‘BÜYÜKADA arkamdan bakar’

Yetenekli fotoğraf sanatçısı Alberto Modiano, hepimizin özel günlerini karelerde ölümsüzleştirirken,  yeni kitabı ‘Büyükada Arkamdan Bakar’ da kendi çocukluk anılarını kalıcı kılıyor...

Miryam ŞULAM
6 Ocak 2010 Çarşamba

Yoksa Alberto Modiano mu Büyükada’nın arkasından bakıyor?

Sizi alıp eskilere yüzdürerek, bazen tebessüm rüzgârı estirerek, belki göz pınarlarınızdan beklenmedik yaz yağmurları yağdırarak, ama her sayfasında adanın kokusunu size duyumsatarak keyfine vara vara okutacak bir kitap...

Seni hepimiz cemaatimizin fotoğrafçısı olarak biliriz. O yüzden önce bize kendi hayat hikayenin karelerini anlatabilir misin?

Yıl 1960’ta benim için deklaşöre basıldı ve  İstanbul’da dünyaya geldim. Babam fotoğraf makineleri mümessili olduğundan daha küçük yaşlardan fotoğraf makineleriyle haşır neşirdim. Askerlik bittiğinde, iş hayatına muhasebeci olarak başladım. Minolta marka fotoğraf makinemle Büyükada’da ilk çektiğim kare bir  martıya aitti. İFSAK’a üye oldum ve üç yıl ardarda Büyükada Splendid Oteli’nde karma fotoğraf sergisine katıldım. 21 yıl önce, Rose ile mutlu bir karede evlendim. Bir yıl sonra, Megi Dannon ile  Refo Sanat Galerisi’nde ortak sergi açtım. 91’de de Fransız Kültür Merkezi’nde, Türkiye konulu kişisel fotoğraf sergimi açtım. 99’da kendimi ‘işsizler karesi’nde buldum. 2000 senesinde güzel bir tesadüfle Skylife dergisinde iş buldum. Bu benim için bir Rönesans karesiydi! 2003’ten günümüze Neve-Şalom’da cemaatin fotoğrafçısı olarak görevimi devam ettiriyorum.

Peki yazı serüvenin nasıl başladı?

Liseden mezun olup da üniversiteye giremeyince, Büyükada’da büyük amcama ait Ada Parfümeri’de çalışmaya başladım. O zamanlar müşterilerimize dağıtmak için kozmetik hakkında yazılar toplardım. Bu birikimlerim sayesinde,  79’dan itibaren Şalom gazetemizde her hafta, kozmetik, gezi, şiir, eleştiri, Yahudi tarihi gibi farklı konularda yazılarım çıkmaya başladı.  İlk yayınlanan yazım: ‘Makyaj bir Sanattır’dı. Gazetenin kurucusu Avram Leyon’un ölümüyle bu serüvenim sona erdi. 87’de İFSAK’ın yayın birimine katıldım. Derneğin dergisinde fotoğrafla ilgili yazılar yazmaya başladım. 89’da bir fotoğraf dergisinde köşe yazarlığı yaptım.  Yayın tanıtımı yazılarım çıktı. 92’de fotoğraf tarihi araştırmalarına girdim. Aynı yıl kursiyer öğrencilere İFSAK’ta vermeye başladığım fotoğraf tarihi eğitimini bugün hala vermeye devam ediyorum.

‘Büyükada Arkamdan Bakar’ dan önce başka kitaplar da yazdın değil mi?

Evet, ilk kitabım ‘Basında Fotoğraf Yazıları Kılavuzu’ydu. 1993’te Megi Dannon’un fotoğraflarından ve benim şiirlerimden oluşan ‘Yarına Ümit’ isimli kitabımız yayınlandı. 1999’da ise annemi anlatan ‘Bulgaristanbul’ isimli biyografi kitabım yayınlandı. Bugüne kadar fotoğraf tarihi üzerine yaptığım araştırmalarımdan dokuz tane kitap yayınlandı.

Bu kitabı yazmaya seni teşvik eden neydi?

Mario Levi’nin ta kendisi. 2004’de onun yazı atölyesine öğrenci olarak katıldım. İki yıl eğitim gördükten sonra, küçük deneme öyküleri yazdım. Bize ‘Bir hedefiniz olmalı,  bu hedef de bir kitap olmalı’ dedi. ‘Bakalım sizden yazar olur mu?’ demişti Mario Levi. İşte bunlar beni bu kitabı yazmaya motive eden sözlerdi. 2009’da ‘Piyano’ adlı öyküm Gila Erbeş Öykü Yarışması’na katıldı ve hazırlanan özel kitabın içinde diğer öykülerle beraber yerini aldı. Hedef kitabımı, Büyükada’yı anlatan bir kitap olarak belirlemiştim. 28 yıllık bir ada mazim ve küskün bir terkedişim vardı.

Bu kitabı yazarken nasıl bir yol aldığından bahseder misin?

O günlere ait not tuttuğum bir defter yoktu; sedece yazı yazma tekniği ve beynimden silinmiş yitik anılar vardı. Üç yıl boyunca, bazen kitaplardan yakaladığım bir kelime ya da antikacılarda gördüğüm eski bir oyuncak parçası, kimi zaman deniz kenarlarında kimseye görünmeden, gözlerim dolu, anılarıma dönüp mazimi eşelemeye başladım. Böylece anılarımı sayfa sayfa kaleme aldım.  Kitap Şubat ayında son haline ulaştı. Bazı güzel tesadüfler sayesinde Adalar Kültür Derneği ile tanıştım. Kitabımı hemen sahiplendiler ve yayınlanmasını desteklediler. ‘Büyükada Arkamdan Bakar’ 2009’un Aralık ayında basıldı.

Kitabında bazı konu başlıkların vardı. ‘Bu kitabı kendi içinde belli bölümlere ayırır mıydın?’ 

Çok haklısın... aslında bu kitabın içeriğinde özellikle belirtilmemiş üç ana başlık var. Birincisi: liseyi bitirmiş, yeni sakalı çıkmış bir gencin ticaret hayatındaki ilk deneyimleri. İkincisi: tarihi olaylarları da özellikle belirterek (mesela dedemin varlık vergisi ile ilgili yaşadığı deneyim) evimizin çatısı altında yaşananlar… Üçüncü başlıksa: çocukluktan bugüne farklı anılarımın öykü halleri. (‘Büyükada Faytoncuları’  en çok hoşuma giden öykülerimdendir.)

Bu kitabı yazarken okuyana aktarmayı hedeflediğin bir şeyler var mıydı, yoksa kendin için mi yazdın?

Büyükada’da yaz mevsimi, her çocuğun iple çektiği dönemdi. Okul biter, deniz, eğlence ve oyunlar başlardı. Zorla yapılan ödevleri de unutmamalı tabii. Kışlığa adadan temelli indiğimiz gün, çoğu kez vapurda ağladığımı bilirim. Hedeflerimden biri, bu güzel anılarımı ölümsüzleştirmekti. Diğeri ise, okuyucularıma Büyükada’nın artık varolmayan hayalet panaromasını güzel Türkçemizden seçebildiğim en güzel sözcüklerle aktarmak; adalı okuyucularıma da kitabımı okurken kendi nostaljilerini yaşayabilme fırsatını vermekti. 

 Arka kapakta, Büyükada’nın senin için ne ifade ettiğini çok güzel bir dilde yazmışsın. Bugünkü Büyükada için neler düşünüyorsun?

Ada, o yıllarda her dinden insanın yaşadığı, arkadaşların ve oyunların pekiştiği, esnafın, adalının ve yazlıkçının birbirini tanıdığı nezih bir yedi. O döneme ait artık ne insan kaldı, ne de mimari. Büyükada hızla değişiyor. Florası, dokusu, tabiatı gelecek nesiller için maalesef şüphe altında. 88’den bu yana, dükkânın kapanışıyla, özel davetler haricinde adaya gitmeyi pek istemedim. Bunun bir sebebi,  çocukluğumu yaşadığım evin yıkılıp, yerine başka bir ev inşa edilişini görüşümdü. Evimizi yıkmaları,  sanki bütün güzel anılarımı da benden almaya çalışmaları gibi gelmişti. Çok üzülmüştüm.  Çocukken, Aya Yorgi Kilisesi’ne çıktığımız yol, keçi yoluna benzerdi. Taşlar ayaklarımıza batardı. Şimdi ise kesme taş yol yapmışlar. Kış aylarında gittiğimizde, ahşap evlerin odalarında yanan odun sobalarının kokusunu alırdık. Artık bu kokunun yerini de doğal gaz almış. İskeleden karşı kıyıya baktığınızda, trenlerin havada bıraktığı duman izi gözlenirdi;  bugün ise yerinde sadece beton yığını yeni inşaatlar var. Kitabımda yanışını anlattığım Savarona Gemisi Heybeli ile Büyükada arasında bir kuğu gibi süzülürdü. Bugün artık hızlı katamaranlar var. En ihtişamlı ada vapurlarımız Paşabahçe, Dolmabahçe ve Fenerbahçe bile artık maalesef yok.

Kitabının yazılış aşamasında kimlerden destek gördü?

Mario Levi atölyesinden benimle aynı dönem kursa gelen Sema Başural imlâ hatalarımı gönüllü olarak düzeltti. Güneşli bir kış günü, kitabıma konmak üzere ada fotoğraflarını çekerken, yanımda birlikte çalıştığım fotoğrafçı arkadaşım Sevdiye Kahraman vardı.  Bir de, tabii ki, diğer tüm çalışmalarımda olduğu gibi, sevgili eşim Rose’un pozitif enerjisini her aşamada etrafımda hissettim. Onun gülen yüzünü ayna olarak gördüm ve bu süreç içerisinde hep gülümsedim. Adayı terk ettiğim yıllarda Rose’la nişanlıydık. Şimdi bize baktığımda, yılların bizden bir şeyler koparıp alamadığını fark ediyorum.

Bundan sonraki kitabın ne hakkında olacak? Yeni bir hedefin var mı?

Bir roman denemem var; ama ondan önce, geçen sene büyük üzüntüyle yitirdiğim arkadaşım Seyit Ali Ak anısına bir saygı kitabı hazırlıyorum.