Duygusal diyalektik

“Bir insanın özgünlüğü ne kadar büyükse, o insan boğuntu karşısında o kadar çaresiz kalır” demişti Kierkegaard. Duygusal diyalektik aslında bu.

Ferhat ATİK Toplum
18 Eylül 2017 Pazartesi

Lucas’ın ifadesiyle ise “gözü dönmüş ve ürkütücü bir boğuntu karşısında ne yapacağını bilemeyen modern bireyin klasik örneği” Kafka’dır. Kafka benzersizliğini, bu temel yaşantıyı iletecek dolaysız ve yalın bir anlatım yolu bulmuş olmasına borçludur. Öylesine sade anlatır ki, sadelik aklımızda kendi yetimizle karmaşıklaşır. Çünkü söz konusu sadecelik beklenmeyen derecededir.

Franz Kafka’nın yaşadığı Avrupa utancın coğrafyasıydı. Kafka’nın ilk akıl karışıklığı, ilk boğuntusu da bundandı. Praglı bir Yahudi’ydi ve Yahudi olduğu için Almanlar, Almanca konuştuğu içinse Çek’ler tarafından hor görülüyordu. Bunlarla başladığı bir hayatta kendisi için hissettiği öncelikli duygusu “hiçbir şey” olduğuydu.

Çok duygusaldı. Bu aşırı duygusallığı kendisine, iç diyalektiğini dinleyebilme yetisini kazandırmıştı. Bunun sonucu olarak yazdığı birçok şey, kendisi dışında okunmayacağı rahatlığının emsalsiz üretimlerini doğurdu. Oysa yaşadıkları, bunların yaşandığı utanç çağının, milyonlarca insanına aynı derinlikte yansımaktaydı.

Yıllar, sadece faşist bir delinin milyonları yok etmekte olduğu yıllardı.

Kafka’nın bir yanında çağının utancı ile hiçbir şey olma hissi, Mevlana’nın hiçliği gibi değerli bir yapıta bir başyapıta yönlendirdi kendisini.

“Değişim”i yazdı.

Değişim’in efsanevi ilk cümlesi şöyledir: “Gregor Samsa bir sabah korkulu bir düşten uyanınca, yatağının içinde kendini korkunç bir hamamböceği olarak buldu...”

Karamsarlığına rağmen Kafka'nın romanlarında her zaman ümit ışığı görmek mümkün. “Dava”nın yüzlerce sayfa boyunca suçunu öğrenmek için çırpınıp duran zavallı kahramanı K., sonunda idam edilir. Fakat infaz sırasında karşı binanın penceresinden ışıklar içerisinden bir adam çıkar ve K.’ya doğru kollarını uzatır. Elle tutulur yararı olmayan bir umuttur ama umuttur işte ve insanın sahip olduğu biricik şeyde budur aslında...

Güçlülüğü ya da büyüklüğü değil, varlığı anlam getirir umudun.

Edebiyat tarihine geçen az sayıda diyalogdan birine de sahip oldu Kafka. Arkadaşı yazar Gustav Jarmouch yanına gelip “'Bugün ışıl ışılsınız” dediğinde verdiği cevap şöyle oldu; “Dün Max ve karısıyla yemekteydim. Dostlarımın gözlerindeki ışık üstüme sinmiş olmalı...”

Yirminci yüz yılın ortasında, barbarlıkla yeninden karşılaşan insanlığın karmaşasına inat, Kafka’yı sadeleştiren, hayatın kendisiydi aslında. Umudu ve aydınlığı içeren bir kesitin hep olduğu ve hepimizin yaşadığı hayatın kendisi!