Şiddet kültürü

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
4 Ocak 2024 Perşembe

Bir video izledim X’te: Trafikte kafa kafaya yol isteyen iki sürücünün ağız dalaşıyla başlayan, itişmesiyle devam eden ve torpidodan çıkarılan bir silahla bir tarafın diğerini öldürdüğü bir kamera kaydı. Nam-ı diğer bir magandalık kısa filmi. Aynı kısa tür film ödüllerinden bir tane de Ankaragücü lig maçı sonrası, başhakem Umut Meler’e girişen şahıslara vermek gerek.

Bu kadar belirgin örnekler karşısında bir ağızdan “Aa çok ayıp, bu tür saldırıları kabul etmek mümkün değil” gibi günü kurtaran açıklamalar yapıyoruz. Yaptırımların arttırılması gibi sistem hatalarını vurgulayan sağ duyulu tamamen kof, abuk kınamalar demeçler yayınlıyoruz.

Halbuki hepimizin aslında bildiği bir gerçek var. Biz bu davranışların tamamını henüz okul sıralarında ya maruz kalarak ya da şahit olarak zaten yaşıyoruz. Günün aynı saatinde koridorda kıstırılıp pataklanan, pantolonu indirilen, yemeği elinden alınan, şikâyet ettiği zaman komik duruma düşürülen çocuk hiç görmediyseniz şaşarım. Biz her tür rezil etme, dedikodu ve kinaye yoluyla itibar sarsma ve küçük düşürmenin yapıldığı mikro sistemlerde büyüdük. Tek başına kafa tutmaya çalışan kurban kendini savunsa da, ağlasa da, tepkisiz kalsa da gülünç bulunurdu…

Ama ne yaptık, bu yıldırma siyasetlerini hoş gördük veya görmezden geldik. Bizim de endişelerimiz vardı, taraf olmak istemedik teflon gibi sıyrıldık nahoş ortamlardan, dışlanma korkusu ile. Öyle ya, ortada bariz gülünç bir durum vardı ve bu durum sayesinde bazılarının okul günleri şahane geçiyordu. “Ah ne güzel gençlikti, her gün altımıza edecek kadar gülerdik” diye 30-40 sene sonra dahi anlatılan hatıralar orada gözümüzün önünde yazılıyordu. Kasıtlı ve sürekli yapılan davranışlar, zorbanın sıkılmasına kadar devam ediyordu.

Meşhur hüsranlarla dolu PISA 2022 raporunun belki de en acıklı istatistiği akran zorbalığı konusunda: ‘Zorbalık Türkiye, Fransa ve Moldova’da yüzde 2 civarında arttı.’ Yani çocuklar eğitim almaya gittikleri kurumdan endişe duyduklarını dile getiriyor. Düşünsenize her gün pırıl pırıl giydirip servise koyduğunuz çocuğunuz aslında endişe içinde. Ayakları geri geri gidiyor.

Uzatmayayım… Böyle bir kültürün insanları, zaman geçiyor ve ülke geneline yayılıyor, bazısı ezmiş ve çok keyifli olarak, bazısı da ezilmiş ve diş bileyip sırasını bekleyerek… Küçükken fazla zeki ve özel yetenekli insan ilerde o et kafaların üstünde bir konumda olacak tabii ki. Veya okul sırasında uyumsuz görünen ancak sevgi dolu ailelerde büyüyen çocuklar yetenek ve bilgelikleri ile kendini kanıtlayacak…

Selçuk Şirin’in Oksijen’de yayınlanan yazısında ülkedeki şiddetin cezalandırılması ve zorbalığı doğuran ortamın değişmesi gerek demiş. Bunun üstüne kendi analizimi eklemek istiyorum. Zorbayı incelemek gerek. Zorbanın aklı boş, ilgi alanı yok, ileriye dönük bir hayali yok, canı sıkılıyor. Amaçsızlık enerjisini bir hedefe kitleme gereği doğuruyor. Evde ilgi az, soru soran yok, muhtemelen mutluluk yok.

Siz bilime, roman veya çizgi roman okumaya meraklı, arkadaşları ile takım sporu yapan bir çocuğun zorbalığa vakit ayıracağına inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum. Kısaca demek istediğim şu, sistemsel zorbalığı ceza ile veya ortamları daha şeffaf yaparak yok etmek yeterli olmayacaktır. İnsanların yaşama tutunma arzusu, tutkuyla içine girecekleri ilgi alanları olması zorbalığı daha çabuk bitirir…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün