Her yer karanlık

Selin BARLAS Köşe Yazısı 1 yorum
15 Şubat 2023 Çarşamba

“Depremin en sinsi ve hain yanı, basit gibi görünen bir ihmal veya hatanın yıllarca sessizce bekleyip birkaç saniyede dünyayı cehenneme çevirmesi.”

Sismolog Harold Tobin, Washington Üniversitesi

***

1114 yılında Güneydoğu Türkiye ve Suriye’nin kuzeyini kapsayan geniş bir alanda yaşanmış şiddeti 7,5 olduğu tahmin edilen korkunç depremi Ermeni tarihçi Edessa’lı (Urfa) Matthew, kıyameti “Uzaktan on binlerin zırhlarını çarparak geldiği bir ordunun çıkardığı ses gibi yer gök inledi, Tanrı tüm gücüyle yeri dalga dalga sarstı, ovaların ve dağların yerinden oynadığı facia Maraş’ı yerle bir etti ve kimse hayatta kalmadı” sözleriyle anlatmış.

***

Ne yazacağımı bilmiyorum…

Ne diyeceğimi bilmiyorum…

Çok ama çok üzgünüm…

Saçımı taramaya, su içmeye, uyumaya utanıyorum…

Hıçkırarak ağlarken buluyorum kendimi…

Paramparça olmuş aileler, toz içinde soğukta her şeyini kaybetmiş insanlar, çaresizlik sarmış kalplerimizi bir yandan belki biri daha kurtulur diye sıkı sıkı tutunduğumuz umutlarımızı ve hislerimizi tarif etmek anlatmak çok zor….

Ama yazmasam olmazdı…

Kafama kazınan o fotoğraflar hafızamdan silinmeyecek…

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, ülkesini seven bir vatandaş olarak söylemem icap eden birtakım şeyler var… Kendime aynada bakabilmem için dile gelmesi lazım olanları elbet söyleyeceğim.

Yıllardır bilim insanlarını dinlemeyen, imar aflarını fırsat bilip ağzının suyu akarak ellerinde projelerle oradan oraya koşan müteahhitler…

Malzemeden çalan mı dersin, kötü işçilik mi dersin, denetleme yapmayan sorumsuz müfettişler mi, aflarla bu facialara davet çıkaranları mı dersin?

Kime hesap soracağız?

Nereye kafamı çevirsem ihmal kokan bir tablo.

Sahipsizmişiz gibi…

Kızıyorum…

Canım acıyor…

İhmallerin ardından gelen müdahale rezaleti…

Ne söylersek ihtiyatlı davranıyoruz zira konuşmak, ihmalkâr davranan ve insanların canına mal olan inşaatları yapmaktan daha tehlikeli bu ülkede…

Ben beklerdim ki;

Ordu seferber edilsin, arama kurtarma ekipleri sahaya yollansın, ordunun helikopterleri ulaşılamayan köylere gitseydi…

Eskiden vardı… İnsan aramak için köpeklerimiz olsaydı… Kürekle hayvancağızları öldürmek yerine eğitmek olmaz mıydı?

İşimizi şansa, duaya bırakmadan bilimle ve vicdanla iş yapsaydık…

Olmaz mıydı?

Ağlamaktan helak olduk ülkece…

Aciz hissetmek korkunç bir his…

Gidip oradakilere sarılmak istemek ama sarılamamak, üşüdüklerini görüp kahrolmak, ailesini yitirmiş tek kalmış bir depremzedenin gözyaşlarında boğulmak…

Yine boğazım düğümleniyor…

Dünyanın dört bir yanından yardıma koşan komşularımız ve dostlarımıza ‘dış(!) güçler’ dedik…

Ona rağmen tereddütsüz seferber olmaları beni çok ağlattı… Birini kurtardıklarında sevinçlerinden ağladıklarında iyiliğin var olduğunu görmek ihmal, kötülük ve yıkım içinde boğulurken nefesim oldu…

Depremzedelere ve kurtarma ekiplerine saçma sapan sorular soran muhabirler, oraya gidip hayatı perişan olmuş insanları azarlayan yetkililer, bu durumdan kendine finansal kaynak çıkarmak isteyen açgözlü haris insanları da gördük…

Aslında her şey meydana çıktı…

Kimin ne olduğu ayyuka çıktı!

Bunların yanında yine beni çok etkileyen Mehmet Akif Ersoy’un gazeteciliği oldu… Bir afet bölgesinde mesleğini onuruyla yaparak tarafsız ve vicdanlı yayınlarıyla beni çok duygulandırdı…

Çekinerek ‘konuşabilir miyim?’ diye soran depremzedenin hürmet ve şefkatle koluna dokunarak “tabii konuşabilirsin ne demek senin hakkın” dedi. Belki de bu ülkede özlem duyduğumuz şeffaflık ve özgürlük ve en önemlisi de dürüstlüğün medyada hâlâ olduğunu gösterdi…

İşte bu yüzden ben ülkeme olan inancımı asla yitirmem…

Çünkü işini iyi yapan vicdanlı insanlar olduğu sürece daha iyi günler için umut var!

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün