Zenginsin sen, öyle kal!

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
8 Haziran 2022 Çarşamba

Kişinin kültürel sermayesi, ekonomik sermayesi ile atbaşı gitmiyor maalesef; çok zengin olabiliyorsunuz ama bu haliniz az gelişmiş, görgüsüz ya da kültürsüz olmanızı engelleyemiyor. Türkiye’de dünyadaki pek çok ülke gibi zengini az, orta hallisi yani Özallı yıların tabiriyle ‘Ortadirek’i yer ile yeksan olmuş, fakiri ise bollaşmaya başlamış bir ülke. Ülkemizin en zenginlerinin nüfusun yüzde 10’unu ve bu grubun ulusal gelirin yüzde 50’sini alıyor; orta sınıf ise oldukça zayıf ve ulusal gelirin yüzde 30’unu alabiliyor.

Modern orta sınıf, eğitimli, diplomalı, emek gelirinin yanında sermaye geliri de elde eden, edindiği varlıkları miras yoluyla bir sonraki nesle aktarabiliyor. Ülkelerdeki maddi varlık, hizmet ve kültür tüketiminin önemli bir kısmı bu sınıfa ait. Kitap, dergi satışlarından sinema ve tiyatroya, turizmden makyaj ürünlerine, paralı eğitimden lokanta/kafelere, ev dekorasyonundan elektronik yayıncılık aboneliğine uzanan geniş bir tüketim ve harcama yelpazesinin en önemli alıcısı bu sınıf.

Ama öte yandan zenginliğin de tavan yaptığı anlar çok. Gün geçmiyor ki medyada bir müthiş önemli zengin bilmem kimin akıllara durgunluk veren nişanını, düğününü, davetini, sünnetini bilmem nesini okuyoruz. Televizyon kanalları bu zenginlerin görgüsüz düğünleriyle; ne yediler, ne içtiler, nasıl giyindiler haberleriyle dolu. Gittiğimiz kuaförlerde bu insanların oldukça gülünç pozlarının yer aldığı renkli dergilerden geçilmiyor. Rahmetli babamın tuvalet gazetesi dediği türden magazinlerde yer verilen bu zengin insanlar bindikleri arabalarla, yatlarla, ayakkabılar, çantalarla kendilerini gösteren botokslu kadınlar, yağlarını çektiren estetikli erkekler. Servet düşmanı değilim, kimin neyi ne kadar harcamak istediğine de karışamam. Kimse de bana sormaz zaten ama tüm dünyada ve Türkiye’de yaşanan, geleneksel kodlarımıza tamamen aykırı bu haller açıkcası hala çok tuhafıma gitmeye devam ediyor. Çünkü bu fotoğraflarla, haberlerle piyasalarını genişletmek isteyen sermaye zengini, sonradan görmelerin; çok azının ellerine bir kitap alıp okuduklarını, herhangi bir sanat dalına ilgi duyduklarını ya da ömrü hayatları boyunca bir sergi ya da konsere gittiklerini düşünmüyorum. Kültürel sermaye birikiminin yerinde yeller esiyor. Ne ilginç bir psikoloji değil mi; çok zenginsen kültürlü olman gerekmiyor. Çünkü zaten çok zenginsin…

Çocukluğumun, gençliğimin Türkiyesi sanki daha çok o konser, sinema, tiyatro, sergi meraklısı bir insan topluluğuyla; dönemin önce başbakanı sonra da cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın deyimiyle ‘ortadirek’le doluydu. İnsanların zenginliklerini ya da yoksulluklarını başkalarının gözlerinin içine sokmadıkları, kendilerini kültürel olarak geliştirebilmek yoluna çıktıkları bir Türkiye. Özallı yıllar Türkiye’nin de dönüm noktasıdır. Neo-liberal sermayeyle tanışılan, kapitalizmin tüm enstrümanlarıyla Türkiye’yi ahtapot gibi sarmaya başladığı yıllar… Ama aslında ‘kayış’ 1980 Askeri İhtilali’nden sonra koptu. Ortadirek, Türkiye’de 10 milyonun üstünde bir kitleyi ve aileleriyle birlikte 40 milyonu temsil etmektedir. Türkiye, ortadirek kavramını ilk kez 1983 seçim döneminde Turgut Özal ile öğrendi. Özal bu deyimle küçük esnaf, küçük memur, emekli ve küçük çiftçinin ülkenin ortadireğini temsil ettiğini, korunup kollanması gerektiğini anlatıyordu. Ne ilginçtir ki Almanya’da aynı kavramı 1998 seçimlerinde Schröder de “Die Neue Mitte/Yeni Orta Sınıf” olarak kullandı. Gençliğimizin ‘ortadirek’i Kemal Sunal’ın o müthiş oyunculuğuyla can verdiği Orta Direk Şaban’dı, Perihan Abla dizisindeki Şakir’di, Şöför İsmet’ti; Bizimkiler dizisinin tüm kahramanlarıydı. Geçim mücadelesinde çabalayan ama insanlıklarını hiç unutmayan tüm bu zarif karekterler Türkiye’nin o dönemlerinin aynası gibiydiler. Yine o yılların bir başka yönelimi de her haftasonu Atatürk Kültür Merkezinde konsere gitmekti. Kombine bilet anneniz ya da babanız tarafından alınır; tüm yıl boyunca cuma akşamı veya cumartesi sabahı konseri kaçırılmazdı. Gidememek ayıp değil gitmemek ayıptı. ‘Orta Direk’ ve adını şimdi benim uydurduğum haliyle ‘Üst Direk’ arasındaki farklar çok da bilinmez, hissedilmez, bu sınıfların mensuplarınca hissettirilmezdi. Ayıptı, günahtı; bir insan zenginse ama kültürel sermayesinde boşluklar varsa bunu hissettirmemeye çalışır azıcık da olsa bu halinden utanç duyardı. İşler hiç de şimdiki gibi değildi. Nüfüsun yüzde 10’u, gelirin yüzde 50’den fazlasını almıyordu. Hayat sadeydi, güzeldi ve günlerimiz kültürle, sanatla dopdoluydu. Yani en azından bunları yapmak için isteğimiz ve enerjimiz vardı. Yine ortadireğin güçleneceği günlere dönmek dileğimle…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün