Rakel Sezer’in tanıklığından mültecilerin öyküsü

Hafızamıza Aylan bebek trajedisiyle kazınan, Türkiye ve Avrupa ülkelerinin ana problemlerinden biri haline gelen mülteci sorunu, ne yazık ki halen bir çözüme kavuşturulmuş değil… Yaşanan bu insanlık dramına kayıtsız kalamayan Rakel Sezer, 2016-2019 yılları arasında, Sakız Adasındaki kamplara sığınan mültecilere yardım eden bir sivil toplum örgütünde gönüllü olarak çalıştı. Sezer’in, burada yaşadıklarından ve hayatlarına değdiği mültecilerle birebir sohbetlerinden yola çıkarak kaleme aldığı ‘Mülteci: Bir Aktivistin Mülteci Kampı Tanıklıkları’ kitabı, olaylara empati ile bakmanızı sağlayacak bir belgesel niteliğinde… Gerisini Rakel Sezer’den dinleyelim.

TUNA SAYLAĞ Sanat
12 Ağustos 2020 Çarşamba

Öncelikle seni tanıyalım…

1972 yılında İstanbul’da doğdum. İnsana, evrime ve doğaya olan ilgim nedeniyle kendi tercihim olan biyoloji lisansının ardından yüksek lisansımı çevre bilimleri üzerine yaptım. Çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra lise ve üniversite yıllarında en çok vakit geçirdiğim semt olan Beyoğlu’na taşındım. İnsanlara, yaşadıkları çevrelere olan ilgim, farkındalığım, çok kültürlülük ve tarih bilinci ile burada pekişti. Özellikle sınır bölgelerinde tarih boyunca göçlere şahit olmuş şehir ve kasabalardaki kültür zenginliği beni çok etkilemiş, yaptığım seyahatlerde ilk tercihim olmuştur. 

Kitabı yazmaya nasıl karar verdin?

Kampta gönüllü olarak çalışmaya başladıktan bir süre sonra belirli aralıklarla Gazete Duvar’a izlenimlerimi ve tanıklıklarımı içeren yazılar göndermeye başladım. Yazılarım, yerli-yabancı medyanın mültecilerle ilgili yaptığı haberlerde çoğunlukla sadece bir sayı olarak gösterdiği ve göz ardı ettiği mültecilerin kendi hikâyeleri, buraya gelene kadar neler yaşadıkları ve sığınma haklarına karşın onlara yaşatılan insanlık dışı koşullar ile ilgiliydi. Gerek Gazete Duvar’da çıkan yazılarımdan gerekse de İstanbul’da olduğum dönemde yaptığımız sohbetler sonrasında KaraKarga Yayınlarının yöneticisi sevgili Kutlukhan Perker bu yazdıklarımı bir kitap haline getirmemi teklif etti. Ben de memnuniyetle kabul ettim. 

İLK GÖNÜLLÜLÜK

Sakız Adasından önce de deneyimlediğin benzer olaylar oldu mu? Hassasiyetten eyleme geçiş süreci nasıl gelişti?

Sakız Adasına yaklaşık 15 yıldır yazları tatil için gidiyordum. 2014’te, bu seyahatlerimden birinde, 2016-2019 yıllarında çalıştığım yerel inisiyatifin kurucusu Toula ile tanışmıştım. 

Ekim 2015’te adalara göçmen akını en üst seviyesine ulaştığında sosyal medyada Toula’nın ada halkının karşılaştığı ve yardım etmekte zorlandığı durum hakkında yayınladığı fotoğraflarını gördüm. Daha ayrıntılı bilgi almak için kendisine ulaştığımda, Chios Eastern Shore Response Team, kısa adıyla CESRT adlı lokal bir inisiyatif kurduğunu ve gerek gönüllü çalışacak gerekse bağış yapabilecek, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, tüm kurumlara ulaşmaya çalıştığını öğrendim. Yardım ulaştırmada devlet kurumlarının oldukça yetersiz kaldığını, yerli halkın da elinden geldiğini yaptığını ancak organizasyon sorunu olduğundan bu inisiyatifi kurmakla işe başladığını söylemişti bana. 

20 Mart 2016’da Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yapılan anlaşmaya kadar olan dönemde sadece Sakız Adasına her gün 500 ila 1000 arası mülteci gelmekte idi.  Diğer adalarda da durum farklı değildi.  Anlaşmaya kadar olan dönemde mültecilerin adalarda kısa süreli geçici barınma sorunu, anlaşma uyarınca Avrupa’nın diğer ülkelerine geçişler durdurulduktan sonra, insani olmayan koşullarda bir yaşam mücadelesine dönüştü. Bu olaylardan sonra, Eylül 2016’dan itibaren bu inisiyatifte gönüllü olarak çalışmaya başladım. İşten vakit bulduğum her zamanda kısa aralıklarla da olsa adaya gitmeye çalıştım. 

 

Foto: Alper Güçlü

KAMPLAR ve MÜLTECİLİK

Yaşadıkların, orada bağ kurduğun mülteciler seni nasıl etkiledi? Dünyaya bakışında bir farklılık yarattı mı?

Mülteci olma talebi insanca yaşama talebi ve en temel haktır. Birleşmiş Milletler Göçmen Hakları Sözleşmesini imzalamış birçok Avrupa Konseyi üyesi ülke, bu talebin en etkin bir şekilde karşılanması için çaba sarf etmek yerine uluslararası bir takım siyasi-ekonomik pazarlıklar sonucu Avrupa ve özellikle Yunan adalarında bulunan kamplarda bir insanlık trajedisi yaşanmasına sebep oldu. 

72 saat kalmanın bile zor olduğu kamp ortamlarında, mülteciler aylar, hatta bir yılı aşkın sürelerde yaşatılıyor. Kampta çalıştığım sürelerde beni en çok etkileyen durum da bu idi. Her gün morallerinin ve psikolojilerinin biraz daha kötüleştiğine, ebeveynlerin çocuklarının yüzlerine bakamaz hale geldiğine şahit oldum. Onların yanında olmak, anne-babaların bir yabancıymış gibi gözlerine baktıkları çocukları ile vakit geçirmek duygusal olarak beni çok etkiledi. 

Mülteciler bin bir badireden geçerek, kendilerini umut olarak gördükleri yabancı topraklara atıyor. Biraz ruh hallerinden söz eder misin? Onları ayakta tutan ne?

Ebeveynleri ayakta tutan şey çocuklarıydı. Bir daha hiç geri dönemeyecek olduklarını bildikleri evleri, mahalleleri, komşuları, sevdiklerini düşündükçe “Çocuklarımız bizim yaşadıklarımızı yaşamasın istiyoruz” diyorlardı. Daha önceki yıllarda Avrupa’ya göç etmiş tanıdıkları ile yaptıkları görüşmelerden kendilerinin yabancı bir ülkeye uyum sağlamalarının çocuklarından çok daha zor olacağının bilincindeydiler. 

20’li yaşlardaki gençler için ise durum biraz farklı. Onlar yeni bir hayata başlamak için sabırsızlar ve sığınma başvuru sürecini çok yakından takip ediyorlar. Adeta her dosyayı takip ediyor, benzer durumları izliyor ve karşılaştırmalı olarak kendi durumları için tahminde bulunuyorlardı. Ama süreç o kadar yavaş ve alınan kararlar o kadar tartışmalıydı ki, bu durum hâlihazırda bozuk olan psikolojilerini daha çok yıpratıyor, hatta onları intihara bile sürükleyebiliyordu. 

Ama yine de kampta gençler, hayatlarının bu en önemli yıllarının önlerinden akıp geçmesine izin vermeyecek bir irade sergiliyorlar. “Benim hayatım benim kararım, kimse beni bu yoldan geri döndüremez” diyorlardı. Dillere karşı merakları, kabiliyetleri, çalışma arzuları, diğer ülkelerden gelen insanlarla kurdukları ilişkiler ve arkadaşlıklar onlara bu yolda güç veriyor, azimli kılıyor. 

Çocuklar ise beni en etkileyen ve kampa tekrar tekrar geri dönmeme sebep olan en büyük etken. Onlar için geçmiş yok. Her gün yeni bir gün ve sadece bugün var. 

Foto: Alper Güçlü

Mülteci profilinden söz eder misin?

Ekim 2015’ten itibaren Türkiye kıyılarından Yunan adalarına doğru yaşanan mülteci akını sadece Suriye’yi değil Iran, Yemen, Afganistan, Kamerun, Cezayir, Mısır, Sudan, Kongo, Nijerya, Filistin, Gana, Pakistan gibi ülkeleri de kapsıyordu. Ülkelerinde yaşanan iç savaşlardan ve daha ötesi yargısız infazlardan, tecavüzlerden, cinsel tercihlerinden dolayı gördükleri işkenceden kaçıp, adalara ulaşan insanların sayısı şu anda 100 bini aşmış durumda.  

Kampta bir gün nasıl geçiyordu? İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak ne gibi alanlar mevcuttu?

Kampta üç öğün yemek uluslararası gönüllü örgütler tarafından hazırlanıyordu. Her öğünde uzun kuyruklar oluşuyordu. Kuyruklar uzadıkça kampta barınan insan sayısının gün be gün ne kadar arttığını fark ediyorduk. Bir gece önce adanın bir sahiline yanaşmış lastik bottan titreyerek çıkmış, ısınmalarını sağlamak için sıcak içecek ve çorba dağıttığımız insanlarla bir gün sonra yemek kuyruğunda karşılaşıp selamlaşıyorduk. Orada kimi zaman yılları bulacak bağlar kuruluyordu aramızda. 

Çalıştığım yerel inisiyatif çerçevesinde her gece sabaha kadar adanın koylarında, kıyıya yakın tepelerinde birkaç araba devriye geziyorduk. Sahil güvenlikle sürekli temas halindeydik. Karanlıkta botların tespit edilmesi ve takibi zor oluyordu. Fakat kaybedilecek bir dakikamız yoktu. Botu gördüğümüzde karadan onları izleyerek yanaştığı yere hemen ulaşmamız gerekiyordu. Bizimle birlikte çalışan Basklı bir ilk müdahale sağlık ekibi ile acil olarak onları karşılamaya hazırdık. Arabamızda bebek kıyafetlerinden yetişkin giysilerine kadar çeşitli boylarda eşofman, tişört, çorap, ayrıca çikolata, bisküvi ve su bulunduruyorduk. 

Her bot karşılama benim için inanılmaz bir tecrübe idi ve her seferinde sanki ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum. Daha yaklaşırken çığlıklarını duyabiliyorduk ve karaya ayak bastıkları an, işte o an, kelimelerle anlatılamaz. Titreme ve şok içinde güvenli bir yere geldiklerinden emin olmak ister gibi gözlerimizin içine, kalan son enerjileri ile bakıyorlardı. Polislerin sayılarını tespit etmesinden sonra sağlık ekibi ile birlikte devreye biz giriyorduk. Hamile, sakat, hasta ve bebekli anneler öncelikli olmak üzere tüm mültecilerin acil ihtiyaçlarını temin etmeye çalışıyorduk. Bütün bunlar sürerken birbirimize sarılıp ağladığımız çok olmuştu. 

Belli bir süre sonra yerel halkın mültecilere olan merhamet ve empati duyguları değişerek bir hoşnutsuzluğa dönüşüyor. Zaman zaman gördükleri olumsuz davranışlar onları nasıl etkiliyor?

2015 yılının sonlarında, Sakız Adasında kurulan kampın bulunduğu bölgeye yakın olan ana caddede bir süre yerel halk tarafından zaman zaman yapılan protesto gösterilerine şahit olmuştuk. Yerel halkın şikâyeti, temelde, aylar geçtikçe kampların yoğunlaşmasının adadaki sakin yaşamı ve turizme bağlı olan ekonomiyi olumsuz etkilediği yönünde idi. Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yapılan anlaşmanın bu duruma bir çözüm getirmediğini ve AB ülkelerinden İtalya ile birlikte sınır ülkesi olmaları nedeniyle aynı kaderi paylaştıklarına ve yalnız bırakıldıklarına inanıyorlardı. Zaman zaman bu yürüyüşleri fırsat bilen aşırı sağ parti sempatizanlarının yürüyüş sonrasında kampa Molotof kokteyli atarak çadırların yanmasına neden oluyordu. Kötü olan kamp koşullarına daha da zarar verdiklerini gördük. Ayrıca bu yaşananlar mültecilerin kırılgan psikolojilerine ağır bir darbe vuruyordu.

Tekrar benzer bir kampta çalışmayı düşünüyor musun?

Orada, o anda olmak benim için çok önemliydi. Kampa ilk gittiğimde uzun süre orada kalacağımı planlamamıştım. Olaylar, kişiler, koşullar, imkânsızlıklar beni sürekli kampa geri dönmeye zorladı ve her gittiğimde yararlı olabildiğim sürece kalmak istedim. Orada uzun yıllar gönüllü organizasyonlarda çalışmış, bazıları daha sonra kendi organizasyonlarını kurmuş arkadaşlarım sayesinde uluslararası etkin bir farkındalık ve yardım ağının nasıl kurulacağı konusunda bilgi sahibi oldum. Şu anda daha çok yapmak istediğim bu ağın bir parçası olarak kamplarda faaliyet gösteren küçük ölçekli organizasyonların oradaki sürekliliğini korumaları için katkıda bulunmak. Toula’nın bir sözünü paylaşmak isterim; “Adadan son mülteci ayrılana kadar çalışmalarımız devam edecek.”  Bu taahhütte destek vermek istiyorum. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün