Kapitalizmin ikinci krizi

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
4 Aralık 2024 Çarşamba

18. yüzyılın son çeyreğindeyiz.

Sanayi Devrimi, kimya ve fizik dallarındaki yeni icatlar ve de teknolojideki ilerlemeler sayesinde dört nala koşarken, Batı Avrupa’nın ekonomi ve siyaset tarihini değiştirmeye, toplumların ve onları oluşturan sınıfların kaderlerinde büyük rol oynamaya başlar.

Kıtanın büyük şehirlerinde kurulan fabrikalar tarihte öncesi görülmemiş bollukta ve yenilikte seri üretimler gerçekleştirirken makinelerin çarklarını döndürecek işçilere ihtiyaç da tavan yapar. Başta İngiltere olmak üzere birçok Batı devleti çözümü, kırsaldan şehre göç edecek ve ucuz işçi olarak çalışacak gençlerde ve hatta çocuklarda bulur. Nitekim İngiltere 16. yüzyılın başında çıkardığı, özellikle kırsalda yaşayan yoksullara her türlü maddi manevi yardımı sağlayan ünlü ‘Yoksul Yasası’nı Sanayi Devrimi ve fabrikaların üretime geçmesi ile birlikte değişikliğe uğratır. Buna göre artık engelliler bile evlerinde oturduğu müddetçe yardım alamayacaklar, ayrıca sağlıklı gençler yasanın elverdiği maddi yardımlardan yararlanmak için mutlaka fabrikada çalışmak zorunda bırakılacaktı.

Sonuçta kırsaldan kente büyük bir göç olur ve gençler ucuz işçiliğin ağırlığı altında sömürü düzenin mağdurları olur.

Kapitalizm ilk kez kıta Avrupa’sında bu kadar sertleşecek, sermaye sahipleri servetlerine servet katarlarken, işçi sınıfı tüm Avrupa’da sömürü düzeninin mağdurları olacaktı.

Ekonomi ve yaşam koşulları bağlamında büyük eşitsizlik yaratan sistem elbette toplumsal krizlerin ve başkaldırıların nedeni olur. İşçi sendikalarının kurulması sömürüyü bir nebze azaltmış olmasına rağmen yıllar içinde zengin-yoksul dengesizliği daha da artar, Marksist ideolojinin ortaya dökülmesi ile işçi sınıfının haklarını koruyan yepyeni bir sayfa dünya tarihine giriş yapar.

Komünizm veya Marksizm’in yaratmak istediği bilimsel sosyalizm, başta Rusya olmak üzere birçok ülkeyi ele geçirir.

Sosyalizm, diyalektik yasası gereği karşıtını da doğurur ve bu kez faşizm Avrupa’nın kimi ülkelerine uğrar.

Demokrasiyi sekteye uğratan kriz, II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle sona erer ve 1970’lere kadar kapitalizmin azgınlığına bir nebze fren yaptıran güçlü sendikacılık, sermaye ile işçi dünyası arasında makul bir denge kurulmasını sağlar.

Ancak göreceli rahatlama periyodu 1970’lerdeki petrol kriziyle sona erir.

Petrol fiyatlarının dört katına çıkması özellikle gelişmiş Avrupa ülkelerinde üretim maliyetlerinde büyük bir artışa neden olur, bununla birlikte stagflasyon da devletlerin ve halklarının ekonomik durumlarını olumsuz etkiler.

Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan toplumsal ekonomik dengesizlikler, göreceli denge yıllarından sonra tekrar belirir ve bu kez de küreselleşme ile birlikte ülkeler arası eşitsizlikler ve bunun içerdeki olumsuz toplumsal yansımaları kapitalizmin yarattığı ikinci kriz olarak tarihe geçer…

Ünlü ekonomist Thomas Piketty yıllardır uyarıyor ve kapitalizmin 1990’lardan itibaren yarattığı büyük eşitsizliklerin ileride büyük toplumsal karışıklığa neden olabileceğini sürekli söylüyor.

Onun mealen dediği şu: Eğer sermaye sahipleri yaşadıkları ülkelerin yarattığı gayri milli hasıla oranının üzerinde gelir elde ediyorlarsa, bu durum sabit ücretle çalışan ve milli hasılanın büyüme oranında geliri artan insanlara göre çok daha fazla gelir elde etmelerini sağlıyor ve yıllar içinde makas hızla büyüyor.”

Bir diğer deyişle, orta sınıf her geçen gün zemin kaybedip, yoksulluğa doğru kayarken toplumun maksimum yüzde 5 ila 10 arası bir kesim onların aleyhine sonuçlanacak şekilde gittikçe zenginleşiyor.

Bu toplumsal ekonomik gerçek giderek demokratik ülkelerde, müesses nizamı korumayı çalışan iktidarları yerinden ederken, yerlerine kendilerine bambaşka bir gelecek hikayesi vadeden aşırı sağcı veya popülist iktidarların ve liderlerin yolunu açıyor.

Popülist politikacıların çoğunun demokrasi ve liberal dünya ile sorunları olduğundan kapitalizmin ikinci tarihi krizi, yeniden demokrasiye veya demokratik teamüllerle yönetilen ülkelere zarar verdiği görülüyor.

***

ABD’de son yapılan seçimlerde artık müesses nizamın koruyucusu görünümdeki Demokrat Parti adayının onlarca suç davası görülmekte olan Donald Trump’a yenilmesi bu kez de, Amerikan orta sınıfının önceliğinin ekonomik sıkıntılar olduğunun ve de onlar için gerisinin önemsiz olduğunu gösteriyor.

Pandemi ile ortaya çıkan ekonomik sıkıntılara bir de kanun dışı göçmenlerin yarattığı güvenlik sorunundan dolayı Amerikan toplumunun orta direğinin, çeşitli devlet görevlerine seçeceğini açıkladığı arkadaşları ile birlikte müesses nizama meydan okuyacağını iddia eden Trump’ı seçmesi, kapitalizmin krizinin ABD’deki yansımasından başka bir şey değil.

Ekonomide ve dış siyasette izleyeceğini iddia ettiği izolasyonist politikaların ne kadar gerçeğe uygun olacağını tüm dünya 20 Ocak 2025’ten itibaren merakla izleyecek. 

Amerikan demokrasisinin kurucu ögeleri olan kimi geleneksel federal kurumları bürokrasiyi ve giderleri azaltma adına yıkmaya meyilli bir yönetimin, Elon Musk gibi liberteryen iş adamı ve benzerleri ile birlikte, ‘ABD’yi yeniden görkemli yapma’ mottosu önderliğinde dünya lideri ülkelerini nereye götüreceği meçhul.

Ancak, Donald Trump iktidarı, atipik bir davranış paradigması ile hasımlarının başaramadığı, gerçek bir dünya barışı yolunda önemli ilerlemeler kaydederse dünya siyaset tarihine altın harflerle yazılacak.

Bütün mesele, insanları bıktıran ve isyan ettiren statükonun dışına çıkma özelliğini, kendi toplumu ve dünya için ne derece rasyonel ve gerçekçi yönde kullanıp kullanmayacağı.

Kapitalizm tarihinin ikinci küresel krizinin ABD’de yarattığı yeni hikayesinin gidişatını önümüzdeki aylarda heyecanla izleyeceğimiz günler bizi bekliyor…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün