Esaretten Özgürlüğe Geçişin Hikayesi

Metin BONFİL Köşe Yazısı
5 Nisan 2023 Çarşamba

Fortune 100 şirketlerinden birini düşünün. Yönetim kurulu başkanı ve C- seviyesindeki tüm yöneticileri bir arada, reklam şirketinin tepe yöneticilerine ‘brief’ veriyorlar: “Bize öyle bir hikaye yaratın ki, binlerce sene değişmeden, markamızın gücünü, altında yatan değerlerimizi, insanlığa olan faydamızı... eğlendirerek ve aynı zamanda düşündürerek... anlatabilelim.”

“Efendim, öyle bir şey olabilir mi? Hangi hikaye binlerce sene bozulmadan anlatılabilir ki? Ne kadar dinamik, ne kadar değişimi yaratan bir şirket olduğunuzu anlatmak istemiyor muyduk? Hem üstelik, her seferinde sizin için yeni bir hikaye yaratmaz isek bizim şirketimiz nasıl para kazanacak?”

Her gün sosyal medyada sadece baş parmağımızı hareket ettirerek onlarca hikaye tükettiğimizi ve bunları 10 dakika sonra dahi hatırlamadığımızı göz önüne alınca, içinde mucizeleri barındıran Pesah hikayesinin kendisinin binlerce yıldır ve değişmeden anlatılıyor olması da bir mucize değil midir? Agada’nın (dünyanın en eski dillerinden olan Aramice dilinde söylenen) ilk paragrafında atalarımızın Mısır’daki kölelik yıllarından özgürlüğe geçişini kutlamak üzere kurduğumuz Pesah soframıza herkesi davet ederiz. Pesah sofrasına günlerce hazırlanır; her biri kendi içinde derin anlam barındıran yumurta, kurban kemiği, acı otlar, tatlı ve mayasız ekmek gibi birçok sembol eşliğinde Mısır’dan çıkışlarının hikayesini, her defasında sanki ilk sefermiş gibi, uzun uzun anlatırız. Hele bir de kendini gelecek nesillere bu hikayeyi en detaylı şekilde anlatmakla görevlendirmiş bir büyükbabaya denk gelirseniz, saatler süren ritüeli bitirip dört bardak şarabı da devirdikten sonra gerçekten kölelikten kurtulmuş gibi hissedersiniz.

Yahudilik bir din midir, yoksa Osmanlı’nın da zamanında tanımladığı gibi bir millet midir? Güney Afrikalı haham Avraam Infeld Yahudiliğin bir din olmadığını savunur. Ortak bir geçmişin, ortak hafızanın ve ortak değerlerin bir arada tuttuğu bir aile olarak tanımlar Yahudi milletini.

Öte yandan, doğup büyüdükleri topraklarda yüzyıllar boyunca ötekileştirilmiş, zulme uğramış, eziyet görmüş ve göçe zorlanmış Yahudilerin sadece 80 sene önce sistematik bir şekilde yok edilmeye çalışılması ise Yahudi hafızasına kazınan ve İsrail Devletinin kuruluşunu tetikleyen en önemli olaylardan biri olmuştur. İsrail’in kuruluşu Yahudi milletinin varoluş hikayesine yeni bir boyut kazandırmıştır. Buna mukabil, millet olmaktan devlet olmaya geçişin pratikte hiç de kolay olmadığı görülmektedir.

İsrail Devletini kuranlar ülkenin hem demokratik hem de çoğunluğunun Yahudi olduğu bir devlet karakterinde olmasını hayal etmişlerdi. İsrail’de yaşanan son gelişmelerden sonra bu iki hedef arasındaki dengenin pratikteki zorluklarını daha iyi anlayabiliyoruz. Farklı yaşam biçimleri ve dünya görüşlerine sahip Yahudi kimlikleri arasında ortak paydanın ne olması gerektiği konusunda tam bir mutabakat olmadığı ortaya çıkmaktadır. Seküler kesim, İsrail’in varlık sebebinin, dindar olsun veya olmasın, tüm Yahudileri kapsamak olduğunu savunurken Ortodoks muhafazakarlar ise ülkenin temel Musevilik dininin öğretisi ve kuralları üzerine kurulması gerektiğini savunuyorlar. Liberal entelektüel Tel Aviv’in sokaklarındaki gösteriler tutucu muhafazakar Yeruşalayim sokaklarında karşılık buluyor.

Oysa, İsrail Devleti kurulurken bugün birbirlerine karşı gibi görünen tarafların arasında zımni bir iş bölümü yok muydu? Neydi bu iş bölümü? Sekülerler tarım, üretim ve güvenlik konularını üstlensin, dindarlar ise Yahudi karakterinin sürdürülmesinin teminatı olsun. Sekülerler ihtiyaç duydukça, hahamlar Yahudiliğin gerektirdiği hizmetleri onlara sağlasın. Dindarlar, din odaklı bir yaşam biçiminleri idame ettirsinler ama devlet işlerine fazla karışmasınlar. Kaba bir anlatımla, bugün İsrail’in önündeki en önemli sınav hem demokratik hem de Yahudi kalmak. Şüphesiz ki, çatışma ve arayış devam edecek fakat bir yerlerde yeni bir denge oluşacak. Belki de, sekülerlerin dindarları yargılamadığı, dindarların da sekülerlerin en az kendileri kadar Yahudi olduklarını kabul ettikleri zaman bu denge daha kolay bulunacak. Peki, bunun Pesah’ın hikayesi ile ne alakası var?

Bugün dünyada toplam nüfusu 15-16 milyon kişi olduğu düşünülen Yahudi toplumu için artık kölelik söz konusu değil. Büyük çoğunluğu dünyanın en özgür toplumlarında yaşamlarını idame ettirmekte. Öte yandan, birçok toplumda olduğu gibi, Yahudi toplumunun da kendi içindeki önyargılardan arındığı söylenemez. Toplumun değişik kesimlerinin diğerini ötekileştirdiği, kendi dünya görüşünü ötekine empoze ettiği kimlik kavgası devam ediyor.

Bu sene Pesah Agada’sını okurken esaretten özgürlüğe geçişin alt mesajını önyargılarımızdan kurtulmak şeklinde manalandırmayı düşünüyorum. Bu dramatik hikayenin aynı zamanda, insanları kardeş olmaktan, birbirlerini anlamaktan ve empati kurmaktan alıkoyan; duygusal ve zihinsel dünyalarının etrafına ördükleri duvarların içine hapseden önyargılarının kölesi olmaktan kurtulmanın da hikayesi olmasını umuyorum.

Hag Pesah Sameah!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün