Her şey Kraliçe Dido ile başlar…

Yaklaşık 16 asır boyunca, Fenikeliler, Romalılar, Vandallar, Bizanslılar kuzey Afrika´nın verimli topraklarında hüküm sürdü. Yahudi varlığı tüm bu süreçte, zaman zaman büyük sıkıntılara göğüs germek zorunda kalsa da, daim oldu… Ne din değiştirdiler ne de kültürel kimliklerini terk ettiler. Peki, bu nasıl oldu?

Marsel RUSSO Perspektif 1 yorum
24 Şubat 2021 Çarşamba

Kuzey Afrika yüzölçümü itibarı ile Avrupa kıtasının üçte ikisi kadar yer kaplar. Bu çalışmanın konusu bölge, bugünkü Fas, Cezayir ve Tunus’u içeren Mağrip toprakları, stratejik konumu dolayısı ile antik çağlardan itibaren arayış içindeki uygarlıkların ilgisini çekecek, Fenikeliler, Romalılar, Vandallar, Bizanslılar, Araplar, Osmanlılar ve nihayetinde Fransızların kontrolü altına girecektir.

Bunların aralarında, Araplar hariç hiçbir ulus bu topraklara tekrardan dönüş yapamadı. Bunu İslam’ın etkisine bağlamak çok yanlış olmayacaktır, şüphesiz! Ancak altını çizerek ifade etmek gerekir ki, Berberi ve Bedevi toplumları yanında, bir tek Yahudiler, Afrika’nın bu bölgesinde varlıklarını kesintisiz olarak sürdürebilmişlerdir. Yaşamları, birçok şaire, romancıya, tarihçiye ve din bilginine ilham kaynağı olmasına rağmen, diğer coğrafyalardaki uygarlık nüveleri ile kıyaslanacak olunursa, bu ilginin göreceli olarak sınırlı kaldığı gözlenir.

Bernard Lewis ‘The Jews of Islam’ adlı kitabında şöyle bir fikir öne sürer:

“Ortaçağ’ın önemli bir bölümünde, İslam ülkelerindeki Yahudiler, Yahudi halkının etkin nüfusunu oluşturmuşlar. Avrupa’da yaşayan, eş deyişle Hıristiyan alemindeki Yahudiler ise, her zaman içinde yaşadıkları toplumun büyük bir azınlığıydılar. Birkaç istisna dışında, o dönemlerde, Yahudiliği olumlu anlamda ilgilendiren tarihi dönüm noktaları hep İslam coğrafyasında yaşanmıştır. Avrupa Yahudileri – kilisenin etkin olduğu o karanlık dönemde – kültürel anlamda, hep İslam etkisindeki, batıda Endülüs İspanya’sından, doğuda, Irak’a, İran’a, hatta Orta Asya’ya uzanan Yahudi toplumlarının etkisi altında kalmışlardır…” (s.67)

Antik Çağlardaki Yahudi – Hıristiyan ilişkileri üzerine uzmanlaşmış Fransız tarihçi Marcel Simon, Yahudilerin bölgeye tam olarak ne zaman geldiklerini söylemenin mümkün olmadığını belirtir. Bilinen, kuzey Afrika kıyılarında kurulan Fenike İmparatorluğu sırasında, hatta ondan da önce, bu topraklarda var olduklarıdır.

Söz konusu Fenike kolonisi, destansı Kraliçe Dido tarafından küçük bir köprübaşı olarak kurulan, sonrasında tüm bölgeyi kontrolü altına alacak Kartaca’dır (MÖ 814)…  Berberi, Bedevi, Yahudi ve Fenikelilerden oluşan nüfusu ile, Afrika’nın kuzeyinde, bugünkü Tunus’un yerinde sağlam bir yapı oluşturan Kartaca, yaklaşık yedi yüzyıllık tarihinde etkin Semit bir imparatorluk kimliği ile var olur. Tarihçi İbn Haldun’un yazdığına göre, bölgedeki en geniş halk topluluğu Berberi kökenlidir. Sonra da Yahudiler ve ‘Yahudileşmiş’ kabilelerden söz eder.

Kuzey Afrika’ya yerleşmiş ilk Yahudi toplulukların dini ve ruhani yaşamları hakkında çok bir bilgi yoktur. Ancak, geldikleri memleketle, Kutsal Topraklarla, yakın ilişkide kalmışlar, ticari alışverişi geliştirmişler ve böylece Kartaca’nın geleceğinde önemli roller üstlenmişlerdi.

Marcel Simon, o dönemlerde Yahudilerin ve Yahudileşmiş kabilelerin canlı bir Yahudi hayat şekli sürdürdüklerini yazar. Politeist Berberi geleneklerinden etkilenmiş bir yaşantıları vardı ve dualarını Göklerin Tanrıçası Coelistis’e gönderdikleri söylenirdi. Oysa putları, heykelleri ya da taptıkları herhangi bir görünür nesneleri olmadığı için, Afrikalıların, Helenlerin ve Romalıların, Yahudilerin hangi Yüce Tanrıya inandıklarını anlamaları hiç te kolay olmamıştı. Gökteki Tanrıçaya adanmışlık konusu buradan kaynaklanır. Yahudiler, Tanrılarına atıfta bulunurken, birçok hitabın yanında, “El Elyon – Yükseklerden Yüksek” şeklinde seslenirler, bu şekilde yakarırlardı.

***

MÖ 146’da Kartaca Roma’nın eline düşer. Eskisinden zorlu yeni bir dönem başlamıştır. Her ele geçirdiği ülkede yaptığı gibi, Roma, Kartaca’daki Fenike izlerini silmek için büyük gayret sarf eder. Ancak başta dil olmak üzere, semitik kültüre ait hiçbir şeyin kıymetini azaltamaz.

Bu dönemde, Yahudiler, Kuzey Afrika’dan İndus’a kadar olan geniş bir coğrafyada yaptıkları ticaretle güçlenir. Ancak, tek Tanrılı dinlere karşı sorunlu bir yaklaşımı olan Roma ile ilişkileri hep inişli çıkışlı seyredecek, daha sonra İmparator olacak Titus ordularının MS 70 yılında kutsal topraklara girişi ve İkinci Mabedi yıkışı ile içinden çıkılmaz bir hal alacaktır... Memleketlerinin yakıldığın, yağmalandığını öğrenen Kartaca Yahudileri, yanlarına Berberilerin desteklerini de alarak yer yer ayaklanacaklardır. Antik Çağ tarihçisi Josephus Flavius, bu dönemde 30 bin kadar Yahudi’nin yurtlarından kaçarak kuzey Afrika’ya yerleştiğini, sinagoglar kurduklarını, liderlerini seçip temelleri sağlam bir cemaat yapısı oluşturduklarını yazar.

Bölgedeki Yahudiler özellikle Jules Sezar (MÖ 59 – 44) ve sonrasındaki Avgustus (MÖ 31– 14) dönemlerinde, hem sosyal serbestlik ve inanç özgürlüğü hem de ekonomi ve ticaret anlamında, altın yıllarını yaşayacaktır. Bir de, kuzey Afrika kökenli filosemit bir imparator olan Septimus Severus’un kurduğu Severus Hanedanı dönemimde (193 – 235) benzer bir rahatlığa tanık olurlar.

Bu arada, Bar Kohba isyanının MS 132 yılında bastırılması ile Titus’un yerlerinden edemediği Yahudiler de yurtlarından kovulacak, kimileri kendilerine yeni ülke olarak kuzey Afrika’yı seçecek ve daha önceleri buraya yerleşmiş kardeşleri tarafından sıcak bir şekilde karşılanacaklardı.

Gelin görün ki bu dönemler geneli ifade etmez. Titus, Yahudilerin, Roma ile aralarındaki ilişkileri onarılması mümkün olmayacak bir şekle sokmuş, bu da onların Berberilerle olan bağlarını güçlendirmiştir. 325 yılında İmparator I. Konstantin’in Hıristiyanlığı kabul etmesi ve bunu Roma’nın resmi dini yapması ikinci bir dönüm noktası olur. Roma’nın, dinin yayılmasını bir var oluş ilkesi haline getirmesi ile, tarihi husumet yeni bir ivme kazanacak, Hıristiyanlığın yavaş yavaş kuzey Afrika’da yayılmaya başlaması bu kez Berberileri de yakından ilgilendiren bir durum oluşturacaktı.

Değişen Dengeler

Yürürlüğe sokulan yeni uygulamalar, politeist inanışa sahip Berberileri ve özellikle Yahudileri hedef alır… Yahudiler, ilerleme kaydetmek bir yana, gündelik yaşantılarını dahi sürdürmekte zorlanacak bir hale gelir. Vandalların Roma’yı saf dışı bırakıp, eski Kartaca’nın etki alanındaki ülkenin kontrolünü ele geçirmeleri (MS 430) ile ilişkiler dengesinde yeninden değişiklikler olur.

Daha önce istila ettikleri ülkelerde yaptıkları gibi, Vandallar, Roma’nın söz konusu topraklarında, onu hatırlatacak ne varsa yakıp yıkarlar. İsa Mesih’in kutsallığını tanımayan Aryanizmin ateşli savunucuları olarak Hıristiyan inanışına ve kiliseye yasaklar getirirler. Bu mücadelelerinde kendilerine yardım edenlerin başında Yahudiler gelir. Yaptıkları anlaşmaya göre, Yahudiler kendi inanışlarını rahatça sürdürme karşılığında, Vandalları Romalılara karşı desteklerler. Ancak, her şeye rağmen, Romalılar ne kadar mükemmel bir sistem oluşturmuşlarsa, Vandallar o kadar yıkıcı olmuşlardır. Kentler yakılmış ve büyük oranda boşalmıştı. Uzun zamandır yerleşik olan yaşantı, zaman zaman bu topraklarda görülmüş ve gelecekte de görülecek, göçebeliğe evrilir.

Vandallar ile Romalıların savaşları, Kral Gaiseric ordularının Roma’ya girmesi, İmparator III Valentinian’ın ölümü ile kritik bir şekle bürünecektir (MS 455) Roma’da ele geçen birçok önemli ganimetlerden biri, İkinci Tapınağın Titus orduları tarafından yıkılması sonrasında Roma’ya götürülen yedi kollu kutsal şamdandır. Şamdanın, Gaiseric’in kendilerine verdiği ayrıcalığın göstergesi olarak Kartaca Yahudi halkının görüşüne sunulduğu söylense de, bunun doğruluğu ispatlanabilmiş değildir.

***

Bizans İmparatoru Jüstinyen donanması 533 yılında Vandalları bozguna uğratarak kuzey Afrika’yı kontrolleri altına alır. Hıristiyanlık yeniden tesis edilir, diğer dinlere katı kısıtlamalar getirilir. Tüm sinagoglar kiliseye dönüştürülür, Yahudiler kendilerine tahsis edilen mahallelerde yaşamaya zorlanır, gettolar oluşur. Buna karşı gelenler din değiştirmeye zorlanır. Daha da ötesi, bir Yahudi’nin bir Hıristiyan’la evlenmesi ölümle sonuçlanabilecek bir suç haline gelir. Bizans İmparatorluğunun tümünde Yahudilere karşı uygulanan baskı, bundan böyle, kuzey Afrika’da da geçerli olacaktır. Kimi Yahudiler çareyi, göreceli olarak daha rahat bir yaşam sürdürmelerine izin verilen bazı Berberi kabilelerinin yanına yerleşmekte bulurlar.

Yahudilere yapılan zulüm, Bizans İmparatorluğunun bu toprakları elinde tuttuğu sürece yaşanagelen bir gerçek olur. Sosyal açıdan olsun, ekonomik açıdan olsun toplumun takati kalmaz. Ancak bir yandan Arap ordularının ilerleyişi, öte yandan Sasani güçlerinin doğudan sarkan saldırıları, Konstanopolis’i zorlamaya başlayacak, Yahudilere karşı ısrarla yürüttükleri katı misyoner ihtirasları nefessiz kalacaktır.

Yaklaşık on altı yüzyıl boyunca, Fenikeliler, Romalılar, Vandallar, Bizanslılar kuzey Afrika’nın verimli topraklarında hüküm sürdüler. Yahudi varlığı bütün bu süre içinde, zaman zaman büyük sıkıntılara göğüs germek zorunda kalsa da, daim oldu… Ne din değiştirdiler ne de kültürel kimliklerini terk ettiler. Peki bu nasıl oldu? Kuzey Afrika’daki Yahudi varlığının bu dönemeçleri atlatmasının birkaç önemli nedeni vardır:

Dinlerinden hiç kopmadılar, dinlerini yaymaya çalışmadılar. Küçük ve sağlam toplum yapıları oluşturdular ve bunu ne pahasına olursa olsun sürdürdüler. Nüfuslarının ne olduğu tam olarak bilinemedi, genelde azınlık olarak yaşadılar ancak çoğunlukta oldukları bölgeler de oldu. O uzun yüzyıllar boyunca hep uyum içinde kaldılar. Genelde tarım ve deniz ticareti ile uğraştılar, bu alanda geliştiler ve ekonomik güç kazandılar, ancak bunu hiçbir şekilde siyasi hırslarına kurban etmediler. Zaten böyle bir beklentileri de olmadı.

Genelde Yahudiler, o toprakları paylaştıkları Berberiler ve göçebe Bedevilerle aynı değerleri, aynı yaşam şeklini paylaştılar. Karşılarına çıkan tehlikelere beraber göğüs gerdiler. Ve aynı dili konuştular.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün