Uzaylı meraklılarına isyan mektubumdur

Selin KANDİYOTİ Köşe Yazısı
4 Ekim 2023 Çarşamba

Temmuz ayının son günleriydi. Algoritmam beni benden daha iyi tanıdığı için sosyal medya hesaplarımın tümünde zaman akışım ABD Kongresinde UFO (Ne olduğu belirlenemeyen uçan cisim) yeni adıyla UAP (Ne olduğu belirlenemeyen anormal olgular) konusunda yapılan oturumdan iddialarla dolup taşmıştı. Epey samimi gördüğüm insanlarla yaptıkları yorumlardan dolayı araya mesafe koymam icap edecekti elbet. Bazı densizler direkt mesaj atarak ‘N’aber Selin, hala mı uzaylılar yok?’ diyordu. Bu tipleri kovuşturmak kolaydı ama o sırada deniz kenarında keyifle yemek yerden Columbia Üniversitesi Matematik Bölümünden mezun bir arkadaşım beni esir aldı.  Yüz yüzeydik. Pilim bitemez, şu an müsait değilim sonra konuşuruz diyemez, sözlerini görmezden gelemezdim. O da inananlardandı. Kongre’de üç tanık, iki saat boyunca fizik kurallarıyla açıklanamayacak cisimlerle karşılaşmalarını anlatmışlar, bu cisimlerde insan olmayan biyolojik parçalar bulunduğunu dile getirmişlerdi. Evrende her yerde fizik kurallarının aynı işlediğini (kara deliklerin tekillik noktalarını hariç tutarak), Einstein’ın Teorisinin defalarca kanıtlandığını söylesem de karşımdaki arkadaşım bana Modified Newtonian Dynamics (MOND) diyor, kısacası sonradan Einstein tarafından üzerine eklenerek geliştirilen Newton’ın evrensel çekim yasasının aslında yanlış olduğunu söylüyordu. Soru çalışmadığım yerden gelmişti. MOND dinlerken bön bön bakıp, kendisine bildiğimiz fizik kurallarına aykırı davranabilen, aşırı gelişmiş uzay araçlarının nasıl olur da bildiğimiz yerçekimi ile yere düştüğünü makul bulmadığımı söyledim. Devamında “Hey adamım sen bilim insanlarının evrende yaşam bulmak için ne kadar zaman, emek ve para harcadığını bilmiyor musun? Bilimin ‘Kesinlikle yalnızız’ diye bir duruşu olsa yüz milyarlarca dolar harcanır mıydı dünyanın en gelişmiş yer ve uzay teleskoplarını yapmak için?” mealindeki çıkışlarım asla arkadaşımın konuyu kapatmasına yetmiyordu. Carl Sagan’a selam çakıyor; olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir, “Nerede kanıt?” diyordum ama nafileydi. Zaten beynimin yarısı konuşmadan kopmuş, bu MOND’u nasıl göz ardı edersin diye beni suçluyor, üstüne MOND’u ilk ileri sürenin İsrailli bilim insanı Mordehay Milgrom olduğunu duyunca çılgına dönen araştırmacı/gazeteci kimliğim bunu Şalom’da nasıl ele almamışım diye kendini paralıyordu.

Balığım soğumuş, ben de hayattan soğumuştum. Halbuki biraz okuma yapınca Evrenin Standart Modelinin yani evrenin nasıl işlediğini anlatan kabul görmüş teorinin Einstein’in teorisine ek olarak gelen, dilimden düşürmediğim ‘karanlık madde’ ve ‘karanlık enerji’ ile açıklandığını; meşhur MOND’un ise bilim dünyasında yaygın şekilde kabul gören ‘karanlık madde’ teorisine alternatif olarak geliştirildiğini öğrenmiştim. Tabi bendeniz Şalom’da defalarca yazdığım Vera Rubin’in askeriydim, yani karanlık maddenin varlığını ilk öne süren ve bir Nobel Ödülcüğü çok görülen Yahudi bilim kadının askeri.  MOND görece uçuk bir teoriydi, alacağı çok uzun bir yol vardı ve bilim camiası MOND’a şüphe ile yaklaşıyor, karanlık madde teorisini başat görüyordu. Columbialı arkadaşım neden bilmiyorum ama uzaylıların varlığına canı gönülden inanmak istiyor ve kanatsız, sürtünme kuvvetine aldırmaksızın ani manevra kabiliyetine sahip ve hareket ettiğinde tersi yönüne herhangi bir gazın ya da sıvının fışkırmadığı aşırı gelişmiş uzay araçlarının -unutmadan ışık hızından hızlı bir şekilde buralara uçmuş -sağ olsun MOND- tam da buraya varmışken düştüklerini makul buluyordu. Hem de bir düzine kadarının. Bazılarının da içinde sürücüleri bulunmuştu, insan olmayan biyolojiye sahip olan sürücüleri.

Az önce de belirttiğim gibi astronominin en önce gelen hedeflerinden biri evrende canlılığı keşfetmek. İnsan evladına büyük alkış ki biz yaşamın izlerini aramayı çok iyi biliyoruz. Her şeyden önce yer yüzünde daha tam olarak canlılığın tam bir tanımını yapamamış olsak da yaşamın evrende bolca bulunan dört elementten oluştuğunu biliyoruz:  ateş, su, toprak, tahta. “Tahta mı?” “Zorunuza mı gitti?” der Gora’da Cem Yılmaz. Hoş Çin mitolojisine göre şaka değil. Tabi ki dört element derken CHON demek istedim. Yine Çin’i çağrıştırdı ama ben karbon, hidrojen, oksijen ve nitrojen demek istedim. (Bu kısaltmanın basıldığı tişörtler filan var yani bilim havalı bir şey.)  Bu dört element, karbonun bağlanabilme özelliği sayesinde uzun ve sağlam molekül zincirleri oluşturur. Mesela RNA ve DNA, canlılığın en önemli temelleri. Kimyanın devamı bu karbon bazlı canlılığın suda çözülebilmesine bağlı. Teleskoplarımızın öte gezegenlerde bugüne kadar yaptıkları taramalarda su (ki hidrojen ve oksijenden oluşur) ve bu dört elementin varlığına bakılıyor. Yalnızca bu da değil; yaşamın bir gezegende bıraktığı izleri biliyoruz. Örneğin metan gazı canlıların yellenme suretiyle çıkardığı bazılarımızın talihsizce çok aşina olduğu bir gaz. Bir gezegenin atmosferinde bu tarz bir biyolojik ize mi rastladık İşte orada Selin gibi akıllı olmasa da yaşam olası demeye başlayabiliyoruz. Nitekim sadece geçen hafta James Webb, hem Jüpüter’in uydusu Europa’nın kabuğunun altındaki okyanusta karbon buldu hem de bizden 120 ışık yılı uzakta bir gezegende marin canlılarının bıraktığı DMS molekülüne rastladı. Teleskobun bu veriyi toplaması sadece birkaç dakika sürdü.  Henüz yaşam bulmuş değiliz ama çok yakın olduğumuzu hissediyorum.  Şu popüler benzetmeyi de aklımızda tutalım: Evren bir okyanus olsa biz şimdiye kadar içinden yalnızca bir bardak su aldık. Balık var mı diye içine baktık ve yoktu. Şimdi biz okyanusta balık yoktur mu diyeceğiz?

Konu akıllı yaşam olunca tabi işler farklılaşıyor. Çünkü dünyamızda 4 milyar yıldır var olan bakteri düzeyindeki basit yaşamda, yalnızca bir kez tesadüfi olarak gerçekleşen bir olay sonucunda karmaşık yaşam 2 milyar yıl önce ortaya çıktı. Aynı tesadüf diğer gezegenlerde yaşanır mı, evrim oralarda bizim kadar akıllı (öhöms) yaşam formlarının oluşmasına olanak tanır mı? Ona da evet be, sevgili okuyucu. İnsanların benim koskoca evrende sırf ziyaretimize gelen uzaylılara inanmıyorum diye yapayalnız olduğumuzu düşündüğümü sanmalarını istemiyorum. Çünkü konu ziyaret olunca aklıma ister istemez uzayın devasa büyüklüğü geliyor. Yalnızca bizim galaksimizde 400 milyar yıldız var ve galaksimiz 100.000 ışık yılı çapında. Her bir yıldızın çevresinde dönen en az bir gezegen var. Hubble Teleskobu evrende 2 trilyon galaksi olduğu gözlemliyor. Büyük ihtimalle akıllı yaşam, evrendeki bu akıl almaz çokluktaki gezegenlerin bazılarında ortaya çıkmış olsa gerek. Ama mesafeler ve evrende hiçbir şeyin ışık hızını geçemeyeceği düşünülünce ben oralardaki akıllı yaşamın da en az bizimki kadar yalnız olduğunu düşünüyorum. Birbirimize haber yollayabilmek için yeterli zaman yok.

Yoruldum be günlük, Meksika’daki kongrede sergilenen uzaylı mumyalara hiç giremeyeceğim. Ancak şunu söyleyeyim o mumyaların birebir aynısını pasta olarak yapan ve yüz kısmından kesen pastacı, videon viral oldu ve herkes Meksika hükümetinin tüm bu olayı düzenlediğini düşündü. Sen benim idolümsün. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün