“Bütün mutlu aileler birbirine benzer”

Ferhat ATİK Toplum
4 Ekim 2017 Çarşamba

Jorge Luis Borges. Bu bir kitabın adı. 2011 yaz başında Türkçe’ye çevirisi yapıldı.

Bazı kitaplar yazarlarının önünde olurlar. Bu konuda aklıma ilk gelen örnek ise ‘Madame Bovary’. Kitabı büyük olasılıkla ya okudunuz ya biliyorsunuz. Ama yazarını şu anda anımsamayabilirsiniz. Bu kitap da böyle aslında.

Jorge Luis Borges deyince genellikle, fikirlerin duygulara üstün tutulduğu bir edebiyat ve kör, aristokrat bir edebiyatçı akla gelir. Oysa ki, 1899’da Buenos Aires’te doğan Borges, 1950’lere dek, görme yetisini tamamen kaybetmemişti. Kitapları pek çok dile çevrilip dünya çapında ünlü olmadan önceki onlarca yıl boyunca yaşadığı bölgede tutkulu bir gözü peklikle polemik yazıları kaleme alan ve polemikleri seven bir yazardı.

Avrupa kültüründen, İngiliz edebiyatından ve maddenin özünü inkâr eden, nesnelerin algılayanın zihninde oluşan düşüncelere denk düştüğünü, dolayısıyla nesnelerin sadece algılar aracılığıyla var olabileceğini ileri süren Berkeley gibi düşünürlerden etkilenmiş olan Borges yazdıklarında asla bir karakter yaratmadığını ileri sürmüştür: “Karakter her zaman bendim, sadece kurnazca saklanıyordum.”

Kitap Borges’i anlatıyor. Yazarı ise Jason Wilson.

Bu arada anımsamadıysanız sizi sıkıntıya sokmayayım. Madame Bovary’nin yazarı Gustave Flaubert. Kitap kitabı çekiyor. Flaubert’in Time’ın “Tüm Zamanların En İyi On Kitabı” sıralamasında iki numara olduğunu vurgularken birinciliğin Lev Tolstoy’un Anna Karenina adlı romanı olduğunu belirtmeliyim.

***

Anna Karenina 1873-1877 yılları arasında bölümler halinde basılmış bir roman. Dünyaca ünlü 125 farklı yazarın belirlediği bir listede zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman olarak görülmüştür.

Eser, 1870’lerin Rusya’sında, toplumun üst sınıfına mensup kimseler arasında yaşanan birbirinden bağımsız iki aşk macerasını anlatır. Olaylar Moskova’da, Petersburg’da ve asilzadelerin malikanelerinde geçer. Romanda dürüst bir evliliğin mutluluğu ile yasak bir ilişkinin düş kırıklıkları karşılaştırılır; sadakat, tutku, kıskançlık gibi temalar işlenir; bir yandan da o dönemde Rusya’da kadınların durumu, eğitim reformu gibi konular dile getirilir.

Romanın ilk cümlesi (ki benim için bu ilk cümleler çok önemlidir) “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” şeklindedir.

Romanın baş karakteri Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup çok güzel bir kadındır. Yüksek bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin ile evli ve bir çocuk sahibidir. Sevgisiz ve monoton bir evlilik hayatı vardır.

Anna bir gün, eşini aldattığı ortaya çıkan ağabeyi Prens Stepan Arkadyaviç’in Moskova’daki evine, karı-kocayı barıştırmak üzere gider ve orada Vronski adlı bir genç kont ile tanışır.

Roman bu akışla sürer. Okumanız lazım. Hatta okuduysanız yeniden okumanız lazım. Her yaşta daha farklı ve iyi anlaşılıyor örgü. Roman tam bir kusursuzluk örneği.

Rastgele dünyanın en iyisi seçilmemiş.