´Benim bedenim, benim kararım´

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum
18 Mayıs 2022 Çarşamba

Donald Trump, 2020 sonunda, bir türlü seçimleri kaybettiğini kabul etmemesine ve üstüne yandaşlarının tuhaf bir darbe kalkışmasına rağmen Beyaz Saray’ı en sonunda terk etmiş ve kimi Amerikalılara göre dört senelik kabus sona ermişti, Demokratların açık zaferiyle.

Trump’ın demokrasi kavramına vermek istediği zararlar, neyse ki ABD’nin şeffaf demokrasisine ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yerleşmiş olan hukukun üstünlüğü gerçeği duvarına çarpmıştı.

Lakin Trump, Amerika’nın orta yerine adeta pimi çekilmemiş bir bomba koyarak gitmişti.

ABD demokrasisinin temelini simgeleyen Yüksek Mahkeme’nin kurulduğundan beri, ülkenin Cumhuriyetçi ve Demokrat başkanlarının, sosyolojik dengeleri gözeten yargıç atamalarında Trump, öncesinde görülmemiş denli, sağın sağında yer alacak üç hakim atayarak Cumhuriyetçi ve Evanjelistlerin, Mahkeme’de altıya üç gibi kesin çizgilerle ayrılmış bir hakimiyetinin yolunu açmıştı, dört yıllık hizmet döneminde.

Ve şimdi bu tarihi ve radikal müdahalenin ilk sonucu görülmüş durumda.

 Yüksek Mahkeme’den, protokollerine ve teamüllere uymayan bir şekilde, geçenlerde kamuoyuna sızdırılan bir belgeye göre, Muhafazakarların her daim tarihi ana gündem maddelerinden biri olan kürtajı ülke çapında yasaklamayı öngören bir kararın önümüzdeki, bir-iki ay içinde verilmesi planlanıyor.

Roe V. Wade adıyla bilinen ve 1973 yılında Yüksek Mahkeme’den çıkan kararla kürtaj bütün eyaletlerde serbest kalırken geçenlerde sızdırılan belgeye göre Mahkeme bu kararın iptali yönünde karar alma aşamasına gelmiş durumda.

Oysaki Trump’ın prenseslerinden olan ve son olarak Mahkeme’ye atanan kadın yargıç

Amy Coney Barrett, atanması öncesi, senatörlerin kendisini soruşturma toplantılarından birinde şöyle demişti:

Yargıçlar bir gün uyanıp 'Bir gündemim var - silahları severim, silahlardan nefret ederim, kürtajı severim, kürtajdan nefret ederim' deyip kraliyet kraliçesi gibi içeri girip isteklerini dünyaya dayatamazlar. Bu Amy'nin yasası değil. Bu Amerikan halkının yasasıdır.”

Oysa yalan söylediği veya en azından fikir değiştirdiği görülüyor. Zira milyonlarca kadını ilgilendiren yaşamsal ve başat bir konuda, kendi dünya görüşü çerçevesinde değerlendiren bir karara imza atma aşamasına gelmiş durumda, aynı fikir dünyasına sahip diğer beş yargıçla birlikte.

Kürtaj yasağı çıkarsa ne olacak?

Dünya lideri ülkenin milyonlarca kadınının en doğal hakkı olan, kendi yaşamını kendi yönetmesi doğal ilkesi yok olacak ve muhafazakar dünyanın buyurduğu şekilde yaşamlarını yeniden idame etmeye zorlanacaklar. Tecavüz veya ensest ilişkiden üreyen embriyolar bile alınamayacak ve kadınlar istemedikleri bebekleri doğurmak durumunda kalacak.

Üstelik bunlara maruz kalanların büyük çoğunluğunun yoksul kesimden olduğu düşünülürse, kürtaj yasağının uygulandığı eyaletlerden yasağın olmadığı eyaletlere gidilmesinin maddi olanaksızlığının veya illegal kürtaj müdahalelerinin yoksul kadınların hayatlarını ne kadar zorlayacağını öngörmek zor değil.

Demokratların yapılacak ara seçimlerde bu zorluklar yüzünden mağdur olacak kesimlerden oy almak için şimdiden hareket ettikleri de görülüyor bu günlerde.

Geçtiğimiz cumartesi ABD’nin birçok eyaletinde kürtaj yasağı karşıtlarının yaptığı ‘önleyici’ protesto gösterileri ve kadın kuruluşlarından gelen yüksek seslerin muhafazakar görüşlü yargıçları nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor ama gizli gizli bu yasağı yürürlüğe koymaları için çalışma yapmaları bu konuda kararlı olduklarının göstergesi.

Kadın haklarının, dünyanın en gelişmiş demokrasilerinden biri olarak bilinen ABD’de 50 yıl sonra neden geriye götürülmek istenmesinin nedeni ne olabilir?

Bu soruya cevap aranırken, kürtaj yasasının iptal gerekçesinin taslağını yazan muhafazakar yargıç Samuel Alito’nun geçtiğimiz sene bir üniversitede yaptığı konuşmaya dikkat çekiliyor. Alito, o konuşmasında Hıristiyanlığın ve Katolikliğin giderek gençler arasında seküler ortodoksluğa yenilmekte olduğu dönemlerden geçildiğinden bahsetmiş ve bu ‘kültürel düşmanlığın’ dinin önündeki en büyük engel olduğunu iddia etmişti.

İşte kürtajın yasaklanmak istenmesinin altında yatan da bu galiba. Gençlerin dinden uzaklaşarak seküler hayatın giderek yaygınlaşması korkusu muhafazakarları ve yönetimdeki temsilcileri olan Cumhuriyetçileri, çözümü yasakta aramaya ittiği görülüyor.

Trump’ın seçtiği muhafazakar yargıçların da hükmün verilmesinde Amerika’nın muhafazakar ve dindar kesiminin önünü açmak için kollarını sıvadıkları anlaşılıyor.

ABD’deki bu kültürel savaş yeni bir gelişme değil. Hem bu ülkede hem dünyanın birçok kesiminde muhafazakar – liberal mücadelesi her zaman sahnede olmuş ama zamanın ruhunun evrim geçirme suretiyle ibre, zamanla özgürlük yanlılarının lehine dönmüştü.

Bugün ise, ABD’de de hayatın doğal evrimi, yasayla yok edilmeye çalışılıyor.

Bu yöntem tutar mı? Zor.

Yasaklarla zihinsel evrimlerin ve sosyal değişimlerin durdurulamayacağını, muhafazakar yönetimlerin halkın bireysel özgürlüklerine duvar örmelerinin teknoloji ve iletişim çağında pek mümkün olamayacağını savlamak mümkün.

Kadınların, “Benim bedenim, benim kararım” demelerinin altında yatanı zihinsel olarak yok etmek mümkün değil. Yasaklarla da mümkün olamayacak…

Ülkemizde de özellikle kadınların giyim tarzı üzerinden başlatılmak istenen muhafazakar dayatmaların bireysel özgürlük anlayışına büyük darbe vuracağı hatta vurmakta olduğunu iddia etmek pek olası. 

Muhafazakarların insanların ve toplumların hayat tarzlarına ve özgürlüklerine dokunamayacaklarını anlayacakları gün gelir mi bilinemez ama tarih, bu dayatmalara, bedeller ödenmesine rağmen insanlığın karşı çıktığını ve bu uğurda büyük kazanımlar elde ettiğini gösteriyor bize.

Farklılıklarla birlikte yaşama kültürü hala yerleşemedi bu dünyaya…

Dayatmalara karşı kadınların, “Benim bedenim, benim kararım” sözü her şeyi özetliyor:

Bireyin yaşam tarzı tercihlerinden bize ne, size ne?

 

 

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün