Malumunuz olduğu üzere geçen hafta ‘Noah’ peraşasını okuduk. Aynı şekilde gazetemizin 30 Ekim tarihli nüshasında sayın ravlarımızın yorumları da yer aldı.
Tesadüf diyebilirsiniz ama 1 Kasım Cuma günkü Hürriyet gazetesinde İngiltere’de bir müzede sergilenmekte olan bir ‘Babil’ tabletinde1 Noah’ın gemisinin ölçülerinin belirtildiği haberine hem ilk hem son sayfalarda verildi.
Eh, artık bu konuyu ele almasam olmazdı. Ve işin kolayına da kaçarak, 17 Mayıs 2014 tarihinde Şalom’da neşredilen makalemi -çok cüz’i değişikliklerle- bilgilerinize sunuyorum.
Asırlardan beri Tanah’ımızda (Tora, Nebiim ve Ketubim) yer alan olaylar tiyatrolara, operalara, daha sonra sinema, müzikal ve TV dizilerine ilham kaynağı olmuşlardır.
Noah’ın da bundan nasibini alması kaçınılmazdı. Noah’ın gemisi imajı o kadar çekici geliyor ki, minik çocukları saatlerce meşgul eden bir oyuncak bile oldu.
Noah’ın hikâyesi her ne kadar inanılması güç bir efsane gibi görünse de, çeşitli zamanlarda, ciddi araştırmalara konu olmuş, Tufan’ın tarihi belirlenmeye çalışılmıştır. Geçen asrın altmışlı ve yetmişli yıllarında, Ağrı Dağına batıdan heyetler gelerek, Nuh’un gemisini bulmaya çalışmış, hatta bir iki heyet de geminin karaya oturduğu yeri bile tespit ettiklerini iddia etmişlerdi.
Yine ilginçtir, yüzyıllardan beri bazı düşünürler bu efsanenin, aslında çelişkilerle dolu olduğunu ve hiç de ciddiye alınmaması gerektiğini düşünmüşlerdi.
Örneğin 18. asrın, fizik ve matematik dehası diyebileceğimiz Madame du Chatelet2 ünlü filozof Voltaire ile birlikte tasarladıkları ‘Examen de la Genese /Bereşit’in İncelenmesi’ adlı kitabında, Noah bölümünden bahsederken şu ifadeleri kullanıyorlar:
“Tanrı’nın, yeryüzündeki tüm insanları yok etmeye karar verdiğini anlayabiliriz. Noah ve ailesinin Tanrı’nın sevgisine mazhar olduğunu da kabul edelim. Ama bu kadar çok sayıda her türden bir çift hayvanın o gemiye sığması mümkün değildir. Esasen geminin boyutlarını da hepimiz biliyoruz. O ölçülerde tahta bir gemi o zamanın teknolojisi ile inşa edilemez.”
Sığması bir yana, bu kadar büyük sayıda hayvanın yaşamlarını sürdürmesi için gerekli yemlerin stoklanması ve sair tabii ihtiyaçlarının giderilebilmesi için muazzam alanlar tahsis edilmeliydi.
Şimdiye kadar sıraladığım görüşler ve benzeri fikirlerin akla ve mantığa uygun düştüğünü kabul ediyorum. Ama kendime şu suali de sormadan edemiyorum: Tora bu olaya niye yer verdi?
Tarih boyunca, küresel çapta vuku bulan tabii felâketler, insanlığın belleğinde yer etmiştir. Bunlardan biri olan Tufan, Sümerlerden başlayarak tüm antik kültürlerde anlatılmıştır. Sırf bu yüzden de canlıların nasıl varlıklarını sürdürebildikleri izaha muhtaç bir konu olmuştur. Nuh’un gemisi, bu ihtiyacı giderecek bir izah yöntemi olarak nitelendirilebilir.
Gemiden başlayalım.
Boyutları Tora’da 300 arşın uzunluk, 50 arşın en ve 30 arşın yükseklik şeklinde verilmiştir. Bildiğiniz gibi Antik Mısır’da gemicilikte kullanılan arşın, 45 veya 54 santime denk gelen bir ölçüydü. Hesap kolaylığı bakımından ortalama 50 santim aldım. Yani Nuh’un gemisi 150 metre boyunda, 25 metre eninde ve 15 metre yükseklikte, bugünkü ölçülere göre bile büyük bir deniz aracıdır. (Kristof Kolomb’un Atlantik’i geçerken bindiği geminin takriben 35 metrelik bir tekne olduğunu hatırlayın.) Aynı zamanda, Noah aldığı talimat gereğince gemiyi muhtelif bölmelere ayrılmış üç ayrı kat halinde tasarlamıştır.
Peki, sırf tahtadan böylesine bir gemiyi inşa etmek mümkün mü? Tarihte benzer bir örnek görmekteyiz. 15. asrın hemen başlarında Çin’de takriben 165 metre boyunda 64 metre eninde, İngilizcede ‘Chinese Treasure Ships’ diye adlandırılan, çift cidarlı her türlü fırtınaya dayanıklı muazzam yelkenli gemiler inşa edilmiş ve Çin İmparatorluğu’nun yayılmasında etkin rol oynamışlardı. (Bu gemilerden birinin maketini Dubai’de ‘Mall of İbn-i Batuta’da gördüğümde çok etkilenmiştim.)
Diğer bir deyimle Noah’ın gemisini tahtadan ve Tora’da sayılan boyutlarda inşa etmesi imkânsız değildir diyebilirim. Gelelim, Noah’ın bu kadar hayvanı gemiye nasıl sığdırdığına.
Tüm arkeolojik ve tarihi belgesel araştırmalara dayanarak, gidebileceğimiz en eski zaman dilimi 8000 yılı geçmez. Daha öncesi bizler için tamamen karanlık. Bu devrelerden evvel yaşayan insan topluluklarının hangi medeniyet seviyesinde olduklarını da bilmemiz mümkün değil. Belki de bugün eriştiğimiz seviyeden daha üstün bir medeniyetti. Veya ilim ve teknoloji bambaşka yönlerde insanları geliştirmişti. Hatta daha üstün yetenekli insanların varlığını da kabul etmek mümkün. Nitekim Tora’nın birçok yerde, üstün vasıflı yaratıkların varlığından bahsetmesini göz ardı edemeyiz. (Bilhassa Bereşit’in 6. kısmına bakınız.)
Bu varsayımdan hareketle Noah zamanında yaşayan insanların, bir nevi kök hücre ve suni tohumlama teknolojisine sahip olduklarını iddia edebiliriz. Dolayısıyla, gemiye alınan bir takım fiziksel canlılar yanında çok daha büyük miktarda onların hücrelerinin alınmış olması muhtemeldir. Bu takdirde yer problemi tamamen çözümlenmiş olamaz mı?
Gemi Ağrı Dağına oturduğunda, Noah ve tüm ailesinin bu hücrelerden yeniden hayvanlar âlemini yaratmakla biraz mesai harcamış olmalarını da normal karşılamak gerekir. Bu dönüşümü sağlamak için bol bol vakitleri vardı; Tora’ya göre Noah, Tufan’dan sonra 350 sene daha yaşamış ve 950 yaşında ölmüştür… Gülümsediğinizi görür gibiyim.
Ama acele etmeyin. Tora’nın ‘sene’yi bugünkü anlamından başka bir zaman ölçüsü olarak kullanması bence ihtimal dışıdır. Çünkü Noah’tan sonra yaşam süreleri süratle azalmakta, Abraham’a geldiğimizde insan ömrü 175 yıla düşmektedir. Diğer bir deyimle Noah’ın yaşadığı çağ gerçekten sıra dışı ve Tora’nın kelimeleriyle “devlerin ve büyük üne sahip kahramanların yaşadığı” (Bereşit 6/1) bir zaman dilimidir.
Özetle, atalarımızdan bize, binlerce yıldır kesintisiz intikal eden öykülerin, gerçek ve izah edilebilecek nedenlere dayanması mümkündür. Bu olayları derinlemesine, hür düşünce ve açık fikirle araştıracak bilim adamları belki de bir gün yaşamın sırrını da keşfedeceklerdir.
---
1 Bahis konusu tablet 1882 yılında Irak’ta bulunmuş…
2 Tam adı Gabrielle Émilie Le Tonnelier de Breteuil, Marquise du Châtelet). Bu olağanüstü deha hakkında 22 Mayıs 2013 ve 5 Haziran 2013 tarihli Şalom’da iki makale yazdım…