Her doğum bir umuttur

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
1 Eylül 2021 Çarşamba

Masumiyetin ilk olarak onda arz-ı endam ettiği ön kabulünden hareket ederek hayatın en gizemli eyleminin doğum olduğunu düşünmek pek mümkün. Zira masumiyetin giderek yok olduğu bir yaşam sürecinde doğum, insana masumiyeti hediye ediyor. Sonrası ise iş, bireyin kendisine kalıyor.

Doğum bir mucizedir aslında ve bilimsel olarak yeni bir canlının nasıl meydana geldiği bilinse de o canlının belki de başka bir canlı adayının yerine dünyaya geldiği gerçeği yeterince gizemli değil mi?

Ayrıca, mutlak masumiyet gizemin en beyaz alanı değil mi?

***

Jean Paul Sartre hepimiz bir şekilde “dünyaya fırlatıldık” der. Fırlatıldığımızda özümüz yoktur, der. Diğer bir deyişle, gördüğümüz her bir cansız nesnenin doğumunda -yapımında- bir hedefi -özü- vardır. Lakin insan, özü olmadan dünyaya gelir ve hayatı boyunca yapacağı seçimler ve tercihlerle hayatının anlamını, özünü oluşturacaktır. Ezcümle, insan kendi varoluşunu, kendi özünü, kendi oluşturur. İnsanın yaptığı seçimlerde ise ne kadar özgürce karar verdiği ise bir başka düşünme alanı olsun.

Sartre’a göre, ilk önce varlık fırlatılır dünyaya, sonra da varlığın özü oluşur.

İnsanın özünü oluştururken yaptığı seçimler, başlangıçta kendisine şartsız verilen masumiyet kredisinden hep yemesine neden oluyor muhtemelen. Zira kendini giderek bir savaş’ın içinde bulup hayatta kalma içgüdüsü onun özünü belirlerken, masumiyet biraz daha fazla yaralanarak çıkar her bir savaştan.

Kadim doğum - yaşam - ölüm zinciri, feylesofları her daim düşündürtürken bunların arasında en ayrıksı düşüncesi olan Rumen düşünür Emil Michel Cioran, ölümün suçlusunun doğum olduğunu ileri sürecek kadar, Schopenhauer kötümserliğinden bile bir hayli uzakta konumlanır. Şöyle der:

“Ölüme doğru koşmuyoruz, doğum felaketinden kaçıyoruz; onu unutmaya çalışan felaketzedeler olarak çırpınıp duruyoruz. Ölüm korkusu bizim ilk anımıza kadar giden bir korkunun geleceğe yansıtılmasında başka bir şey değildir.

Doğuma kötü muamele yapmak tiksindiriyor bizi, ona şüphe yok. Doğumun en yüce iyilik olduğu, en büyük kötülüğün ömrümüzün başında değil de sonunda olduğu telkin edilmemiş miydi bize? Kötülük, gerçek kötülük gerimizdedir.’’

Rumen düşünür, ünlü feylesof Epikür’ün “Ölülere çok da acımamak lazım, onlar ölüm korkusu dahil tüm sorunlardan kurtulmuş olanlardır” sözünden hareket edecek, bir Budist olmasa da Buda’nın, ‘ihtiyarlıktan ve ölümden önce bütün zaaf ve felaketlerin kaynağı’ olarak doğumu göstermesini hep olumlayacak ve en sonunda o oldukça aykırı sözünü söyleyecekti: “Bütün şeylerin içinde en iyisi hiç doğmamış olmaktır.’’

Doğuma ve bir anlamda sonsuzluğa kadar var olacak doğa kanununa bu denli radikal bir başkaldırı, Cioran’ın küçüklüğünde yaşadığı büyük travmalarla açıklanabilir ama doğumu bile dışlayacak kadar nihilizme varan yaklaşımı Batı kültüründe kimi düşünürleri etkilemişse de Budizm kadar etki yaratmadı.

Cioran’ın aksine bir başka 20. yüzyıl düşünürü Hannah Arendt ise, doğumu yeni ve taze bir başlangıç olarak görür. Yaşadığı yüzyılda belki de tarihin en büyük yıkımlarına tanık olmasına rağmen Arendt, sürekli yenilenmeye, yeniden doğmaya ve taze başlangıçların gücüne inanan ve dünyayı bunların değiştirebileceğini düşünen bir filozof. ‘Doğuş felsefesi’ olarak ismi konulan bu düşünce formuna uygun olarak Arendt, insanın başlangıç yapma kabiliyetine, eylem yeteneğine doğumdaki kadar önem atfederken, bunda doğumla eş değer bir mucize de görüyor.

‘İnsanlık Durumu’ eserinde özetle şöyle der Arendt:

“Başlangıç diye tanımladığımız eylem, özgürlüğün gerçekleşmesidir, dolayısıyla da mucize yaratma kapasitesini içinde taşır, yani en beklenmedik şeyi ortaya çıkartabilir.”

Arendt, insanın eylem kabiliyetinde olmasının her an için beklenmedik ve de insanlık için sağaltıcı davranışlarda bulunabilme gücü verdiğine inanırken, birbirine benzemeyen insanların doğumuyla beklenmedik ve mucizevi eylemlerin gerçekleşebileceğini düşünür. Diğer bir deyişle, her insan bir mucittir ve her bir yeni doğum, dünyayı ve insanlığı değiştirebilecek bir potansiyele sahiptir. İnsanın her eylemi doğumdaki mucizenin devamı niteliğindedir. Doğum nasıl mucize bir oluşum ise doğan her bir insanın yeni bir şeye başlangıç olma gücü de aynı mucizenin bir parçasıdır.

Cioran ölümün veya ölüm korkusunun nedenini doğum olarak görürken, Arendt ise doğumun mucizevi yeni başlangıçlar yaratabilecek mucize bir başlangıç olduğunu savlar.

Aynı tarihlerde yaşamış ve aynı felaketlere tanık olmuş bu iki düşünürün, doğum olgusu karşısındaki bu denli tezata düşen bakışlarını açıklamak zor olmalı. Lakin hayatı olumlamak ve ona sıkı sıkıya bağlanmak adına Arendt, doğan her bir bebeğe umut aşılıyor olsa gerek.

***

Doğum’un anlamı ve felsefesi, yakın zamanda kızımın dünyaya bir çocuk getirmesi vesilesiyle zihnimin ana gündem maddesi olmuş durumda.

Doğumun yeni ve taze bir başlangıç olduğuna inanırken, Bebeğin yüzündeki masumiyeti ise kirlenmiş ve masumiyetini yitirmiş dünyaya karşı tek umut olarak görüyorum.

Schopenhauer, insanın masumiyetini yitirmediği çocukluk dönemini hep ararken, o dönemin masumiyet ve mutluluk zamanları olması nedeniyle sürekli olarak o kayıp cenneti özlediğini söyler.

Velhasıl, her doğum, içinde nerelere gideceği bilinmeyen bir umut yolculuğu taşıyor.

Her doğum, kirlenmiş dünyaya karşı çıkacak yeni bir başlangıç vadediyor.

Aksel bebeğe ve tüm yeni doğan bebeklere hoş geldin derken, her birine, çevresine ve insanlığa faydalı olma yolunda başarı, mutluluk ve huzur diliyorum.

Unutmayın. Her doğum bir umuttur.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün