TÜRK YAHUDİLERİ TÜRK TİYATROSUNUN NERESİNDE-Ⅱ Tanzimat Kıyılarından Cumhuriyet Enginine

Serimizin ilk yazısında, Tanzimat Fermanı´nın ilanına kadarki zaman aralığındaki Türk Tiyatrosu içerisinde Türk Yahudi izlerini sürmeye çalışmıştık. Bu yazımızdaysa Tanzimat´ın ilanından Cumhuriyet´in ilanına uzanan takribi seksen senelik bir dilim içinde, Türk Tiyatrosundaki Türk Yahudilerini aramaya çalışacağız. Evvela şunu söylemekte fayda var ki Türk Tiyatrosu, Yahudi, Ermeni, Rum yahut başka milletlere mahsus bir etnik tiyatro değildir. Asırlardır bu topraklardan gelip geçmiş türlü milletlerin türlü güzellikler kattığı, kökü Orta Asya´ya dayanan, dalları kozmopolit kardeşliğe uzanan yekpare bir tiyatrodur. Bizimdir, hepimizindir… Bu yazıların gayesi yalnızca bu tiyatromuzdaki Türk Yahudilerinin izlerini aramaktır. Mazur görünüz…

Perspektif 1 yorum
1 Aralık 2021 Çarşamba

Erdem Beliğ Zaman

Osmanlı Devleti, 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkında, Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa’nın okuduğu fermanla yeni bir enginin kıyısına varmış bulunur. Herkesten gücü nispetinde vergi almak, hiç kimseyi yargılamadan mahkûm etmemek, herkese hususi mülkiyet hakkı tanımak gibi hükümlere sahip bu ferman her ne kadar bir modernleşme dâhilinde vuku bulsa da şer’i kanuna aykırı davranan vezir olsa dahi cezalandırılacaktır maddesiyle biter. Bu kısıtlı modernleşme bile Osmanlı topraklarında kültürel manada bir kıpırdanışı beraberinde getirir. Batı ile olan münasebet, ticaretin ötesine geçmişti. Avrupa’da, bilhassa Fransa ve İngiltere’de klasik addedilen kitaplar Türkçeye tercüme edilmeye başlanmıştı. Bu topraklara aydınlanma ve düşünme hususi mülkiyetle beraber ancak gelebilmişti. Malumunuz o tarihten evvel tüm devlet hudutları içindeki topraklar padişahın şahsî malıdır…

1856 senesinde ilan edilen Islahat Fermanı ile artık Müslim- gayrimüslim her vatandaş için vergi adaleti sağlanmış, bir nevi ‘eşitlik’ sağlanmaya çalışılmıştı. Bu devirde, Batı ile münasebeti yüksek olan Ermeni, Rum ve Levanten vatandaşlar, Batılılaşmanın ta fetihten beri merkezi kabul edilen Beyoğlu-Galata-Karaköy üçgeninde alafranga temsiller vermeye başladı. Bu binalardan ilki Katolik bir Arap olan Michel Naum tarafından yaptırılan, yabancı dilde oyun oynama imtiyazını alan ve 24 Mayıs 1870’deki Büyük Beyoğlu Yangınında küle dönen Naum Tiyatrosu’dur. Onu sıra gözetmeksizin, bugünkü Elhamra Pasajının yerinde açılan Fransız Tiyatrosu, Ağacami mevkiindeki Odeon Tiyatrosu, bir zamanlar Çiçek Pasajının yerinde yükselen Şark Tiyatrosu ve Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu takip eder. Daha sonra yerleşik tiyatrolar Suriçi’ne taşar. Orada da evvela Gedikpaşa Tiyatrosu seyircilerine merhaba der. Sonra bir devrin eğlence hayatına yön tayin etmiş olan Şehzadebaşı kurulur ve yerleşik manada bir tiyatro memleketimizin kültür hafızasına kazınır.

Devrin Türk Yahudi sanatkârları alafranga tiyatrodan ziyade alaturka tiyatroda oynadıklarından mekânları daha çok açık hava kahveleri, çayırlar ve evlerdi. Malumunuz evlerde, sünnet düğünleri gibi hususi eğlencelere Karagöz oynatmak yahut Hokkabazlık yapmak için gidilmişti. Açık hava da ise Ortaoyunu nevinden kalabalık, daha umumi temsiller icra edilirdi. Kol oyunu tabiri de bu kalabalıklar karşısında temaşa icra eden oyun kollarına binaen ortaya çıkmıştı. İşte Türk Yahudileri, bu oyun türünde fevkalade muvaffak olmuş bir milletti. Tiyatro binalara girdikçe kollar truplara dönüşecek ve Türk Yahudileri gittikçe tiyatrodan uzaklaşacaktı.

Ecnebi Yahudi Sanatkârlar

Sultan ⅡⅠ. Selim devrinden itibaren Osmanlı Sarayında yabancı sanatkârların temsiller verdikleri kayıtlıdır. Kendi memleketlerinde de meşhur olan ekserisi Fransız ve İtalyan sanatkârlar arasında Yahudi kökenli olanlar da mevcuttu. Meşhur akrobasi ve pandomim topluluğunun başındaki Bertrand da bunlardan biriydi. Ⅱ. Abdülhamid zamanda Saray’da eşi ve kızıyla padişaha temsiller sunan, kabiliyetiyle dillere destan Bertrand, rivayete göre Sultan Abdülhamid’in çok iyi taklidini yaparmış. Yine o devirde Saray’ın eğlence kadrosunda ‘alafranga hokkabaz’ namıyla maruf bir sanatkârın bulunduğu yazılmıştı (Alafranga hokkabazlıktan kasıt, Türk Yahudilerinin halk arasında meşhur ettiği Hokkabazlık sanatının Avrupaî versiyonudur). Komik-i şehir Naşid Bey hatıralarında Saray’daki alafranga hokkabazın, bir Yahudi hokkabaz takımıyla çalıştığını anlatır.

Tanzimat En İyi Tiyatroyla Halka İner

Tüm bu karışık devir, Türk Yahudileri için kültür hayatı cephesinden bakıldığında pek de parlak bir zaman değildir. Bu devrin Türk tiyatrosuna gerek oyuncuları gerek tiyatro sahipleri ve patronları nokta-i nazarından ele alındığı takdirde ‘Ermeni asrı’ demek pek yerinde bir isimlendirme olur. Öyle ki Avrupai komiklerinden jönlerine, aktrislerinden kantocularına zamanın parlamış birçok ismi Ermeni kökenlidir. Ermenilerden sonra da sahne hayatında Rumlar başı çekmişti. Yahudiler, tıpkı Müslüman Türkler gibi kendi toplumlarında kadınların sahneye çıkmasını pek tasvip etmemeleri ve gençlerini oyuncu olmaya teşvik etmemeleri sebebiyle bu devrin tiyatrosunda büyük bir yer edinememişlerdi. Kendileri içlerinden oyuncu çıkarmakta imtina etseler de diğer tebaalardan çıkan oyuncuları zevkle seyretmekten de geri kalmamışlardı. O devirde tiyatro o kadar rağbet gören bir müessesedir ki, kalabalıkları kendine çektiği için çok defa Saray tarafından gönderilen jurnalciler arasında temsiller verilmiş; gerek sahnede gerek seyirci koltuğunda muhalif beyanda hatta imada bulunulduğunda dahi cezalandırma yoluna gidilmişti. Tanzimat düşünürlerimizden Namık Kemal’in, tiyatroyu bir mektep olarak görmesi nafile değildir. Tiyatronun Tanzimat ruhunun halk içinde de beden bulması için kullanılması Fermanın da fikir babalarından biri mevkiindeki Âli Paşa’nın aklına gelmişti. Âli Paşa çok ilginç bir teşebbüste bulunacak, vefatından az evvel Türkler, Rumlar, Bulgarlar ve Ermenilerden müteşekkil bir ‘millî tiyatro’ kurulması adına kolları sıvayacaktı. Elbette ki bu suni teşebbüs hayat bulmayacaktı. O devrin Türk Tiyatrosunun gayrimüslimler hâkimiyetinde bulunması Türkçenin bozulmasına sebebiyet verecekti. Bazı muharrirler, sırf bu nedenden ötürü gayrimüslimlerin tiyatrodan men edilmesini savunsa da ‘Hadika’ gazetesinde neşredilen bir makalede bu sava karşı çıkılır ve her milletin kendi mevkiinde roller üstlenmek suretiyle yapılacak bir tiyatronun Avrupa Tiyatrosundan aşağı kalmayacağının altı çizilir.

Devrin Tiyatro Hayatında Türk Yahudileri

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar Türk Yahudilerinin tiyatroda en öne çıktıkları yer tabii ki Hokkabazlık olmuştu. Tanzimat’ı ilan eden Sultan Abdülmecid’in çocukluğundan itibaren Hokkabazlığa ve kol oyunlarına alakası olduğu bilinmektedir. (Hokkabazlık sanatı ve sanatkârları hakkında tafsilatlı bilgi 1 Eylül 2021 tarihli Şalom gazetesinde yayınlanmış ‘Hokkabazlık sanatı’ başlıklı yazımızda verilmiştir) Hatta 1848 senesinde Abdülmecid’in sarayını ziyaret eden müzisyen Henry Vieuxtemps, sarayda Hokkabazlık dersi alanlardan bahseder. Malumunuz Saray’daki şenliklerin hatırı sayılır bir kısmı Hokkabazlık ve Cambazlık nevinden gösterilerden ibaretti. Saray erkânı sadece Türk Yahudi’si hokkabazlarla da yetinmeyip Avrupa’dan bir kısmı Yahudi olan Soulier, Bosko gibi sanatkârları da kumpanyalarıyla Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz devirlerinde davet edip, hokkabazlık ve cambazlık icra ettirmişlerdi. Bilhassa Sultan Abdülaziz’in temaşanın her türlüsüne ayrı bir ilgisi bulunduğu bilinmektedir. Zaman zaman halkın arasında bile Ortaoyunu seyrettiği nakledilmişti. Sultan Abdülaziz devrinden itibaren memleketimizde Avrupa’dan gelen Yahudi truplarının kendi lisanlarıyla temsiller verdikleri kaydedilmişti.

Türkçe oyun oynama imtiyazının Güllü Agop’a verilmesi, Müslüman Türklerde tulûatın ortaya çıkmasına sebebiyet verse de Türk Yahudilerinin tiyatrodan uzaklaşmasına yol açmıştı. Ermeni ve Türk kumpanyalarındaki kadrolara bakıldığında birkaç Yahudi oyuncuya rastlanılsa da sayıları istatistiğe alınmayacak kadar azdı. Hatta Metin And dahi, “Yahudilerin bu dönemde belki tiyatro çalışmaları olmuştur, ancak bunlara rastlamadık” itirafında bulanacaktı. Tüm bu menfiliğe rağmen gene de o günlerde kendilerince mühim yer işgal etmiş Yahudi sanatkârlara rastlamak mümkündü.

İsmi Bilinen Musevi Tiyatrocular ve Sanatkârlar

O devirdeki Yahudi sanatkârların isimlerini daha çok devrin aktörlerinin hatıratlarından öğrenmekteyiz. Bu Musevi sanatkârların bir kısmı Türk olup bir kısmı ecnebiydi. Devrin tiyatroyla alakalı Musevi vatandaşlarının bir kısmı da tiyatro patronuydu. Alafranga tiyatronun ilk büyük Müslüman Türk aktörü Ahmet Fehim Efendi hatıratında, 19. asrın sonunda, bir Çanakkale turnesindeki Ramazan ayı temsillerinin Hayimaçi Efendi isimli zengin bir Yahudi’nin evinin salonunun sahne haline getirilmesiyle verildiğini kaydeder. Gene Ahmet Fehim Efendi o zamanlar bir Türk vilayeti olan Selanik’te Türkçe temsiller veren Eden Tiyatrosu isimli kumpanyanın Direktör Diyeko isimli bir Yahudi tarafından idare edildiğini nakleder. Devrin Yahudi tiyatro sahiplerinden bahis yalnız Ahmet Fehim Efendi’nin hatıralarında karşımıza çıkmaz. Komik-i Şehir Naşid Bey’in hatıralarında da Komik-i Şehir Abdürrezzak Abdi Efendi’nin oyunlar oynadığı ve Komik Paşazade Şevki Bey’in (Şevkiye May’ın babası) ilk defa sahneye çıktığı binanın sahibinin Cudi Efendi isimli bir Yahudi olduğundan bahseder. Bu isim muhtemelen takmadır çünkü malumunuz ‘cud’, Farsça’da Yahudi manasına gelen ‘cuhud’tan bozma bir kelimedir.

Ahmet Fehim Efendi, hatıralarında birçok Yahudi tiyatro patronundan bahsetse de sadece bir Yahudi oyuncunun ismini zikreder. Bir tulûat kumpanyası oyuncusu olduğunu belirttiği Jan Efendi isimli bu oyuncunun Fransız taklitleri yaptığını ilave eder. Sermet Muhtar Alus da, 1885’ten evvel Kantocu Büyük Amelya’nın kocası Sotiraki’nin işletmeciliğini yaptığı Galata’daki Amerika Tiyatrosunda Kel Rafail isimli bir pandomimacı komik Yahudi’den bahseder. Ekseriyetle sözsüz oyunlar yapan bu komiğin ismine devrin başka ilanlarında da rastlanır. Aynı kumpanyada Avram isimli bir Türk Musevi’si komik daha vardır ki bu aktör de Kel Rafail kadar meşhur olmasa da sözsüz komedilerde ve çoğu belden altı şakalardan mürettep tulûat oyunlarında rol alan diğer bir devir oyuncusudur. Ahmet Rasim, Galata Amerikan Tiyatrosu için, paskal-komik Rum, Ermeni ve Yahudi aktörlerin bozuk Türkçe ile tuhaflıklar yaparak halkı güldürdükleri bir yer manzarası çizer. Naşid Efendi hatıralarında bir de Galata rıhtımındaki en büyük tiyatro olan Alambra Tiyatrosundan ve Musevi komiği Gavril’den bahseder. Pandomimle beraber komedi temsil ettiğini belirttiği bu trupa, Gavril’in komikliğinden ziyade güzel kızı Gresi için gittiğini itiraf eden Naşid Bey, aynı tiyatroda pandomimayı Karamanlı Avram isimli bir başka Türk Yahudi’si oyuncunun icra ettiğini de laf arasında belirtir. Ne yazık ki devrin Türk Tiyatrosu’nda ismine ulaşabildiğimiz Türk Yahudi’si tiyatrocular ve tiyatro patronları bu kadarla sınırlıdır. Tanrı hepsine rahmet eylesin…

Tanzimat Devrindeki kültür hayatına bakarak anlayabileceğimiz şudur ki Türk Yahudileri sanatkârlığa çok yatkın da olsalar belki içtimâî, belki de siyâsî sebeplerden dolayı gittikçe başka mesleklere meyletmişler ve tiyatrodan uzaklaşmaya başlamışlardı. Tulûat ve Karagöz, Meddah, Ortaoyunu gibi kadim Türk tavrı komedilerde gösterdikleri öne çıkmayı, Avrupaî tiyatroda gösterememişlerdi. Dolayısıyla serinin ikinci yazısında serinin başlığındaki, “Türk Yahudileri, Tanzimat devrinden Cumhuriyet’in İlanı’na kadar Türk Tiyatrosunun neresindedir?” sorusuna tekrar cevap verme ihtiyacı hissedersek vereceğimiz cevap çoğunlukla, “Seyirci koltuğunda…” olacaktır. Tüm o Hokkabazlara, tulûat komiklerine rağmen… 

Yazının ilk bölümü için aşağıdaki linke göz atabilirsiniz

https://www.salom.com.tr/haber-119930-turk_yahudileri_turk_tiyatrosunun_neresindedir.html

NOT: Takıldığım yerlerde yardımını esirgemeyen, topluluğumuzun kıymetli sanatkârı İzzet Bana’ya yürekten teşekkür ederim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün