Treni nasıl kaçırıyoruz?

Arap dünyasından devamla kendimize de pay çıkartmakta fayda var. Yakındoğu coğrafyasının mayasından olsa gerek, 2010´daki nafile Arap Baharından, biçare isyanın gelişiminden edinebileceğimiz dersleri biz bölge insanları iyice özümsemeliyiz.

Marsel RUSSO Perspektif
24 Kasım 2021 Çarşamba

2010 Arap Baharı toplum içindeki baskıları iyi anlamış ve anlatmış bir süreçti, ancak siyasi olarak uygulanabilir hiçbir önerisi yoktu. İsyan, ülkeleri yönetenlerin vermiş oldukları yapısal reform sözlerinde durmamalarından dolayı başlamıştı. Halkın makul bir hayat sürdürmesi ve geleceğine umutla bakması olası değildi. Elbette ki böylesi ekonomik, sosyal ve politik yenilikleri yürürlüğe sokmak kolay değildi. Bunların hiçbirine el atılmamış olması dayanılır gibi değildi.

Ancak bundan daha acısı, bölgedeki otoriter rejimlerin halkları kemikleşmiş bir dizi dini ve kültürel reçete ile baş başa bırakmalarıydı. Böylesi bir miras, toplumun, kadın hakları bir yana, en basitinden, örneğin hayvan hakları konusunda dahi adım atmasına set çekiyordu.

Kuralcı, gelenekçi siyasi düzen, sevimsiz ekonomi ve tarifi mümkün olmayan bir eşitsizlik: Böyle bir ortamda gençlerin geleceklerine güvenle bakamamaları sonucu savrulmaları, kendilerini yabancı ülkelerin kapılarına ya da Akdeniz’de tehlikeli tekne yolculuklarına mahkûm edecektir.

***

Hayfa Üniversitesi Ortadoğu Tarihi öğretim üyelerinden İsrailli Onn Winkler konuya başka bir açıdan bakarak şöyle yazacaktır…

“Arap ülkelerinde görülen yüksek doğum oranları iki çok önemli şeyi engelleyecektir: Ekonomilerini hizmet ve ranttan uzaklaştıracak, üretime ve ihracata yöneltecek yapısal reformların hayata geçirilmesi ve nüfus artışını önleyecek aile planlamasının uygulanması… Böylece, üretimden kaçarak arttırılan kişi başı gayrisafi milli hasılanın verdiği itme gücü ile donanmış aynı zamanda nüfus bombasına maruz kalmış, makro-ekonomik dengeleri allak bullak olmuş devletler, refaha giden çıkış yollarını es geçeceklerdir…”1

Konu ile ilgilenen akademisyenler Arap ülkelerinde görülen bir gençlik patlamasından söz eder. İyi yönetildiğinde, ekonomik büyüme, sosyal dinamizm bağlamında bir avantaj olarak kabul edilecek genç nüfus, onu topluma kazandıracak sosyal, eğitsel, düzenleyici altyapıları olmayan, beklentilerine, arzularına yapıcı çözümler getirip bu gücü fayda hanesine yazdıramayan ülkeler için bir güvenlik sorunu oluşturacaktır.

Lübnan asıllı Amerikalı antropolog Suad Joseph bir makalesinde konu hakkında şöyle yazacaktır:

“Arap ülkelerinde çocuklar ve gençler nüfusun üçte ikisini oluşturur. Küresel kullanıma arz edilen kritik kaynakların önemli merkezi konumundaki Arap dünyası yarattığı büyük zenginliğe rağmen yoksullukta, düşük okuryazarlıkta, işsizlikte, sağlık sorunlarında başı çekmektedir. Bunun başlıca nedeni ise genç nüfusu kazanamamış olmasıdır. Birçok Arap ülkesinin bağımsızlığını kazandığı II. Dünya Savaşından bu yana, Arap halkının ulus inşası, devlet yapılanması sorunlu olmuş, çarpıcı şekilde başarısızlığa uğramıştır.”2

“Arap Baharı kızgın gençleri talepleri olmadan meydana gelmezdi”

Görülen dengesizlikten üç önemli çıkarım yapmak olası: Öncelikle böylesi bir durum kaynaklar, altyapı ve kamu hizmetlerine büyük baskı uygulayacaktır. Sonra, emek arzına katılan her birey sisteme yük bindirecek, dolayısı ile sağlanan olanakların yetersizliği sosyal ilerlemenin önünü tıkayacaktır. Nihayet, genç, deneyimsiz, kırgın yığınlara politikacıların vaat edecekleri hiçbir şey uzlaşma ortamını getirmeyecek, onları radikal düşüncelerin sarmalına taşıyacaktır.

Boston Üniversitesi tarafından yayınlanan makalesinde Chloé Mulderig’in tespiti Z kuşağının beklentilerini açıkça gözler önüne seriyor: “Günümüz gençliği hayata bağlı, sağlıklı yaşam için elinden geleni yapmaktadır. Dolayısı ile hükümetlerinden daha yüksek yaşam standartları talep etmekte, hesap verebilirlik ve seçenek zenginliği isteği, insan haklarına saygı anlamında çıtayı hep daha yükseğe taşımaktadır. Arap Baharı kızgın gençlerin bu talepleri ve sayısal baskıları olmadan meydana gelemezdi.”3

2010’lu yıllarda Arap dünyasında nüfusun işgücüne katılma oranı yüzde 45, kadınlarda yüzde 30’dur. Böylesi karanlık bir tablodan daha değişik bir sonuç çıkması beklenemezdi4, şüphesiz.

Suad Joseph’ten devamla: “Arap dünyasında devlet gençlere hiçbir gelecek vaat etmedi. Kimileri çevrelerinden gelen olanakları değerlendirdi, tanıdıkları ya da aileleri üzerinden iş sahibi oldular, iç çemberde olmanın faydasını gördüler. Ancak bu kendilerine altından kalkmakta zorluk çekecekleri baskılar olarak geri döndü… Kimileri, isteyerek ya da istemeyerek göç etmede buldular çareyi… Bunların çoğu işsiz kaldı ya da kötü koşullarda çalışma şartları altında ezildiler. Bazıları kendilerini militan gruplara kaptırdı, milliyetçi ya da dini ideolojilerin içinde benliklerini bulma savaşı veriyorlar.”

Kağıt üzerinde eğitim

Böylesi bir gençlik patlamasının çok önceleri görülmesi, ona göre adımlar atılması gerekmez miydi? Demografik reaksiyonlar uzun süreçlere gereksinim duyar. Dolayısıyla gelene karşı politikalar üretmek için ya da böylesi durumlardan kaçınmak için zaman vardır. Esas itibarı ile Arap ülkelerinde de aynı gelişmeler yaşandı. Hükümetler gelişmelerin farkında eğitime daha önce benzeri görülmemiş yatırımlar yaptılar. En azından kağıt üstünde de olsa, konumu ne olursa olsun gençlerin yeni okullara erişimi mümkün kılındı. Yalnız kentlerdekiler değil kırsaldakiler de, yalnız erkekler değil kadınlar da bu haklardan yararlanmaya başladı. Eş deyişle eğitime erişim kolaylaştı. Kayıt ve mezun sayılarında artış oldu. Eğitim alan kadın erkek sayıları birbirine yaklaştı. Çorak bir eğitim yapısından zengin seçenekler sunan bir yapıya geçildi.

Peki o zaman problem neredeydi? Tren nerede kaçtı?

Bunu iyi anlamak için 2010 öncesine bakmak gerekir. Arap dünyasında rejimlerin göreceli olarak stabil olduğu bu dönem beraberinde onlara kaçırmamaları gereken iki hediye bahşetmiştir: Artan petrol fiyatlarına bağlı olarak zenginleşen, dış ticaret fazlası veren bir ekonomik yapı; artan, böylesi bir ekonomik zenginlikte ehil bir şekilde yetiştirildiği taktirde mucizeler yaratabilecek genç bir nüfus… Ekonomistler, siyaset bilimciler Arap aleminin o dönemlerde eşsiz bir dönüm noktasında olduğu hakkında fikir birliğindedirler. Gelin görün ki bu fırsat tepildi. Belki de olaylar hükümetlerin istemediklerinden değil yetersizliklerinden bu şekilde gelişti.

Elde ettikleri bütün zenginliğe rağmen Arap halkının üzerine bina edeceği gelenekselleşmiş bir eğitim birliği olmadı hiçbir zaman. Kuruluş yıllarından itibaren sağlam nesillerin yükseleceği temellerden yoksundular. Son virajlarda büyük paralar karşılığında açılan yabancı üniversite ve araştırma enstitülerinin dolayısı ile faydası olamayacaktı. Olmadı da.

Niteliğin uğramadığı değerlendirmelerde yalnızca nicelikle kısıtlı kalmanın sonucuydu bu… Konu ile izlediğim videoların birinde Faslı bir kız öğrenci yanaklarından süzülen gözyaşları içinde durumu gayet iyi özetliyordu:

“Fas’ta eğitimin değeri sıfır. Bunu çok iyi biliyorum. Bütün sınıf arkadaşlarım da biliyor. Anne babalarımız da biliyor. Ancak ne yapabiliriz?”

Kağıt üstünde erişilebilen eğitimin değeri olmayınca ülkelerin gelecekleri de kararıyor. Uluslararası alanda yapılan çalışmalar, karşılaştırmalar da bu çıkarımları destekler nitelikte.

Arap ülkelerine sosyal, siyasi bir silkinme fırsatı tekrar ne zaman gelir? İşler nasıl gelişir? Arap Baharından edinilen deneyim değerlendirilir mi? Yoksa eski alışkanlıklar devam eder mi, ettirilir mi?

Arap halkı treni kaçırdı mı? Ancak okuduklarım üzerinden değerlendirme yapabilecek durumdayım. Dolayısı ile buna bir yanıt vermem çok kolay değil. Ancak kuvvetle umuyorum ki biz bindiğimiz trenden inmeyiz.

Konuyu Goerge Orwell’den bir alıntı ile kapatmak isterim:

Konu şudur ki hepimiz doğru olmadığını bildiğimiz bazı şeylerin doğruluğuna inanmak isteriz. Bunu başarırız da! Yanlış olduğunu burnumuzun dibine soktuklarında, hemen gerçekleri eğip bükeriz. Bunu da hiçbir kısıtlama olmadan sıklıkla yaparız. Gerçek odur ki, önümüzde birden yükselir ve karşımıza duvar olur. Her savaşta durum böyledir ve ağır yenilgiler bu yanılsamalar üzerine kurulmuştur. Almanya ve Japonya, ikinci büyük savaştan, liderleri herkesin gördüğü gerçeği görmeyi beceremedikleri için çökerek saf dışı edildiler.”5

Kıssadan hisse sizlere kalmış…

 

 

---

[1] Onn Winclair, “The Arab Spring: Socioeconomic Aspects”

2 Suad Joseph, “Anthropology of the Future: Arab youth and the state of the State”

3 M.Chloé Mulderig, “An Uncertain Future: Youth Frustration and the Arab Spring”

4 ILO kaynakları - 2011

5 George Orwell, “The Collected Essays, Journalism & Letters: In Front of Your Nose” 1946 - 1950

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün