir vatandaşın gözünden Arap Baharı deneyimini anlatması açısından kitabımın Tunus üzerine bilgi sahibi olmak isteyen herkese hitap edeceğine inanıyorum.

Sorunuzun ikinci kısmına cevap vermem gerekirse, cevap zaten kitabın sonunda var. Sivil toplum siyasi kördüğümün, krizin aşılmasında anahtar rol oynayacaktır.

 O zaman kitabımızla sivil toplumu aydınlatmaya ve harekete geçirmeye çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?

Daha çok süregelen tartışmalara katkı sağlıyor diyelim.

 Kitabınızda İslamcı bir ajandaya sahip Ennahda hareketinin sürgün edilmiş liderinin devrim sonrası ülkeye dönüşüyle nasıl iktidara geldiğini anlatmışsınız. Diğer yanda, Tunus’un toplum yapısının kendine özgü karakteri olduğundan, hukukun üstünlüğü ilkesi ile İslami değerleri başarılı bir şekilde harmanlayabildiğinden de bahsetmişsiniz. Ennahda hareketinin böylesi bir toplumda nasıl destek bulduğunu açıklayabilir misiniz?

Ennahda iktidara ciddi bir oy oranıyla geldi. Öncelikle bu hareketin diğer tüm siyasi alternatiflerden daha çok finansal kaynağa ve ilişkiler ağına sahip olduğunu belirtmekte fayda var. Her şeyden önce insanlara Ennahda’yı desteklemek mantıklı geldi. Diktatörlükten yeni kurtulmuş bir ülkede Allah’tan korkan bir partiden korkmaya gerek görmediler.  Ennahda’nın göreceli şekilde çoğunluğun oyunu kazanması bu şekilde gerçekleşti. Bir de şunu unutmamak gerekir. Halk Ennahda’ya yeni anayasayı yapması için yetki verdi. Bir yıl içinde hazırlanması beklenen anayasanın üzerinden üç sene geçmiş olmasına rağmen ortada halen bir anayasa yok. Şu anda halen geçici hükümet var. Ülkede siyasi cinayetler, ekonomik kaos, istikrarsızlık, hükümetin kurumlarına İslamcı kadroların sızması ve yerleşmesi durumu yaşanıyor.

 Peki, ama bir çelişki yok mu sizce? Kitabınızda Tunus’la Türkiye arasındaki benzerliklere ve farklılıklardan bahsetmişsiniz. Atatürk’ün uyguladığı inkılâplardan farklı olarak Tunus’un daha yumuşak bir laiklik benimsediğini ve İslami değerleri dışlamadığını söylüyorsunuz. Tunus’un bu şekilde Müslüman kimliğinin yanı sıra kadın-erkek eşitliğine değer veren, özellikle kadının toplumun her kesiminde aktif rol almasını destekleyen yaşam tarzını vurgulamışsınız. Diğer yanda ise İslami hareketler bastırılmış, liderleri sürgün edilmiş. Öyleyse ılımlı İslamcılar ile aşırı uç İslamcılar diye bir ayrımdan söz etmek mümkün müdür?

Bu benim Burgiba ve Bin Ali yönetimlerinde eleştirdiğim bir noktadır. Her ikisi de üçüncü katmanla ilişki kurmayı başaramadı. Şöyle ki birinci katman olan sosyal alanda yürütülen eğitim politikaları başarılı oldu.  Aile planlaması, tek eşlilik kuralının uygulanması, bunlar doğru hareketlerdi. Sonra ikinci katmana ekonomik düzeye geliyoruz. Altyapı çalışmaları, ülkeye yerli yabancı yatırımı teşvik edecek düzenlemeler ekonomik olarak ülkenin kalkınmasını sağladı. Ancak üçüncü katmanda yani siyasi düzeyde daima sorun oldu. Tam bir demokrasinin yerleşmesine izin verilecek hukuki sistem işletilemedi. İktidara sahip olanlar gücü paylaşmak istemediler ve rakiplerini bertaraf etmeyi tercih ettiler. Bugün böyle bir karmaşa içinde olma sebebimiz tam da bu yüzden. Yalnız şimdi tehlikeli bir durum da var. Geçen zaman İslamcılar siyasetin kurallarını öğrendiler ve artık hangi kelimeleri kullanarak ne elde edeceklerini biliyorlar. Retoriğe hakimler.

 Son olarak, Tunus’ta yaşayan Yahudi azınlığın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkenin İslamcı bir hükümet tarafından yönetilmesinin nasıl bir yansıması oluyor? Herhangi bir taraf alma durumu varsa bunu sebebi İsrail-Filistin sorunu mudur? Yoksa dini inançların çarpıtılması sonucu birtakım önyargılardan mı kaynaklanıyor?

Geleneksel olarak Tunus toplumu içice geçmiş çoksesli bir toplum olmuştur. Ben Yahudilerle birlikte büyüdüm. Yakında basılacak biyografimden bahsetmek isterim. Kitapta Yahudi olan çocukluk arkadaşımla başımdan geçen bir anım yeralıyor. İkimiz de Fransa’ya gidince antisemitizmin ne olduğunu öğrendik. Ben orada Arap oldum; o da bir Yahudi. İkimiz de çok zorlandık kabul görmek için. Bu bir anlamda bizi daha da birleştirdi. Oysa Tunus’ta böyle şeyler yaşamamıştık. Biz daima dost olduk ve hâlâ da öyleyiz. Elbette, Tunus’ta halkın büyük bir kısmı İsrail-Filistin sorununda Filistin’i destekliyor. Ama İslamcıların başa gelmesinden bu yana Yahudileri hedef alan bir nefret söylemi patlaması yaşanıyor. Havaalanında bile zaman zaman “Yahudilere ölüm!” sloganları duyabiliyorsunuz. Örneğin, geçtiğimiz ocak ayında Kef ve Suz’de (Sousse) bulunan iki Yahudi mezarlığı yağmalandı. Bu saldırı sivil toplum tarafından şiddetle kınandı.  Hükümette görevli bir bakan, muhaliflerden laik bir partiyi, yıllık kongresinin sahibi Yahudi olan bir otelde düzenlediği için eleştirdi.  Bana kalırsa bunlar tümüyle provokasyon, toplumu ayrıştırmak ve Yahudilere karşı nefreti körüklemek için.