Asalet

Elif ULUĞ Köşe Yazısı
22 Mart 2023 Çarşamba

Bazen yazı yazmak zordur. Bu da o çok zor konulardan biri ki yazmadan, düşünmeden, yorumlamadan durulacak gibi değil. Üsküdar Amerikan Lisesi ve Ulus Özel Musevi Lisesi arasındaki futbol maçında, galibiyeti çirkinlikte sınır tanımaz işaretleriyle kutlayan öğrenciler arasında yaşanan olaylar bizi üzdü. Camialarımızda, cemaatlerimizde mezunlarıyla, öğrencileriyle Üsküdar Amerikan Liseliler var. Yazımı onları incitmeden, kızdırmadan yazmayı başarmalıyım. Çünkü, kendisine, Türkiye’ye ve dünyaya  pek çok güzellikler sağlamış insanlar onlar. Ama kocaman bir sepetin içinde çürük elmalar da oluyor maalesef. Bu gençler neden bir maçta bu çirkin işaretin anlamını bile bile yaptılar sorusuna cevap bulmak amacındayım.

Aslında bizler okulları, onlara verilen isimlerle, arkalarında durduğunu düşündüğümüz zihniyetlere dayanarak sınıflandırıyoruz. Yani çocuğumuzun bir okulda okumasına örneğin Batı kültürüne yakınlığına, İslam kültürüne yakınlığına ya da Türk kültürüne yaklaşımına göre karar veriyoruz. Sınav sisteminin oraya buraya savurduğu çocuk ve gençlerimizin de düşünceleri hiç önemli değil zaten aslında kararı ebeveynler olarak biz veriyoruz. Kimilerimiz örneğin diyoruz ki, ‘küresel vatandaş’ olsun. İşte o zaman yolumuz yabancı dille eğitim yapan okullarla kesişiyor. İyi İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenir diyoruz. Ama, dünyada yükselmiş ya da yükselen eğilimler, toplumlar, çok konuşulan diller var; onların hiçbiri ülkemizde yoklar! Çince, İspanyolca eğitim veren okul bilmiyorum. Türkiye insanı için yabancı dille eğitim veren okul demek 1860’lardan itibaren Osmanlı’da başlamış misyonerlik çalışmaları sonucunda kurgulanmış pek çok okul ve bu okulların izlerinde giden yeni dalga Türk Kolejleri’dir.

Peki ‘küresel vatandaş’ kimdir? Küresel vatandaş, daha geniş dünyayı, içindeki yerini bilen ve anlayan kişidir. Onlar dünya vatandaşıdır. Topluluklarında aktif bir rol üstlenirler ve gezegenimizi daha barışçıl, sürdürülebilir ve daha adil hale getirmek için başkalarıyla birlikte çalışırlar. Bütün bu değerler için tarih, edebiyat, sanat, matematik, fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, psikoloji, ekonomi öğrenmek şart. Eksiksiz, tümünü ve birbiriyle bütünleşik asla ayırmadan, bütünsel… Tarih bilmek çok önemli çünkü deneysel değil. Yani ‘tekrarlanamaz’, ancak ders alırsak, yanlışları anlarsak tekrarlamamak şansımız var. Tekrarlanınca hiçbir gelişme, ilerleme olamıyor, zaman kaybediliyor. Zaman bitiyor, akıyor, yanlışlar hep tekrarlanıyor.

Türkiye tarihi, dünya tarihi, dünya savaşları ve insanlığın yaşadığı en acımasız savaşlardan biri olan II. Dünya Savaşı önemli. Sadece 78 yıl geçmiş; 6 milyon Yahudi’nin, 10-11 milyon insanın sistemli, kasıtlı bir biçimde Nazi Almanya’sı tarafından öldürülüşünün üstünden. Bu savaş sırasında masum, suçsuz, sade, kendi halinde gündelik hayatlarını yaşayan, kazanan, kaybeden, evlenen, aşık olan, çocuklarını büyüten, hamile ve bebeğine kavuşmayı bekleyen, eğlenen, seven, üzülen, mutlu, mutsuz, gülen, ağlayan; Almanya ve müttefik ülkelerinde yaşayan Yahudilerin başına gelen korkunç, acımasızlık, utanç dolu Holokost’u, kıyımı, acımasızlığı, bu acımasızlık yaşanırken sessizce bu felaketi izleyen büyük toplumları, ‘-mış gibi yapan’ o dönemin Türkiye yöneticilerini, yetmedi dünyayı,  her ne kadar savaşın ve Almanya’nın dehşetli zulmünün eşlikçisi olmamayı tercih eder görünse de Struma’yı, esir kamplarını, Dachau’nun, Auschwitz’in öğretilmiş olunmasına rağmen o öğrencilerin o elleri o hareketleri bilmeden yapmış olduklarını sanmıyorum. Öğretilememiş, öğrenilememiş, dünyanın tüketim kültürü saçmalığında hedonistleşen; tabletlerinde, ekranlarında izlediği şiddeti normalleştiren, yeri geldiğinde şiddeti yaratanların yanında duran, güce tapan ilginç bir gençlik kitlesi de var ve ‘dünya vatandaşı’ olma kavramına itibar etmemişler belli ki. Bunların tam karşısında duran bir grup da görülmedi maalesef o futbol maçında…

O korkunç işareti yapan öğrencilere cevaben UÖML öğrencileri usulüyle ve olması gereken şekilde o kolu indirmeye çalıştı. Ama ne kadar zordur birileri sizin canınızı acıtırken, içinizi oyarken kendini tutabilmek. Toplumların da bir kaderleri, duruşları var. Türk Yahudi toplumunun her zaman ve daima bir duruşu var. İşinde gücünde, önceki cedlerimiz Osmanlı İmparatorluğuyla sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile barışık, her türlü acımasız propagandaya karşı kibarca susan, saygıyı, sevgiyi her türlü iftiraya karşın elinden bırakmayan…

Cumhuriyetimizin 100. yılı yaklaşırken acılarla terbiye oluyoruz. Yaşadığımız deprem afeti, sel felaketi, İstanbul’un olası deprem karşısında aldığı/ alamadığı önlemler, yaşantımızı alt üst edeceğini düşündüğümüz hatta bir yaşantımız bile kalmayacağını gördüğümüz bu zor zamanlarımıza bir de Üsküdar Amerikan Lisesi’nin şuursuz öğrencilerinin şuursuz hareketleri tuz biber ekti. Bilemem o okullar ve Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki konuları, verilecek cezaları ama bildiğim bir gerçek var ki gündem yine ‘kutuplaşma’ sarmalına geldi ve oturdu. O zaman aklıma acaba bu olay amaçlı bir eylem miydi sorusu gelip takılıyor. O soruyu da zihnimden uzaklaştırınca başka bir soru gelip takılıyor; ‘Genç insanlar nasıl bu kadar acımasız olabilirler?’, ‘Nasıl bu kadar bilgisiz, duyarsız, umarsız olabilirler? Hiç tanımadıkları ama 1945’te II. Dünya Savaşı bittikten sonra, öyküleri, dramları, acıları tüm dünyada görsel tüm sanatlara konu olmuş, bu acılarla 1948 yılında ülkesine kavuşmuş, varını yoğunu, servetini hatta canını kaybetmiş, travmaları kuşaklarca bilinen, o masum insanların el konulan servetleriyle kurulan, zenginleşen ulusları, Holokost’u duymamış olabilirler mi? Bu çocukları yetiştiren anne babaları Holokost’u bilmiyorlar mı? Hadi geçtim Holokost’tan biz Türkler’in topraklarımıza sahip çıkmak için yaşadığımız acıları, bu acıların tüm insanlık için din, dil, ırk, milliyet farkı olmaksızın yaşandığını bilip öğretemezler miydi? Öğrendilerse bu acımasızlığı nasıl yaptılar?

Mutlaka birileri şöyle yorumlayacaklar, ne yani sadece Yahudi toplumu mu acı çekti dünyada? O zaman onlara cevabım şudur: Acılarımızı yarıştırarak, onlardan daha büyük travmalar mı devşireceğiz yoksa bu acıları yaşayan insanlarla empati yapıp yenilerinin üremesine, üretilmesine engel olup, bir duruş mu sergileyeceğiz? Ben o ikinci gruptayım. Acıdan beslenmeyeceğiz, acıya neden olmayacağız, tuzaklara düşmeyeceğiz, bütünün hayrı, güzeliği ve iyiliği için çalışacağız. Eminim hepimizin yolu bir gün burada kesişecek. UÖML öğrencileri de acıdan başka acılar devşirmeyen gençliğin en güzel örneği olarak hafızalarımızda yaşayacak.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün