Hatırla

“-Sevgili Alis, anılar bahçesinde, rüyaların sarayında... Seninle buluşacağımız yer orası. -Ama Şapkacı, hayal gerçek değildir. -Neyin gerçek olduğunu kim bilebilir?” Alis Harikalar Diyarında 2/ Aynanın içinden

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
20 Nisan 2022 Çarşamba

Sonra kayboluyor insan. Kendi derinliklerinde kayboluyor. Unutuyor. Unutuyor geçmişte yaşadıklarını. Sevdiklerini unutuyor.

Yaşam tam da anın içinde aldığımız her nefeste. Her ne kadar anı yaşamak değerliyse de geçmişini ve geleceğini bilmeyip hatırlamadığı her an, sonsuz bir anın içinde hapsolmuş bulabiliyor insan kendini.

Hatırla diyor biz Yahudilerin öğretileri. Hatırla, geçmişte yaşananları hatırla. Hatırla ve öğret yeni nesillere.

Hatırla! Hatırla ki bilesin kim olduğunu. Hatırla, ama hatırladığının da kölesi olma. Pesah sofrasında anlat, oku kölelikten çıkışını bir toplumun. Köleliğin ne olduğunu anlamak ve oradan çıkışın yollarını keşfetmek adına geçmişin hikayesini tekrar tekrar okurken, kendi kendini hapsettiğin köleliklerinin de farkına var. Fark et ve kabarmış nehrin sana engel olan sularını yar. Ulaş özgürlüklerine.

Hatırla! Hatırlamadığın zaman kayboluyorsun çünkü. Hem varsın hem yoksun. Büyük bir boşluğun içinde öylece var oluyorsun. Geçmişte öğrendiğin ne varsa unuttuğun zaman bir tek sen kalıyorsun -kim olduğunu da bilmeden belki.- Değerlerin de kalıyor seninle, sen farkında olmasan bile.

Sonra bir eski fotoğraf düşüyor önüne … “Annem” deyiveriyorsun bir anda. “Annem!” Her şeyi unuttuğunda annen kalıyor yine de gözlerinin önünde. Annen, baban… Ve bir garip bakış gözlerinde. Yumuşak, şefkatli, gülümseyen ve aynı zamanda derin bir mağaranın diplerinden gelen bir bakış.

Ruhları görmek için gözlere bakman gerekir, içlerine dalman… Çeşit çeşit hikayeler, karman çorman yaşamlar; yine de bir kere gözlerden ruhun okyanuslarına daldın mı, görüyorsun: son derece sadedir gerçek: Aşk.

Aşk ve şefkat. Şefkatle bakıyor o gözler. Şefkatle kuruluyor bayram sofraları. Onurlandırmak istiyor insan bedensiz sevdiklerini sofrasında. Çocukluğumuzun bayram sofralarının lezzetlerini büyüklerimizden geride kalan defterlerden kimi zaman tam, kimi zaman yarım tarifleri deneyerek hatırlıyoruz. Hayat bambaşka coğrafyalara taşımış kimi zaman kardeşleri… Bambaşka yollardan geçmişler, bambaşka hayatlar yaşamışlar… Ama bakıyorsun aynı tip deftere, annelerinin aynı yemek tarifini not etmişler. Birinin miktarlarını diğerinin açıklamaları tamamlıyor. İkisinde de bulmadığını, yaşadığı bir başka ülkeden tam zamanında telefon eden bir kuzen tamamlıyor, görüntülü görüşme sayesinde mutfağında yanı başındaymış gibi göz kulak oluyor pişirdiğin yemeğe, püf noktalarını anlatıveriyor denemekte olduğun tarifin. Zaman ve mekan bükülüyor, sayısız anı üst süte binip bir anın içine toplaşıyor. Hayat kavuşturuyor böylece… Gitmişlerimizi ve hala yanımızda olanları… Ve -günün gerçeği- uzak coğrafyalara göç etmişleri. Bazan, şartlar zorlanıyor uzaktakiler yakına geliyor… Hiç uzaklaşmamışçasına sevgiyle sarılıyor insan kavuştuklarına. Kavuşamadıklarının ise özlemiyle doluyor. Nesiller buluşuyor bir sofranın etrafında. Zamansız ve mekansız bir anın içinde buluyor insan kendini. Kimi özlemle düşünürse, o düşüyor yüreğine, şenlendiriyor sofrasını.

“Ma niştanah – Neden farklı? Bu gece tüm diğer gecelerden neden farklı?” diye soruyor ailenin küçüğü Pesah bayramı sofrasında… Geleneksel olarak belli bir cevabı var tabi bu sorunun ama bence en önemli farklarından biri de buluşturmasında hepimizi. Ayrı sofralarda da olsak, aynı sofrada da olsak farklı zaman dilimlerini, farklı çağları, farklı nesilleri bir araya getirmesinde. Buluşturup bir kılmasında. Biliyoruz ki anneannemiz de anneannelerimizin anneanneleri de ve onlarınki de aynı yemekleri yediler. Aynı hikayeyi dinlediler büyüklerinden çocukken, aynı hikayeyi anlattılar büyüdüklerinde çocuklarına. Böylece, kölelikten çıkışın hikayesi, zamansız ve mekansız bir şölene dönüşüyor. O zaman, sadece sofralar değil, yürekler de bayram yeri.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün