Tanrı ne isterdi acaba?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
29 Haziran 2022 Çarşamba

Eski kıtada muhafazakar düşüncenin ideolojik temelli kurucusu ve savunucusu olan İngiliz- İrlandalı siyaset insanı, yazar ve filozof Edmund Burke’ün muhafazakarlığın kodunu ifşa ettiği ünlü ‘’geçmişte hiç mi iyi bir şey yoktu?’’ sözü, karşı olduğu Fransız Devrimi ile alakalı tarihe geçen bir sözdü aslında.

Fransız Devrimi’nin her şeyi yıkıp yeni bir dünya yaratma çabası, o döneme tanıklık etmiş olan Burke’ü derinden etkilemiş ve bu sözü bugün yeniden yükselme eğilimi gösteren konservatizmin diğer bir deyişle muhafazakarlığın en sevdiği mottosunu yaratmış olacaktı.

Burke’ün Fransız Devrimi ile alakalı düşünceleri, önceleri tereddütle karşılanırken, devrim sonrası Fransa’da gelişen olayların onun öngördüğü çizgide ilerlemesi kendisini üne kavuşturacaktı.

Burke aslında dönemine göre liberal bir muhafazakar bile sayılabilirdi. Toplumsal değişimlere karşı çıkmazken bunun belirli süreçlerden sonra olmasını savunuyor, topyekûn bir devrime, devrimsel değişim planlarına şiddetle karşı çıkıyordu.

Burke’ün Anglo Amerikan dünyasında muhafazakarlığın babası olarak anılmasında, onun eskinin evrensel değerlerine sahip çıkması yatıyordu.

İki yüzyıl sonra ise Winston Churchill onun düşünce dünyasının peşinden giderken Karl Marx ise onu kıyasıya eleştirecekti.

Edmund Burke’nin 21. yüzyılda ise en büyük destekleyicisi ve muhafazakarlık düşüncelerini daha da radikal bir düzleme oturtacak olan ise, iki sene önce vefat eden ünlü İngiliz filozof Roger Scruton olacaktı.

İngiliz düşünür, ideal toplumun, özgürlük ve eşitlik gibi değerler üzerinden daha çok, tarihte olduğu gibi siyasi erkin onu yönetmeyi mümkün kılacak itaat üzerinden inşa edilmesi gerektiğini savlar. Sağ ve sol liberalizmin temeline dinamit atmakla eşdeğerde olan bu ‘itaat’ yönteminin, bugün tüm dünyada sağcı ve solcu popülist siyasi liderlerin bir zamanlar sahip olup da şimdilerde mumla aradıkları bir sosyal ve psikolojik kaldıraç olarak siyaset tarihinde yeniden hayata giriş mi yapacak acaba, bilinmiyor. Ancak tüm dünyada, kimi dindar, kimi kültürel anlamda muhafazakar hareketlerin iktidarlara gelmelerinin itaat kültürünün yaygınlaşması ve normalleşmesi ile mümkün olacağı gün gibi belli.

Günümüz siyasi gelişmeler, muhafazakarlığın ve popülist politikaların, hem siyasiler hem halkları için baş tacı olmaya başladığını gösteriyor.

Scruton’un bugünkü siyasi liderlerinin çok hoşuna gideceği bir başka kaldıracı da toplumların ihtiyacı olduğunu düşündüğü toplumsal önyargılar.

Şöyle der Scruton: “Önyargı örnekleri gibi görünen inançlar yararlı ve önemli olabilir. En gerekli inançlarımız, kendi bakış açımızdan hem gerekçesiz hem de doğrulanamaz olabilir, lakin onları haklı çıkarma girişimi sadece onların kaybına yol açacaktır. Örneğin, kadınlarda alçakgönüllülük ve erkeklerde şövalyelik lehine bir önyargı, cinsel ilişkilerin istikrarına ve çocukların yetiştirilmesine yardımcı olabilir, ancak bunlar önyargıyı destekleyen nedenler olarak sunulmamalıdır. Bu nedenle, önyargıyı mantıksız olarak göstermek kolay olabilir, ancak vazgeçilirse kayıp olacaktır.’’

Popülist politikacıların günümüzde iktidarlarını sağlamlaştırmak ve yönettikleri kitleleri itaat altına almak için korku üretmekten başka işlevi olmayan içselleştirilmiş toplumsal önyargıları kullandıkları bir vaka. Scruton’un bu bağlamda muhafazakar ve itaatkâr bir toplum yaratma veya dönüştürme sürecinde önyargıları destekler görüşlerinin günümüzde hayat bulması pek tesadüf değil. Muhafazakar ideolojinin tekrar su üstüne çıktığının da belirgin bir göstergesi aynı zamanda.

Scruton’un son olarak, ideal toplum için gereken itaat kültürünün, toplumları birlik içinde tutması için zaman zaman gerçek veya hayali iç veya dış düşmana ihtiyaç duyabileceği düşüncesi de bugüne baktığımızda ne kadar da manidar görünüyor…

↔↔↔

Geçtiğimiz hafta ABD Yüksek Mahkemesi beklenildiği gibi ülkeyi 50 yıl geriye götürecek kararı aldı ve yürürlükte olan kürtajın serbest bırakılmasının önüne duvar örerek ilgili kanunu iptal etti.

Donald Trump’ın giderayak, şansının da yardımıyla atamak durumunda kaldığı iki muhafazakar hakim sayesinde 50 yıldır ABD’de muhafazakârlarla demokratların kutuplaştığı en önemli toplumsal meselede, muhafazakar hakimler sayesinde tarihi bir geri adım atılmış oldu. Kadınların yaşamsal önemde sahip oldukları kürtaj hakkı şimdi eyaletlerin yönetici ve parlamentolarının kararına bırakılmış odu ve özellikle muhafazakar eyaletlerde yaşayan kadınların mağduriyetine yol açılmış oldu.

İptal kararının en önemli savunucusu olan Yüksek Mahkeme hâkimi Samuel Alito kararın ardında yatan ana motivasyonu aslında bir yıl önce başka bir konuda açıklama yaparken ağzından kaçırmıştı. Alito aşırı liberalleşen Amerikan halkının giderek dinden uzaklaşarak sekülerleşmeye başlamasını çok tehlikeli bir gelişme olarak gördüğünü söylemiş, dinin önündeki en büyük engelin bu yeni kültür olduğunu iddia etmişti.

Düşman diye nitelediği yeni kültür, dinin dogmalarından uzaklaşılması, dolayısıyla dinin buyurduğu itaat kültürünün terkedilmesi anlamına gelirken bu gelişme kitleleri kontrol altında tutma kabiliyetinin yitirilmesinin de önünü açıyordu. Tam da muhafazakarlığın kodlarına büyük bir saldırı söz konusuydu ve bunun tek çaresi elde ettikleri mahkeme çoğunluğuyla zorla zamanı tersine çevirmeye çalışmak olacaktı.

↔↔↔

Muhafazakarlık; bireyin, hele kadının özgürlüğüne ve kendi karar alma iradesine karşı bir hareket olarak bugünlere kadar ulaşırken, post modern hayat tam da bunun karşıtı olan aşırı özgür tavır ve de belirsizliği simgeliyordu. Belirsizlik,  değerleri muhafaza etmeye çalışan bir dogma için büyük bir düşmandı. İşte bu nedenle tüm dünyada bu belirsizliğin özellikle toplumların kimi kesimlerinde yarattığı rahatsızlık ve gelecek endişesi popülist muhafazakar liderleri yaratacak ve muhafazakarlık güçlü haliyle tekrar siyaset sahnesine çıkacaktı.

ABD’de muhafazakarların tarihi adımı aslında yeni bir yolun başlangıcını temsil ediyor. Yeni muhafazakar kazanımların yolunun açılıp açılmayacağını da hep birlikte göreceğiz.

Lakin bir savaş azami işgal olmadan sona ermeyeceğinden, önümüzdeki yıllar tüm dünyada ülkelerin kendi içinde büyük kültürel ve siyasi mücadelelerine tanıklık edecek muhtemelen.

↔↔↔

Donald Trump son kürtaj iptali kararından sonra, ‘Tanrı böyle istedi, çünkü’ demiş. Tanrıyla konuşmuş ki(!), öyle buyuruyor.

Kültürlerarası savaşın şiddetinin aslında Donald Trump gibi popülist ve gerçeği alabildiğince bükme cesareti ve deliliği gösteren muhafazakarlara ne derece inanılacağıyla orantılı olacağı anlaşılıyor…

Tanrı ne isterdi acaba?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün