Mukadderat imiş…

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
15 Şubat 2023 Çarşamba

Hayat şaşılacak derecede garip varoluş anları yaşatıyor insana.

Hayatımda Hatay’ı ilk kez sadece iki ay önce ziyaret etmiştim. Kilikya bölgesi denilen ve özellikle Adana – Tarsus ve Hatay’ı kapsayan bölgede unutulmaz anılarla dolu bir seyahate tanık olmuştum.

Şimdi ise bu gezinin aslında Hatay’a bir veda gezisi olduğunu anlamanın, ne kadar da hüzün verici bir hissiyat ve varoluş trajedisi olduğunu görüyorum…

Hem çok kültürlü bir Anadolu kenti, hem de insanın ruhunu ısıtan bir Akdeniz şehri olarak Türkiye’nin en kendine özgü bir yerleşim yeriydi Hatay.

Lozan Anlaşması’nda Hatay’ın ülke topraklarına katılmamış olmasını hep dert edinen Atatürk’ün, “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz” dedikten sonra hasta yatağını bırakıp Hatay’ı genç Türkiye Devleti’ne katma uğraşıları, ölümünden birkaç ay önce Türkiye lehine sonuçlanmış ve Fransızlar şehri Türkiye’ye bırakmayı kabul etmişti.

Hatay çok renkli etnik ve kültürel yapısıyla güneyin incisi bir şehir olarak büyüyecek ve gelişecekti zaman içinde.

Antakya ilçesindeki Uzun Çarşı’sıyla, Ulu Cami’siyle, St. Pierre mağara kilisesiyle, 250 yıllık sinagoguyla, bölgedeki tek Ermeni köyü olan Vakıflı Köyü ile, görkemli Arkeoloji Müzesi ile dünyada eşi benzeri olmayan, çift katmanlı arkeolojik buluntularıyla hem Yunan hem Roma kalıntılarının içinden yükselen Müze Otel’iyle, Samandağ’daki  tarihi Titüs Tüneliyle, alabildiğine uzun, kum sahilleriyle ve daha adını anmadığım bir sürü tarihi ve doğal güzellikleriyle çok özel bir coğrafya hediyesi olan Hatay bugün yerle bir olmuş durumda.

500 yıldır olmayan deprem bizim yaşadığımız çağda meydana gelince Hatay’ı iki ay önce yaptığım ziyaret bana aslında bir veda mektubu hazırlamış oldu.

Ama bir hüzünlü veda daha gerçekleşecekti meşum depremle birlikte.  Babil ile Roma sürgünlerinden itibaren Hatay’da hep varlığını sürdürmüş olan 2300-2500 yıllık Yahudilik kültürü de sona ermiş olacaktı, her şeyin bir sonu olduğunu kanıtlarcasına.

15 kişi olarak varlıklarını sürdüren Hatay Yahudi Toplumu depremle birlikte başkanını ve eşini de kaybedecekti. Şehirdeki Yahudi varlığını tüm zorluklara rağmen büyük özveriyle korumaya çalışan bir toplum liderinin sonu hüzün dolu olacaktı… Işıklar içinde uyusunlar demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Depremden kurtulan toplum üyelerinin ise şehri belki de bir daha geri dönmemek üzere terk etmeleri uzun hikayenin sonunu göstermekte.

Yıkılmayan ama duvarları çatlayan sinagogdaki kutsal metinleri ihtiva eden tarihi ruloların güvenli bir şehre götürülmesinin dışında cemaatsiz de kalan mabedin işlevi böylelikle sona ermiş oldu.

Kahredici bir son’un tarihidir 6 Şubat 2023…

***

On farklı şehrimizi darmadağın eden, on binlerce canımızı alan depremin yaraları nasıl sarılacak bilinmiyor ama acılarla dolu hayatta tecrübe ettiğim en mutlak gerçek, ‘ateşin düştüğü yeri yaktığı’ olmalı.

Hayat geride kalan bizler için devam edecek, eskisi gibi. Ama çocuklarını, anne babalarını, eşlerini, sevdiklerini, işini, okulunu, mahallesini yitirmiş binlerce kişinin acılarının ateşi pek sönemeyecek…

Adana’da Çukurova bölgesinde yıkılan ve 90 kişinin yaşayıp, 70’inin öldüğü binayı yapan müteahhit tutuklandığında, adeta katliamı çağrıştıran yıkıma ‘mukadderat’ derse, şu kader meselesinin toplum katında belki de bütüncül olarak tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünmeden edemiyor insanoğlu.

Kader, Allah’ın verdiği aklı kullanmayıp başına gelenleri ona bağlayacağın, ruhunu temizleyeceğin, yanlışlarını da bir kalemde sileceğin bir varoluşsal inanış modeli olursa biz hayatı, varoluşu ve hatta dini toptan yanlış anlamış sayılırız.

Aklımızı, özgür irademizi yok sayan, hayatın en küçük detayının bile önceden Yaradan tarafından takdir edildiği varsayımına yaslanan bu tür kader inancı insanı atalete sürükler, aklını, bilimi ve tecrübeyi kullanmayı göz ardı eder ve sonra da insan başına gelenlere de alın yazısı deyip hem kendine hem de başkalarına karşı yaptığı bilinçsiz kötülükten kendini arındırmaya çalışır.

İslam dini hassasiyeti yüksek bir düşünür-yazar olan Mehmet Akif Ersoy, ‘Mütevekkil’ / Tevekkül eden başlıklı uzun şiirinde şöyle der:

“Kader senin dediğin yolda Şer'a bühtandır.

Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrândır.”

Akif, kimilerinin algıladığı yanlış kader anlayışının dine bile karşı geldiğini söylemek ister ilk mısrasında.

Tedbir almadan tevekkül etmenin de büyük bir hüsran olduğunu anlatmaya çalışır ikinci mısrada.

Ezcümle Akif, kaderin ve tevekkülün yanlış yorumlandığını dile getirmeye çalışırken, aklını kullanmayan, önlem almayan insanların başlarına gelen her sıkıntıyı kadere bağlamalarını eleştirir.

Friedrich Nietzsche’nin o ünlü “amor fati / kaderini sev” sözünün arkasında yatan da insanın her şeyi gözden geçirip hem aklını kullanarak hem de içgüdülerini dikkate alarak, kendi omzunun bile üstüne çıkma çabalarından sonra oluşan hayat şartlarını kabullenip onu sevmesi gerektiğidir. Nietzsche hiçbir girişimde bulunmayıp tevekkül içinde yaşamayı olumlamaz, tam tersine, onun kadere yaklaşımı zihinsel bir devrimi gerektirir…

***

6 Şubat 23 depremi asrın en yıkıcı depremidir. Lakin bilim insanlarının uzun zamandır yaptıkları uyarıları dikkate almayıp da oluşan asrın felaketine sadece ‘mukadderat’ demek kendini kandırma, toplumu da aldatma çabası olmalı. Fayın geçtiği sokakta bulunan on binadan dokuzu yıkılır, biri ise ayakta kalıyorsa yanlışın nerede olduğu gün gibi meydandadır.

Ülkemin acilen akla, bilime ve vicdana ihtiyacı var.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün