Tahtakale Hamamı’nda masalsı bir dünya

Tahtakale Hamamı’ndaki, ‘TEKİNSİZ OYUNLAR’ adlı sergi,İstanbul Bienali ile eş zamanlı olarak 13 Eylül - 28 Ekim tarihleri arasında izlenebilir. ROMAN sponsorluğunda gerçekleşen bu olağanüstü sergideki 22 sanatçıdan biri de Reysi Kamhi

Miryam ŞULAM
12 Ekim 2011 Çarşamba

Sizleri, yaşam yolunu sanatın parmak izlerini takip ederek çizmiş, çok yönlü, dinamik ve sıra dışı işlere imzasını atan yetenekli genç bir sanatçıyla tanıştırıyorum.

Reysi Kamhi, 1985 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Sanata meraklı bir aileden gelen genç kız, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra,  küçüklüğünden beri hayalini kurduğu sanat eğitimine Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim bölümünde başladı. Eğitiminin son senesinde, altı ay boyunca Paris’te Ecole Nationale Superieure des Arts Decoratives (Arts Decos) isimli okulda fotoğraf eğitimi gördü. Üniversiteden mezun olduktan sonra da, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım bölümünde yüksek lisans yaptı.    

  Portföyündeki diplomalarla nerelere yol aldın?

Üniversitenin son senesinde pek çok öğrenci gibi ben de, genç sanatçılar için düzenlenen önemli sanat yarışmalarına katıldım. Resim ve Heykel Müzesi tarafından otuz yıldır gelenekselleşerek sürdürülen ‘Günümüz Sanatçıları Yarışması’ tüm genç sanatçı adayları için önemli bir basamaktır. 2009’da, küratörlüğü Derya Yücel ile Simone Vadmir tarafından yapılan ve işlerin Akbank Sanat’ta sergilendiği bu yarışmada başarı ödülü kazanarak ilk sergimi de gerçekleştirmiş oldum. Yine aynı tarihlerde ‘Siemens Sınırlar Yörüngeler 06’ yarışmasını da kazanarak sergiye katılmaya hak kazandım ve aynı yıl ‘Incheon’ Güney Kore Festivali’nde işlerim yer aldı.

  Bu başarılar sana başka kapıları da aralamış olmalı…  

Kesinlikle; bu sergilerden sonra, İstanbul Modern’de sanatçı Sarkis’in atölye-okul seminerinde yer alma fırsatını yakalarken, diğer genç sanatçılarla, özgün bir platformda bir araya gelmiş oldum.

  Reysi Kamhi sunumunda, izleyiciyle buluşturmak istediği hedef fikri için özel bir oyun hazırlamış…

 Tahtakale Hamamı’nın günümüzde neyi ifade ettiğiyle ya da neye dönüştüğüyle ilgileniyorum. ‘Kâğıttan Hafıza’ ismini verdiğim hafıza kartları projemle, mekânın masalsı yönünü yani hafızamızdaki simgesel değerini sorguladım. Küçükken unutma/hatırlama ritüelini gerçekleştirdiğimiz bu oyun aracılığıyla, hamamın değişen biçimini terk edilmiş nesnelerde aradım. Hamamın içinde bu kartlarla oynama fırsatı yakalayan izleyiciler, böylelikle nesneye kök salmış bu imajları, hamamı keşfetmeye zorunlu bırakılıyor.

 Sergideki diğer sanatçılar arasından, seni en şaşırtan ya da işlerine hayranlık duyduğun iki isim verebilir misin?

Sena Başöz’ün ‘Doctoring’ isimli videosu beni çok heyecanlandırdı. Her şeyden önce videoyu izlerken algınızda bir oyun oynanıyor. Sanatçı Türkiye’de çekilmiş bir grup fotoğrafın elden geçirildiği tek bir sahne kurgulamış. Durağan imgelerin iyileştirilmeye çalışılması eylemi ise sanatçının aslında kendi kendiyle oynadığı bir oyunu temsil ediyor.

Çok beğendiğim bir başka iş ise Hacer Kıroğlu’nun performans videosu; sanatçı bu videoda oyunu sanatsal bir eyleme nasıl dönüştürebilirim sorusundan hareketle, bulunduğu uygunsuz zeminde mücadele ediyor. Eylemin bitiminde de ortaya bir resim çıkıyor. Sonuçta, sanatçı kendi kendine oynadığı bu oyunun nesnesi oluveriyor.

 Sence sanatçı kimdir?

Sanat her zaman estetikle alakalı gibi gözükür. Oysa sanatçı, aslında örtük olan hakikati eserinde kurduğu dünyayla gözler önüne serendir.  Heidegger’in dediği gibi sanatçı, ürettiği eserde cevabı bulamasa da soru soran, algıladığı dünyayı yorumlamaya çalışan ve gerçeği arayan kişidir. Sanat eserinde hakikatin gerçekleşmesi,  sanatçının yaşadığı döneme dair bir tanıklığı mevcuttur. Sanatçı tesadüflerden yola çıkarak neyi, niye anlattığını bilen kişidir. Kısacası dünyayı yorumlayış tarzıyla eserini oluşturandır.

  İstanbul’da genç bir sanatçı olmak nasıl bir şey?

Bence artık günümüzde her şey çok mobil, çok değişken. Profesyonel olarak da kendimizi kolay kolay etiketleyemiyoruz. Resim yapıyorum, asistanım, öğrenciyim, yazıyorum ve resim dersleri veriyorum. Hepsi beni ayrı ayrı besliyor ve bir şekilde üretimime çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, gündelik şehir yaşantısı içerisinde, beni heyecanlandıran konulara ve kavramlara yönelik projeler oluşturuyorum. İşlerimde, genellikle, ‘tanık’ pozisyonundaymışım gibi hissediyorum.

  Ürettiğin eserler, yaptığın işler gerçekten farklı…

Başlıca temamı ‘hafıza’ olarak konumlandırıyorum. Üretimim ve kendi gelişimim için, Doğu ve Batı arasında konumlanan İstanbul’un sahip olduğu kültüre dair çeşitli sorular sormayı hedefleyerek farklı temsil yolları arayışı içersindeyim. Örneğin, ‘Duygusal Müze’ isimli işimde, kentsel dönüşüm politikalarıyla değişen, dönüşen mekânlar üzerine araştırma yaptım. Daha sonra benim de yakından takip ettiğim Asmalı Mescit, Tünel, Şişhane bölgelerini seçtim ve buraya dair bir bilgi toparlama süreci içine girdim. Benim için bu kitap kendi duygusal tonlarım aracılığıyla her şeyin belgelendiği bir müzeyi ifade etti.

 Nelerden ilham alıyorsun? 

Projelerim sırasında en çok sanatçı müzelerine dair okumalar gerçekleştirdim. Herald Szeeman, müzelerin ilksel biçiminin insan belleği olduğuna dair dikkat çeker. Sanatçının zihnindeki fikirler bir şekilde örneğin kitap mekânında kayda alınır ve zaman donar. Ayrıca esinlendiğim pek çok yerli ve yabancı sanatçı var: Andre Malreaux, Daniel Spoerri (hatta duygusal müze ismi onun işinden geliyor), Christian Boltanski, Joseph Cornell, Kurt Schwitters, Hüseyin Bahri Alptekin, Gülsün Karamustafa, Cengiz Çekil, Nur Koçak gibi…  Yazılarını bıkmadan tekrar okuduğum ve bana kesinlikle her defasında ayrı bir ilham veren iki yazar da Orhan Pamuk ve Enis Batur’dur.

  Yakın gelecekteki yeni sanatsal projelerinle ilgili ipuçları verir misin bize?

Son zamanlarda yerleştirme ve performans üzerinden çeşitli projeler de kurguluyorum. 

Son dönem çalışmalarımda da bu doğrultuda iç ve dış mekân arasında oluşan gerilim üzerinde durmakta, bir kayıt öğesi olarak tuval üzerine çeşitli resimler yapmaktayım. Orhan Pamuk’un ‘Şehir ve Hatıralar’ isimli kitabından esinle ben de değişen kent ortamına ve içindeki olgulara işlerimle minör bir tanıklık etme çabasındayım. Ayrıca, 2011 Kasım ayında Lütfi Kırdar’da gerçekleşecek olan Contemporary İstanbul Fuarı’na Pg Art Gallery ile katılmaktayım.

Reysi Kamhi’yle önce Tahtakale Hamamı’nda buluştuk. Hiç ummadığım, masalsı bir dünyayla karşılaştım. 22 sanatçının eserini gezerken Reysi’den özel rehberlik hizmeti aldım. Onun köşesine geldiğimizde, bizi bir masa, iki sandalye bekliyordu; üzerinde de kendi ürettiği hafıza oyunu kartları… Tabii ki oynadık ve çok eğlendim. Reysi Kamhi’nin sergilediği iş’te, derin düşünülmüşlük, anlam ve sanatın dönüştürme gücü vardı. Ardından, Galata’daki atölyesini ziyaret ettik ve daha önce sergilenen çalışmalarını görme şansım oldu. Bu yetenekli, çağdaş sanatçımız, şimdide olduğu gibi, gelecekte de başarılı işlere imza atacağa benziyor.

Bu sergi kaçmaz… Kaçırılmaz! Oyun konseptli olduğundan, hem çok eğlenceli hem de bizlere sunulmuş görsel ve düşüncesel absürt bir sanat keyfi.

Reysi Kamhi’yi daha yakından takip etmek isterseniz:

http://yerdenyuksek.blogspot.com