´Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler´

Hasan Bülent KAHRAMAN Köşe Yazısı
24 Şubat 2021 Çarşamba

Geçenlerde bir 14 Şubat daha ‘kutlandı’. O gün eskiden yazdığım bir yazıyı, daha doğrusu yazıda anlattığım bir anekdotu anımsayıp güldüm.

Bir 14 Şubat günü beni eve getiren arabanın camından kaldırımlarda birikmiş, otobüs duraklarındaki salkım saçak insanları görünce “Ne kalabalık” deyince şoför, hiç gecikmeden “Hocam, Allah yardımcımız olsun” karşılığını verdi. Şaşırtıcı bu cevabın nedeni merak ettim. “Hocam” dedi, karamsar ve etrafa kuşkulu gözlerle bakan şoför, “Bunlar, bankadan ‘kredi çekip’ bu gece sevgililer gününü kutlayacaklar.” Sonra gene derin bir endişeyle tekrar “Allah yardımcıları olsun” dedi.

Demek, Sevgililer Günü, Türkiye’de bu ölçüde karşılık bulmuş, ilgi toplamış, coşku yaratmış. Bu yıl COVID-19 her şeyi olduğu gibi Aziz Valentin gününü de ‘kapattı’.

Buna rağmen bir şey dikkatimi çekti. Bendeniz yemeğe değil, lokantalara ve bir ‘entelektüel formasyon’ olarak yemeklere meraklıyımdır. Maddi ve sosyal kültürün bir parçası olarak bu konuyla ilgilenmekten vazgeçmem. O nedenle yer almadığım ve ne yalan söyleyeyim biraz da küçümseyerek baktığım sosyal medyada Paris ve Londra’dan bazı lokantaları ve aşçıları izliyorum. (Bendeniz ‘şef’ demiyorum. Türkçede insanlara meslekleriyle hitap ayıp kabul edildiğinden çocukluğumda garsonlara ‘şef’ diye seslenilirdi, sonra başka ‘şef’ler tanıdım. O nedenle ve sözcüğün güzelliği nedeniyle o mesleğin adı ‘aşçılık’tır.)

Hayretler içinde kaldım. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte lokantalar ve aşçıları Sevgililer Günü için menü üstüne menü düzenlediler, ‘biz getirelim’ diyerek. Merak salıp aradım, çok az sayıda lokantamız (ki, beni bağışlasınlar, ölçülerime göre İstanbul’da maalesef lokanta yoktur) bu işi yaptı. O yemekleri bulamayınca, yoksul bir üniversite hocası olarak ‘günün mana ve önemi’ dairesinde aşk konusu üstünde de düşündüm.

Herkes şöyle veya böyle yaşıyor da iş felsefi bir ‘problem’ olarak aşk üstünde düşünmeye gelince yan çiziyoruz. Doğal; aşkı yaşamak, oturup düşünmekten daha kolay ve zevkli. Oysa her şey gibi aşkın da bir tarihi var. Goethe’nin Genç Werther’in Acıları romanı insanları intihara sürüklemişti. Bugün de Sezen Aksu şarkısında ‘aşk için ölmeli aşk o zaman aşk’ diyebiliyor. Ama aşk çağlarla değişen bir tutum, tavır ve ‘kabullenme’. 21. yüzyılın aşkı 16. yüzyılın aşkıyla nasıl aynı olabilir?

Artık kimselerin bilmediği, okumadığı bir kitabında, Aşk Üstüne isimli kitabında büyükler büyüğü romancı Stendhal bu konuyu daha o zamanlar, 1822, dile getirmişti. Stendhal’e göre dört aşk türü vardı: tutkusal aşk, tavır olarak aşk/rafine aşk, fiziksel aşk/gençlik aşkı ve cakaların aşkı. Özellikle ikinci ve dördüncü tip aşklar zamanın biçimlendirdiği aşk anlayış ve tavırlarıdır. Stendhal, aşkın 1760’larda kurumsal olarak icat edildiğini belirtiyordu. Kuşkusuz Abel ve Heloise’ın da aşkı vardı vardı ama rafine aşk tamı tamına buydu: bir tür sosyal dans.

Parma Manastırı ve Kırmızı ve Siyah gibi iki muhteşem aşk romanı yazmış Stendhal’i düşününce aklıma diğer büyük aşk romanları geldi. Aslında ‘aşk romanları’ ifadesi yanlıştır. Çünkü aşklar birbirinden farklıdır. Romanlar da öyle. Anna Karenina’daki aşkla, gelmiş geçmiş en zor, en gizemli, en karanlık, en kötümser ve kötücül roman olan Uğuldayan Tepeler romanındaki aşkın ilgisi yoktur. Gelmiş geçmiş en büyük tutku romanı olan, J’nin okuduktan sonra üstüne aşk romanı tanımadığını söylediği, benim için de aşağı yukarı aynı anlamı ifade eden (Nurullah Ataç çevirisi olmak koşuluyla) Tehlikeli Alâkalar’ın aşkıyla Venedik’te Ölüm’ün aşkı kuzeyle güney gibidir. Her bir roman aşkın bir başka çehresini, veçhesini ele alır. Kafamda bunları dolaştırırken, çünkü Genel Yayın Yönetmenimiz İvo Molinas Beye 14 Şubat’ı yazacağımı belirtmiştim, antik Yunan’daki agape’nin yani aşkın en yüksek mertebesi olan, Hıristiyan metafiziğinde de diğer dinlerde de ‘Tanrı aşkı’  olarak karşılığını bulan aşkla gene Yunanların dostça aşkı anlatan ‘philia’sı (‘filozof’taki, ‘filoloji’deki ‘filia’)  arasındaki farkı falan düşünürken, 21. yüzyılda aşk üstünde duran, yaşayan filozofların en önemlilerinden Alain Badiou’nun Aşka Övgü kitabını anımsadım. Artık hiçbir şey bulamadığım ve beni her kitabı yeniden edinmek zorunda bırakan kütüphanemde bu kitabı ararken hayatın bazen ne kadar şaşırtıcı olabileceğini yeniden gösteren bir şey oldu ve kitabın henüz basılmış Türkçesi, Tellekt Yayınlarının gönderdiği postadan çıktı.

Badiou kitabında öyle aman aman yeni şeyler söylemez. Biraz da ‘filozofça’ bir şey söylemenin gayretkeşliği içindedir. Buna rağmen ilginç bir değinide bulunur bu ‘sol’ düşünür. Der ki, aşk bireysel bir edim değildir. İnsan, Badiou’ya göre, âşık olduktan sonra hayata artık tek bir insanın gözüyle bakmaz. Aşk bu Fransız felsefeci için ‘hakikati’ aramanın bir yoludur: nasıl bir dünya istiyoruz sorusudur aşkı öne çıkaran ve iki kişilik bir edime dönüştüren. Öylece de aşk kimlik/benlik üstünden gelişmez, fark üstünden idrak edilir. Şunu belirteyim. Hemen. Bu görüşü feylesof Badiou söyledi diye önemsiyoruz ama şairimiz Ece Ayhan, ‘aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler’ derken ne söylüyordu? Çok yaşasın Ece!

Gene de ben, Stendhal’e döneyim. Aşkın evrelerinden söz ediyordu: ‘beğenme, arzu, umut, aşkın doğuşu, kristalleşme, kuşku, ikinci kristalleşme’. Ötekiler tamam da dünyaya ‘Stendhal sendromu’ kavramını armağan eden bu tutkulu insanın bulduğu önemli kavram ‘kristalleşme’ydi ki, tamı tamına bir tür delilik tanımıdır. İnsan, aşka, Stendhal’in bir oyun kağıdının arkasına çizdiği şemada anlattığı gibi beğenme, fark etme, umut ve zevk aşamalarından tıpkı Bologna’dan Roma’ya gelirken olduğu gibi ‘gelir.’ Öteki mesele aşkın sonraki evreleridir. Kristalleşme tutkuya bağlı delirmeyse ikinci kristalleşme de tersine, kuşkuya bağlı delirmedir. Sanırım aşk bakımından en önemli gerçek de budur: fizyolojik açıdan bir tür hastalık, delirme hali oluşu ki, bilim bunu kanıtladı.

Velhasıl-ı kelam, aşk zor iştir. Şimdi yeni yeni Türkçeye çevrilen gençliğimin en zevkli yazarlarından Kurt Vonnegut da bu nedenle aşkı biraz iğneleyici ama önemli bir şekilde tanımlamıştı. Üç aşk var diyordu, bir cesaret olarak aşk, bir limbik (duygusal) bakım (revizyon) olarak aşk, bir de pişmanlığa karşı garanti olarak aşk.

Bankadan para çekip Sevgililer Gününü kutlayanlar acaba birinci gruptakiler miydi üçüncü öbektekiler mi, bilemiyorum ama herkesin geçmiş sevgililer günü kutlu olsun!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün